• English Version
  • Hakkında

GEZMECİLER

~ Gezilen, görülen, tadılan güzelliklerin paylaşıldığı bir site

GEZMECİLER

Tag Archives: Turkey

ERDEK

03 Çarşamba Ağu 2016

Posted by Erhan Ergün in Türkiye

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Artake, Aspava, Balıkesir, Bandırma, Hadrianus, Kyzikos, Marmara, Turkey, Zeytinliada

#SC_0182

Ünlü Yunan yazar ve tarihçi Herodot (MÖ 5. YY), kendisinden sonra gelecek nesillere ışık tutması için yazdığı tarih kitabında Marmara bölgesindeki Kapıdağı yarımadasından (Arktonesos) ve bu bölgede yerleşmiş üç site şehir devletinden bahsediyor. Bunlar sırasıyla Kyzikos, Artake ve Prokonesos.

Bir tanesinin ismi zihninizde bir şeyler çağrıştırdı mı? Evet, kuruluşundan bu yana geçen 7000 yılı, Herodot’ tan sonra geçen 2400 yılı aşkın zaman sonra günümüzde Erdek olarak tanıdığımız cennet mekanlardan birisidir o zamanın antik şehri Artake…

Kentin kuruluşu ile ilgili çok rivayet var, böyle deniyor çünkü delil niteliğinde yeterli kalıntı ne yazık ki yok. “Cura”, “Porta” gibi yer isimleri günümüzde de geçerli ve halk arasında antik kenti tanımlayan işaretler olarak kabul görüyor.

#SC_0086

Arkeolojik kazılarda bulunan bir lahit

Yüzünüzü kuzeye dönüp baktığınızda Kapıdağı yarımadasının boyun kısmının sağ tarafında Bandırma kenti, sol tarafında ise Erdek yer almakta. Yunanistan’ dan buraya göçen Dolionlar‘ ın tam da bu noktada Kyzikos kentini kurduklarına dair bulgular var.

Yarımada tarih boyunca pek çok devletin yönetimine girip çıkmış, sonunda da Osmanlı tebaasına katılmış. Tarihte hepimizin en azından adını bildiğimiz bu uygarlıklara ev sahipliği yapıp da nasıl geride bir delil bırakmadığını anlamak gerçekten zor. Ben yine de daha henüz on yıl önce başlayan arkeolojik kazıların devamı halinde birkaç kalıntıdan daha fazlasının bulunacağına inanıyorum.

Dünyanın sekizinci harikası kabul edilen Hadrianus Tapınağı burada Kral Kyzikos tarafından İmparator Hadrianus adına inşa ettirilmiş. Bugün yeşillikler arasında zor görülebilen birkaç galerisi kazılarda ortaya çıkarılmış. Roma’daki ünlü Kolezyum ile aynı büyüklükte bir amfitiyatro olduğu biliniyor ama henüz birkaç yıkıntıdan fazlası görünür değil. Belki de en görünür kanıt, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde bahsettiği Zeytinli Ada’da bulunan kaplıca. Kyzikos mezar alanındaki kazılarda bulunan bazı lahitler diğer bazı yapısal buluntularla birlikte Hükümet binasının bahçesini süslüyor…

#SC_0048

Liman içi ve Zeytinliada

Çok derin ve bir o kadar da değerli tarihe sahip Erdek’i birkaç satırla anlatmak kolay değil, umalım ki daha çok kanıt bulunsun, yer altındaki değerler gün yüzüne çıkarılsın. Peki buraya nasıl ulaşacağız? Çok kolay. İstanbul’ dan deniz otobüsüyle veya Yenikapı’dan araba vapuruyla önce Bandırma’ya, Tekirdağ’dan araba vapuruyla doğruca Erdek’e, karayoluyla Bursa Balıkesir veya Karacabey üzerinden, ya da Çanakkale’den, İstanbul ve Ankara’dan uçakla Edremit’e oradan karayoluyla…Gördüğünüz gibi, günübirlik gelmek bile olası, ama ben, en az bir gece hatta tercihan iki gece kalacak şekilde program yapmanızı öneririm. Çünkü çevrede gezilip görülebilecek çok yer var.

Çocukluk yıllarımda ailemle Balıkesir’den trene veya otobüse binerek Bandırma’ya gelip oradan dolmuşla Erdek’e geçer, eski balıkçı tekneleriyle Avşa adasına giderek tatilimizi orada geçirirdik. Eşimin ilkokul arkadaşlarından birisinin Erdek’li eşiyle birlikte bu şirin tatil beldesinde yaşadıklarını ve hatta burada bir lokanta sahibi olduklarını yıllar sonra öğrenmemizle birlikte geçtiğimiz Mayıs ayında Erdek’i ve Selda hanımla eşi Hüseyin bey’i yerlerinde ziyaret etmeye karar verdik.

Coğrafyası çok değişmeyen kentin görüntüsünün  bir hayli farklılaşmış olduğunu söyleyebilirim. Hüseyin beyle eşi Selda hanım bizi çok sıcak karşılayıp kenti ve çevresini tanıtmak için her olanağı kullandılar, bizi hem gezdirdiler, hem de adeta evleri haline gelmiş lokantalarında birbirinden güzel ve lezzetli tatlarla tanıştırdılar. Bu mekanın adı “ASPAVA”. Erdek iskelesinin hemen karşısında ve gözden kaçırılması  zor bir yerde. Sosyal medyada hakkında yazılan yorumların pek çoğu olumlu ve övgü dolu, nitekim yaşayarak biz de bunu doğrulamış olduk ve şimdi gönül rahatlığı ile bu adresi herkese tavsiye ediyoruz.

IMG_20160513_201050-crop

Aspava’da Selda ve Hüseyin çiftiyle…

Erdek’e geldiğinizde yayan iseniz bir araba kiralayıp yarımadanın köylerini tek tek gezmenizi öneririz. Hem sağdan hem de soldan giderek turu tamamlamanız mümkün. Sabah kahvaltınız (sezonda) ve akşam yemeğiniz için Aspava’da yer ayırtmayı, Vehbi Koç’ un otuz yıl boyunca yaz tatilini geçirdiği Pınar Oteli ziyaret etmeyi ve güzel sahilinde mis kokulu iğde ağaçları altında serinlemeyi, açıksa balkanların en büyük diskosu ünvanına sahip “Kaya The Rock Disco” yu görmeyi  ihmal etmeyin. Erdek’te çok büyük bir öğretmen evi de var, gecelemek için düşünülebilir.

#SC_0204

Aspava’da akşam keyfi

Sözün özü:

Gezmeciler anılarını tazeledi, yeni dostlar edindi, yeni lezzetler tattı. Tekrar gitmeyi kesinlikle düşünüyor. Okuyucularımıza da şiddetle tavsiye ediyoruz. Ağız tadı için sözü Erdek’ li dostlarımıza, Selda-Hüseyin çiftine, yani ASPAVA’ya bırakıyoruz…

IMG_20160515_085604-crop

Aspava’da  kahvaltı ayrı bir zevk…

Erdek’ te görülebilecek yerler:

Kirazlı Manastır

Muhla Kalesi

Çifte Oluk (Apostol)

Palata (Çınarlı) çeşmesi

Zeytinli ada

Seyitgazi tepesi

Kurbağalı plajı

Çuğra plajı

Hükümet binası

Gelincik ve deniz
Gelincik ve deniz
Aspava'da sabah
Aspava’da sabah
Yorgun tekne bakıma hazır
Yorgun tekne bakıma hazır
Balıkçı tarakları ayıklarken
Balıkçı tarakları ayıklarken
Erdek'in yeni görüntüsü
Erdek’in yeni görüntüsü
Erdek balıkçı limanı
Erdek balıkçı limanı
Bahçede iki heykel var, biri kuran diğeri yaşatana ait
Bahçede iki heykel var, biri kuran diğeri yaşatana ait
Hüseyin beyin abisi ikinci evinde
Hüseyin beyin abisi ikinci evinde
Aspava'dan iskele
Aspava’dan iskele
Eski dostlar Pınar Otel'de
Eski dostlar Pınar Otel’de
Aspava'da akşam sofrası
Aspava’da akşam sofrası
Erdek körfezi
Erdek körfezi
Pınar Otel sahili
Pınar Otel sahili
Aspava mutfağında akşam
Aspava mutfağında akşam
Özgün Aspava tasarımı
Özgün Aspava tasarımı
Erdek Limanında tekneler
Erdek Limanında tekneler
Erdek limanı
Erdek limanı
Aspava mutfağı
Aspava mutfağı
Narlı'da seyyar satıcı
Narlı’da seyyar satıcı
Konağın ön bahçesi
Konağın ön bahçesi
Limanın kiracıları
Limanın kiracıları
Pınar Oteli sahilinde iğde ağaçları
Pınar Oteli sahilinde iğde ağaçları
Aspava ekibi görevde
Aspava ekibi görevde
Kaya"The Rock" Disco
Kaya”The Rock” Disco
Aspava' daki eviniz
Aspava’ daki eviniz
Hüseyin bey deniz tarağı seçerken...
Hüseyin bey deniz tarağı seçerken…
Aspava gecesi
Aspava gecesi
Buyurun misafirimiz olun...
Buyurun misafirimiz olun…
Limandan Zeytinliada
Limandan Zeytinliada
Aspava figürleri
Aspava figürleri
Kapıdağı yarımadası kıyıları
Kapıdağı yarımadası kıyıları
Zeytinliada
Zeytinliada
Aile tasarımı servis altlığı
Aile tasarımı servis altlığı
Aspava= ikinci eviniz
Aspava= ikinci eviniz
Deniz tarağı seçiliyor...
Deniz tarağı seçiliyor…
Aspava meze dolabı
Aspava meze dolabı
Aspava akşamı
Aspava akşamı
Aspava'da kavurma tavası
Aspava’da kavurma tavası
Erdek'te Atatürk heykeli
Erdek’te Atatürk heykeli
Aspava'da zaman sayacı
Aspava’da zaman sayacı
Kahvaltı sofrası-Aspava
Kahvaltı sofrası-Aspava
Aspava duvar apliği
Aspava duvar apliği
Aspava akşama hazır
Aspava akşama hazır
Erdek Hükümet binası
Erdek Hükümet binası
Sardunya Aspava'yı sevmiş...
Sardunya Aspava’yı sevmiş…
Vehbi Koç'un Pınar Otel odası
Vehbi Koç’un Pınar Otel odası
Liman ve Zeytinliada
Liman ve Zeytinliada
Kaya "The Rock" Disco girişi
Kaya “The Rock” Disco girişi
Hükümet konağı
Hükümet konağı
Eski dostlar sohbette...
Eski dostlar sohbette…
Deniz tarağı tabağı
Deniz tarağı tabağı
Narlı'da eski bir zeytinyağı fabrikası
Narlı’da eski bir zeytinyağı fabrikası
Erdek merkez botanik yolu
Erdek merkez botanik yolu
renkli Erdek sokakaları
renkli Erdek sokakaları
Eski dostlar...
Eski dostlar…
Aspava yükünü almış...
Aspava yükünü almış…
Erdek koyu
Erdek koyu

 

 

 

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Bodrum-Kos

27 Cumartesi Nis 2013

Posted by Erhan Ergün in Türkiye, Yunanistan

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Bitez, Bodrum, Bursa, Gümüşlük, Istanbul, Izmir, Lake Bafa Nature Park, Turgutreis, Turkey, Yalıkavak

Yokuş başına geldiğinde Bodrum’ u göreceksin,

Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin,

Senden öncekiler de böyleydiler,

Akıllarını hep Bodrum’ da bırakıp gittiler…

Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı)

Bodrum

Bodrum, fazla söze gerek bırakmayacak kadar bilinen, gidilen, yaşanılan ve zevk alınan bir tatil yöremiz. Hatta son zamanlarda yabancılar tarafından da yaşam yeri olarak seçilmeye başladı. Başladı başlamasına ama, bu kadar yüksek talep bu mega sahil kasabası için iyi mi oldu, kötü mü? Sorunun cevabını sizlere bırakıyorum.

Bodrum kalesi ve limanı

Şimdi bu yöremizi ana hatlarıyla belki de hiç görmeyenler için tanıtmaya çalışacağım.  Bodrum’ a kara ve hava yoluyla ulaşmak en çok tercih edilen seyahat türleri. Kara yoluyla İstanbul’ dan geliyorsanız Yalova, Bursa, Balıkesir, Akhisar, İzmir ve oradan O31 İzmir-Aydın otoyolunu takiben Söke çıkışını kullanarak önce D525 yolu ile Bafa gölü kenarından geçip, Milas’ ta D 330 yoluna girerek Havaalanı kavşağı ve Güvercinlik üzerinden  Torba kavşağına geliyorsunuz. Burada yol üçe ayrılıyor; Doğru giderseniz 3 km sonra Bodrum merkezdesiniz. Sağa ayrılırsanız sırasıyla Torba, Göltürkbükü, Gündoğan, Yalıkavak, Gümüşlük, Turgutreis ve Akyarlar üzerinden Ortakent’e gelip tekrar Bodrum’ a ulaşırsınız.  Sola ayrılırsanız da, Kızılağaç üzerinden Yalıçiftlik’ e oradan da Alman Koyu’ na gelirsiniz, ki burada birkaç büyük tesis (Clup Med, Hapimag Sea Garden, Valtur Bodrum Park) vardır. Bu yoldan sahile doğru değil de Çiftlik köyü yönüne devam ederseniz de, Mumcular’ a ya da Mazıköy, Ören ve Akyaka’ ya gidebilirsiniz.

Bafa Gölü, Kapıkırı

Bu yerleşimlerden Akyarlar, Ortakent, Bitez, Bodrum, Yalıçiftlik, Alman Koyu, Mazıköy, Ören ve Akyaka güney’ e, Yalıkavak, Gümüşlük ve Turgutreis batıya, diğerleri kuzeye cephelidir. Bodrum ile bu yerleşimler arasında düzenli dolmuş seferleri yaz mevsiminde daha sık olmak üzere her zaman mevcuttur. Havaalanı ile Bodrum arasında da yine düzenli servis otobüsleri hizmet vermektedir.

Bodrum, günbatımı

Bodrum’ a gitmek için ideal mevsim yaz olarak bilinmekle birlikte, bunu Mayıs- Kasım aralığı olarak genişletmekte fayda var. Özellikle kalabalıktan çok hoşlanmayanlar için Mayıs, Haziran, Eylül, Ekim ve Kasım ayları önerilir. Temmuz ve Ağustos ayları hem dış hem de iç turizmin tavan yaptığı dönem olduğu için erken rezervasyon (hem kalacak, hem de yiyecek yer açısından) şarttır. Fast food konusunda ise hiç sıkıntı yaşamazsınız. Konaklama ve fast food dışında beslenme konularında pek çok yurt dışı tatil cennetini bile geride bırakabilecek fiyat seviyelerinin olduğu bu yöremizde yüksek sezonda trafik sıkıntısı yaşanır ve bol kazalar olur. Yine bu dönemde kimi yerlerde denize girerken su kirliliği ile karşılaşmanız ise sürpriz olmamalı…

Bodrum

Bodrum ile Yunanistan’ ın Kos adası arasında düzenli tekne seferleri vardır. Buradan Datça’ ya da feribot çalışmaktadır. Ayrıca günübirlik gezinti tekneleriyle değişik koylarda denize girip hoş vakit geçirmek mümkün. Uzun süreli “mavi yolculuk” yapmak da tercih edilen bir başka dinlence türü.

Bodrum, tarihçi Heredot’ a göre Dorian’ lar tarafından kurulmuş, sonra Karyalılar ve Lelegler gelip yerleşmişler. MÖ 650 yılında Megaralılar gelmiş ve adını Halikarnassos olarak değiştirmişler. MÖ 386 yılında Perslerin yönetimine giren Bodrum, MÖ 192 yılında da Romalıların kontrolüne geçmiş. Sonraları Bizanslıların, St. John Şövalyelerinin ve nihayet Osmanlıların idaresine geçen şehir, bu günkü adını Cumhuriyetin ilanından sonra almış.

Bodrum Kalesi, 1406-1523  yılları arasında St. John Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş. Üzerinde bulunduğu kayalık arazi aslında önceleri bir ada iken, sonra doldurulmak suretiyle karayla birleşmiş. Günümüzde Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor. Kalenin iç avlusunda yörenin tüm ağaç ve çiçeklerinden örnekler görmek mümkün.

Bodrum kale girişi

Bodrum merkezden Turgutreis yönünde ilerlerken hemen yolun sağ tarafında Göktepe’ nin yamacında antik tiyatroyu görebilirsiniz. MÖ 300 yılına kayıtlı 13,000 kişilik kapasiteye sahip tiyatroda sezon içinde çeşitli konserler düzenlenmektedir.

Bodrum’ a otomobiliniz ile gidiyorsanız Bafa gölü kenarından geçerken solunuzda bazı kahvaltı durakları göreceksiniz. Bafa ilçesi içinde de çok var, tavsiye edilir. Ayrıca Bafa ilçesi içinden Kapıkırı köyüne giden bir yol da mevcut. Kısa ve dar fakat düzgün bir yol, Kapıkırı’ na geldiğinizde Kaya pansiyon ve Lokantası’ nı göreceksiniz. Dinlenmek ve yemek için uygun bir yer. İstanbul’ a dönerken evinizin zeytinyağı ihtiyacını da Bafa’da bulunan fabrikadan karşılayabilirsiniz.

Dünyanın yedi harikasından birisi sayılan Mavsolos’ un (Mozolus) mozolesi (mozole adı buradan gelmektedir) MÖ 353 yılında ölümünden sonra Bodrum’ da inşa edilmiş, depremler ve istilalar nedeniyle yıkılan ve harap olan mozolenin mermer taşları, daha sonra kalenin yapımında kullanılmış.

Çiftlikköy yolundan Mazıköy’ e ve Mazı sahiline gidebilirsiniz. Burası yapılaşmanın en azından şimdilik yasak olduğu, üç koyu olan gelişmemiş bir yöre ama arsa ve ev fiyatları uçuk. Buraya yakın bir başka yerleşim ise Çökertme. Burada da pansiyon ve lokantalar mevcut, Kaptanoğu pansiyon bunlardan birisi (tel 02525310177).

Alman koyunda su sporu

Bodrum’ u çok seven ünlü roman ve hikaye yazarımız Cevat Şakir Kabaağaçlı, 1890 yılında Girit’ te doğmuş, çocukluk yılları babasının görevi nedeniye Atina’ da geçmiş, Robert koleji bitirdikten sonra İngiltere’ de Oxford  üniversitesi’ nde tarih okuyup yurda dönmüş. İk evliliğini yaptığı İtalyan eşiyle bir süre İtalya’ da yaşadıktan sonra, 1914 yılında tabancasından çıkan bir kurşunla babası ölünce hapse girmiş. Yakalandığı verem hastalığı nedeniyle erken tahliye edilip daha sonra yazdığı bir yazı nedeniyle Bodrum’ a sürgüne gönderilmiş. Bodrum’ a olan tutkusu sürgündeyken başlamış ve hiç bitmemiş. 1973 yılında kaybettiğimiz yazarın mezarı Bodrum’ da…

Bodrum’ a giderseniz mutlaka yapmanızı tavsiye edeceğim şeylere gelince;

  • Kaleyi ve müzeyi gezin
  • Günübirlik tekne turu yapın
  • Gümbet’e ve Bitez’e gidip görün
  • Turgutreis’i, marinasını  ve Akyarlar’ı ziyaret edin
  • Ortakent’ e gidin, Palavra Restaurant’ ta (tel 02523586290) balık yiyin
  • Gümüşlük’ te balık yiyin (Mimoza Restaurant, tel 02522476117)
  • Yalıkavak çarşısını, pazarını görün, Balıkçı Hasan’ ın Deniz Lokantasında (tel 02523854242) deniz ürünlerinin tadına bakın, güneşi Yalıkavak’ ta batırın
  • Yalıçiftlik’e ve Mazıköy’ e gidin, Alman koyunu görün
  • Bodrum çarşısını gezin, deniz mahsullerini tadın, sahilde yürüyün ve dondurma yiyin
  • Pasaportunuz ve vizeniz varsa ve yanınızdaysa en azından günübirlik Kos adasını ziyaret edin
Yalıkavak pazarı
Alman Koyu
Bodrum Çarşısı
Sea Garden Manzara Restoran keyfi
Milas uyku vadisi
Bodrum Marinası
Sea Garden' da günbatımı
Alman koyunda tekneler
Gümüşlük, Bodrum
Çiftlikköy balıkçı koyu
Bodrum sahili
Bodrum Yalıkavak
Çiftlikköy'de lokanta
Yalıkavak pazarında gözlemeciler
Herodot heykeli, Bodrum
Club Flipper
Bu yemeğin adı "CIRIK" !
Yalıkavak koyu
Akhisar Ramiz' de salata
Bodrum limanı

KOS

Kos adası, ülkemize en yakın Yunan adalarından birisi (4km) ve deniz yoluyla kolay ulaşılabilen bir eski yerleşim.  Kalimnos ve Nisiros adaları arasında yer alan adaya ilk yerleşenler Carian’ lar (Karyalılar) ve Dorian’ lar MÖ 11.yy’ da adayı ele geçirmişler. Adada ipek üretimi eski çağlarda başlamış ve kadınların kontrolünde devam etmiş. Bulunduğu yer dolayısıyla tarihte pek çok volkanik olayın  etkisinde kalan ada, bu yüzden çok verimli topraklara sahip ve şarapçılık adanın bir diğer uğraşı alanı.

Port of Kos

Orta çağda Venedikliler adayı istila ettikten sonra 1315 yılında onu Rodos’ lu St. John şövalyelerine satmışlar. 1523’ te Osmanlılar adayı alıp 400 yıl kadar yönetmişler ve sonra 1912 yılında İtalya’ ya devretmişler.

Adanın merkezi sayılan Kos yerleşiminde antik çağda çok büyük bir agora varmış. Burası halkın toplandığı, ticaretin yapıldığı ve yönetimlere de ev sahipliği yapan bir yermiş. Şimdilerde aynı yerde büyük olmasa da şehrin merkezi konumunda bir açık alan var. Kos’ ta Platani adında ve genellikle Girit’ ten göç etmiş Türklerin yaşadığı bir mahalle de var.

Türkçe adı İstanköy olarak bilinen Kos adasına gelmek için Türkiye’ den iki ayrı noktadan tekne seferi var. Bodrum limanından ve Turgutreis limanından hareketle gitmek mümkün. Turgutreis daha yakın olduğu için daha kısa sürüyor. Ayrıca Avrupa’ dan ve Yunanistan’ dan hava yoluyla gitmek de olası.  Adaya geldiğinizde yanaşılan limanda bir kale var, bu kale St. John Şövalyeleri  tarafından 1315 yılında yapılmış. Tekneden inip pasaport ve gümrük işlemlerini tamamladıktan sonra (yüksek sezonda biraz uzun sürüyor) limanda sizi otel, pansiyon ve kiralık küçük otomobil, motorsiklet pazarlayan ve genellikle Türkçe bilen satıcılar karşılıyor. Önceden hiçbir bağlantınız olmasa da bu olanaktan faydalanabilirsiniz.

Agora`dabirakeyfi1

Adayı gezmek için oto ya da motor kiralamak iyi fikir. Bisiklet kiralayıp adayı gezmek ise ayrı bir keyif olabilir…Öte yandan hiçbirşey kiralamadan otobüs ile de adanın diğer yerleşimlerine gidip gelebilirsiniz.  Kos içerisinde de düzenli servis yapan bir eğlence treni mevcut. Bu tren ile Asklepieion’ daki hastaneye kadar gidip dönmek mümkün. Adanın diğer bölgelerinde temiz ve uzun kumsallı plajlar var. Bir gece kalmalı iki gün ada için yeterli bir süre. Akşam barlar sokağının  oldukça canlı olduğu söyleniyor.

Kos Tavernaları

Tarihte ün yapmış fizikçi ve hekim Hipokrat’ ın Kos adasında MÖ 460 yılında doğduğu rivayet ediliyor. Merkezde çok yaşlı bir Hipokrat ağacı ve sahilde de bir anıt mevcut. Ayrıca Hipokrat’ ın kurduğu bir tıp okuluyla bir de hastane mevcut.

Kos adasıyla diğer Yunan adaları arasında da feribot seferleri var. Örneğin Simi, Lakki, Nisiros, Tilos, Rodos, Kalimnos adalarına buradan gitmek mümkün.

Kos kale duvarları
Odeon, Kos
Hipokrat ağacı
Katolik kilisesi
Kos' ta modern kilise
Kos Liman içi
Osmanlı Camii, Kos
Kos Bisiklet yolları
Dönüş yolunda
Hipokrat heykeli
Şadırvan
Kos kalesi
Tarih gezisi
Kos
Tarihi kalıntılar
Kos marinası
Kos tekneleri

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Almanya’ dan bir buket…

06 Cumartesi Nis 2013

Posted by Erhan Ergün in Avrupa

≈ 4 Yorum

Etiketler

Cologne, Dresden, Frankfurt, Germany, Neckar, Turkey, Volkswagen, Wilhelm Grimm

Heidelberg

26 Ağustos 2005 Cuma günü İstanbul’ dan hareketle önce Frankfurt’a gidiyor ve oğlumla buluşup araba kiralayarak hemen güneye doğru E35 karayolunu takiben yola çıkıyoruz. Radarımızda Heidelberg şehri var. 1386 yılında kurulmuş üniversitesiyle meşhur bu şehir, Neckar nehrinin bir yakasında bulunuyor. Üniversite tarih boyunca önemli rol oynamış ve Almanya’ nın en eski kütüphanesi de burada. Romantik bir şehir olarak bilinmesi ve her yıl kalede düzenlenen festivaller, şehri bir turizm cenneti haline getirmiş. Nehire ve üzerindeki eski köprüye hakim görüşü olan “Filozoflar Yolu” da yürümeye değer…

Heidelberg kalesi ve köprüsü

Stuttgart

28 Ağustos 2005 Pazar sabahı saat 11.30 gibi ulaştığımız şehirde yaşam henüz başlamamıştı. Caddeler, sokaklar bomboş. Önce Porsche müzesini gezip araba merakımızı giderdikten sonra, yetinmeyip bir de MB müzesine gidiyoruz. Stuttgart Porsche, Daimler Benz, Bosch, Maybach, Mahle gibi ünlü otomotiv markalarıyla bilinen bir sanayi şehri. Burası da Neckar nehri üzerinde bulunuyor ve Türkiye’ den epeyce göç almış. Bol tepeleri olan bir arazi yapısına sahip şehirde, iklim uygun oduğu için bağcılık önemli bir ekonomik unsur ve şarap üretimi de yapılıyor.

Stutgard Porsche müzesi

Wiesbaden

30 Ağustos 2005 sabahı geldiğimiz Wiesbaden, Avrupa’ nın en eski spa şehirlerinden birisi. Bir zamanlar 26 adet termal kaynak olduğu söylenen şehirde bugün 14 kaynak hala faal. Kent Rhine nehri üzerinde kurulu ve Hesse eyaletinin başkenti. Her yıl Mayıs ayında düzenlenen sanat festivali, Ağustos ayında yapılan şarap festivali ve diğer müzik festivalleriyle önemli konukları da ağırlayan bir yerleşim. Frankfurt’ a yakın ve ulaşımın son derece kolay olması da popülerliğini arttıran bir başka unsur.

Kurhaus, WiesbadenWiesbaden

Frankfurt

31 Ağustos 2005 günü durağımız olan Frankfurt am Main, bir milyonu aşan nüfusuyla Almanya’ nın finans ve ulaşım merkezi. Aynı zamanda büyük bir de fuar merkezi (Frankfurt Messe) var. Burada her sene otomotiv, kitap ve müzik fuarları ve diğerleri düzenleniyor. Roma devrinden kalan şehirde tarih boyunca Alman kralları seçilmiş, hatta taç giydirilmiş. Almanya ekonomisinin kalbinin attığı bu şehirde de Türk girişimciler oldukça başarılı. Biz Römerberg meydanında soluklanıp bu tarih kokan şirin yerde karnımızı doyurduktan sonra nehir kenarında dolaşıp merkezde alışveriş yaparak günü tamamlıyoruz. Gezip görülebilecek sayısız yeri olan Frankfurt’ ta pekçok sanatsal aktiviteyi de izlemek mümkün. Her konuda bilgi alınabilecek bir linki aşağıda veriyorum:

http://www.frankfurt.de/sixcms/detail.php?id=stadtfrankfurt_eval01.c.317693.en

Frankfurt ve Main nehri

Dresden

Bu şehir, çalıştığım dönemde VW grubun bir toplantısına katılmak üzere ziyaret ettiğim ve görülmesi gereken eski ve önemli bir Doğu Almanya yerleşimi. VW grubun burada lüks otomobillerin üretimini yaptığı bir “cam fabrika” sı var. Dresden, Elbe nehri vadisinde kurulmuş ve Saksonya eyaletinin başkenti. Şehir, merkezinde bulunan Barok ve Rokoko tarzı yapılar nedeniyle “ziynet kutusu” olarak biliniyor.  İkinci Dünya Savaşının sonlarında ağır bir hava hücumuna maruz kalan şehirde pekçok tarihi eser büyük yara almış, fakat yapılan ciddi restorasyon çalışmaları sonucu yapılar tekrar geri kazanılmış.

Tarihi MÖ 7500 yıllarına uzanan Dresden’ in sanatsal altyapısının temelinde, Saksonya kralı Frederic Augustus’ un şehire pekçok ressam, mimar ve müzisyeni getirmesi olduğu söylenir. 18-20.yy’ larda toplumsal olaylara sahne olan şehrin ekonomisi de yıllar itibariyle otomotiv, ilaç, gıda işleme ve üretim konularında gelişmiş. 1871 yılında Alman İmparatorluğu kurulurken, burada büyük bir askeri garnizon oluşturulmuş ve günümüzde garnizonun bulunduğu yerde Askeri bir müze var.

Dresden şatosu ve Elbe

1944 ve 1945 yıllarında yedi kez bombalanan şehir Kızıl Ordu’ ya da ev sahipliği yapmış.

Dresden Şatosu (kraliyet rezidansı), hemen yolun karşısında bulunan Zwinger Sarayı, mimarisi bir gemiye benzeyen Katolik Hofkirsche, onarımı son zamanlarda bitirilen Frauenkirsche, Semperoper opera binası, Meissen porseleniyle yapılmış duvar süslemelerinin bulunduğu Fürstenzug görülmesi gereken yerlerden sadece birkaçı…

Köln

Yine bir iş toplantısı amacıyla bulunduğum ve Roma imparatoru Claudius tarafından MÖ 50 yılında bir koloni olarak kurulan Köln, bugün bir milyonu aşan nüfusuyla Almanya’ nın dördüncü büyük şehri. 1248 yılında temeli atılan Köln Katedrali, kentin en önemli simgesi. 2. Dünya Savaşında sahip olduğu hemen her yapıyı bombalara kurban veren bir yerleşim.  Adını bu şehirden alan meşhur kolonya (Eau de Cologne) da ilk defa 1709 yılında burada  bir Fransız şirketi tarafından üretilmiş. Rhine nehrini her iki yakasında da kurulmuş olan bu tarihi kent, “Kölsch” adındaki birasıyla ve 11 Kasımda başlayıp takip eden yılın 4 Şubat-10 Mart tarihlerine kadar süren karnavalıyla da biliniyor. Daha kapsamlı bilgi için:

http://www.cologne.de/Kanal üzerinde-Köln

Kassel

Fulda nehrinin üzerinde kurulmuş olan bu şehir, bünyesinde barındırdığı Volkswagen grubuna ait üretim ve lojistik tesisleriyle, ülkemizden göç eden vatandaşlarımızın da yerleştiği bir merkez. Romalılar devrine kadar inen tarihiyle ve gerek Kalvinist protestanlara ev sahipliği yapmasıyla, gerekse savaşlar sırasında askeri üs olarak kullanılmasıyla hatırlanıyor. Doğu ve Batı Almanya’ nın birleşmesi öncesi ikili görüşmelere de sahne olmuş Kassel. Frankfurt’ tan hızlı trenle Kassel-Wilhemshöhe yaklaşık iki saat sürüyor. Otomobil kiralayarak da 5 ve 7 numaralı otoyollardan rahatça ulaşılabiliyor. Çalışma hayatım sırasında sık sık ziyaret ettiğim bu şehrin en sevdiğim yerleri  Wilhemshöhe sarayı, onu çevreleyen büyük Bergpark ve şehre tepeden bakan Hercules heykeli. Yaz aylarında haftanın belli günleri, tepeden aşağıdaki göle kadar akan kaskad şeklindeki su yolu  ile bitimindeki şelalede yapılan su gösterileri de ayrı güzel. Jacob ve Wilhelm Grimm kardeşler de yaşamlarının uzun yıllarını burada geçirerek, bilinen hikayelerini edebiyat dünyasına kazandırmışlar.

Orangerie sarayı-Kassel

Hannover

Aşağı Saksonya eyaletinin başkenti olan Hannover Leine nehri üzerinde kurulmuş ve kendi adıyla ünlenmiş fuarıyla ve CeBIT fuarıyla tanınıyor. Merkezi Braunschweig’ da ve üretim tesisi Volfsburg’ da bulunan VW grubuna iş ziyaretlerim sırasında uçuş noktası olarak kullandığım bu şehir ve çevresi, savaş yıllarında sanayisiyle direnmiş ve aynı zamanda bombalara hedef olmuş. “October Fest” adıyla bilinen bira festivali heryıl burada da yapılıyor. “Herrenhausen” bahçeleri, hayvanat bahçesi, Market kilisesi ve çevresi mutlaka görülmeli. Fuar zamanları çok kalabalık olan şehirde kalacak yer bulmak da çok zor, erken rezervasyon şart…

Tren istasyonu, HannoverTown Hall, Hannover

Düsseldorf

Burası bir iş ve finans kenti. Köln’ de bulunduğum bir sırada trenle bir saatten az bir sürede ulaştığım, Rhine nehri üzerindeki bu şehirde her sene Temmuz ayında nehir kıyısında düzenlenen fuarı pekçok turist ziyaret ediyor. Reklamcılık, moda, telekomünikasyon gibi sektörlerde çok aktif rol alan şehirde “kö” adıyla bilinen ve uzun adı “Königsallee” olan alışveriş merkezinde ünlü markaları bulabilirsiniz. Köln şehriyle hep tatlı bir rekebet içinde olan Düsseldorf’ ta da meşhur bir bira var, adı “altbier”…

Düsseldorf

Düssseldorf, gece görüntüsü

Bremen

Weser nehri kenarında kurulmuş ve tarih boyunca çok fazla gelişememiş bu şehri belki de en çok meşhur yapan, Grimm kardeşlerin kitabında adı geçen “Bremen Mızıkacıları” dır. Yine bir iş toplantısı için gittiğim Bremen’ de görülmesi gereken yerler, “Altstadt” (eski şehir), “Marktplatz” meydanı, St. Petri katedrali, “Ratskeller” girişinde bulunan bronzdan yapılmış “Bremen Mızıkacıları” heykeli ve “Schlachte” adıyla bilinen ortaçağ limanı, ki bugün üzerinde pub’ların, barların, kafelerin bulunduğu bir bulvar var…

Leipzig

Yine bir iş toplantısı için gittiğim bu şehir, bir zamanlar kültür (müzik ve basılı yayın) ve öğrenimin üst düzeyde olduğu bir Avrupa kentiymiş. İkinci Dünya Savaşı sonrası Doğu Almanya’ nın Sovyet blokundaki değeri artarken, Leipzig’ in önemi azalmış. Fakat iki Almanya’ nın birleşmesini fırsat bilen kent yöneticilerinin başarılı çalışmaları ile bugün Leipzig, sahip olduğu alt yapısıyla yaşanabilir kentler listesinde yukarılara tırmanmış. Şehrin müzik geçmişinde Johann Sebastian Bach uzun yıllar burada çalışmış, Richard Wagner burada doğmuş, Robert Schumann yine bu şehirde aktif roller üstlenmiş. St.Thomas kilisesi görülmeye değer, Leipzig Opera Binası ise muhteşem….

Leipzig-clara zetkin parkKONICA MINOLTA DIGITAL CAMERA

Münih

Isar nehri üzerinde kurulmuş, Almanya’ nın üçüncü büyük şehri ve Bavaria eyaletinin başkenti. Tarihte adının geçtiği ilk yazılı belge 1158 yılına ait. Her iki Dünya Savaşında kötü yaralar almış, bugün Alman ekonomisine katkısı çok büyük. Pek çok büyük şirketin (BMW, Siemens, MAN, Linde, Alianz gibi) merkezi burada bulunuyor. Hep iş konulu seyahatlerim nedeniyle bulunduğum bu şehirde heryıl düzenlenen “Octoberfest” yani bira festivaline bir kere gitme şansım oldu, ikincisini iple çekiyorum. 1972 yılındaki olimpiyat oyunları için yapılan meşhur olimpiyat stadı görülmeye değer. Uluslararası Münih fuarı ayrıca ziyaret edilmeli…

Münih hakkında yazılabilecekler buraya sığmaz, ama tüm bilgilere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://www.muenchen.de/rathaus/home_en/

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 Octoberfest, Münih

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Bursa-İnegöl-Eskişehir gezisi

23 Cumartesi Mar 2013

Posted by Erhan Ergün in Türkiye

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Balkan, Bursa, Eskişehir, Istanbul, Köfte, Mobilya, Odunpazarı, Pendik, Turkey, Yalova, İnönü, İnegol

7Nisan 2008 Pazartesi

Sabah 08.30′ da dostlarımızla Suadiye’ de buluşup 09.30 feribotuyla Pendik’ ten Yalova’ ya geçtik. Hava şimdilik kapalı ve yağmurlu. Bu defaki seyahatimiz Bursa, İnegöl ve Eskişehir’ i kapsıyor. Bursa’ da fazla oyalanmadan (çünkü bu şehrimizi ve civarını bir başka yazımın konusu yapacağım…) İnegöl yönüne saptık ve merkeze gelince arabamızı parkedip yayan olarak şehir turu yaptık. Karnımız acıkınca da, en meşhur köfteciyi sorduk, çarşı içinde “Beşler” köftecisi olduğunu öğrenip, İshakpaşa camii ve külliyesinin hemen karşısındaki bu küçücük dükkanda meşhur inegöl köftesinin tadına baktık. Sadece köfteler değil, aynı zamanda yanında sundukları baharatlı ve acılı soslar, piyaz salatası ve soğuk içecekler de gerçekten tavsiye edilir…

İnegöl, Bursa’ nın en büyük ilçesi ve Kafkas, Balkan ve Anadolu göçmenlerinden oluşan bir yerli halkı var. Tarihi 5000 yıllık olan bu yörede tarih boyunca Lidyalılar, Britanyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar hüküm sürmüşler. Çitli maden suyu, Oylat kaplıcaları ve Osmanlı donanmasına hizmet eden kereste imalathaneleri ile meşhur bir yöremiz. Günümüzde mobilyacılık sektörü, kasabanın ekonomisini canlı tutmaya devam ediyor.

İnegöl şehir meydanı
İnegöl İshakpaşa camii
Pendik' ten hareket
İnönü camii ve inler mağaraları
İnönü İnler mağarası
İnegöl İshakpaşa külliyesi ve camii
Bursa botanik parkı
Bursa botanik parkı laleler
İnegöl Besler köftecisi
İnegöl Beşler köftecisi
İzmit körfezinde günbatımı

Tekrar yola koyulup saat 14.00 te Eskişehir’ e vardık. Atışkan otelde yer olmadığı için Arslan otele yerleşip çıktık ve yağmurda şehri dolaşmaya başladık. Anadolu Üniversitesi kampüsü, Türkiye’ nin üçüncü büyük kampüsüymüş. Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Porsuk nehri boyunca şehre bir Avrupa kenti görüntüsü verecek önemli yapılaşmalara imza atmış. Nehrin iki kıyısı dışında kalan diğer yerleşimler herhangi bir Anadolu şehrinden farklı olmasa da, bu bölge, genç üniversite öğrencilerinin de katkılarıyla göz dolduruyor. Bölgenin hemen her yerine dağılmış bronz heykelller, rengarenk köprüler, Belediye ve Valilik binaları, tramvay sistemi diğer Anadolu şehirlerine, hatta İstanbul’ un bazı semtlerine örnek olabilir…

Çarşıyı dolaşırken sohbet etme fırsatı bulduğumuz lüle taşı imalatçıları ise çok dertli. Fiyatların düşük, buna karşın işçilik maliyetinin yüksek olması onları bezdirmiş. Üstelik bir de imitasyon lüle taşı çıkmış piyasaya…

Akşam yemeğimizi, kampüse yakın bir yerdeki “Biyer” isimli lokantada yiyoruz. Otele dönerken gece geç vakitte bile nehir civarının canlı olduğu gözleniyor.

8 Nisan 2008 Salı

Sabah otelden ayrılıp, çiğ börek  evini arıyor ve sorarak buluyoruz (Atatürk Bulvarı No:99).  Aslında bu böreğin adında bile henüz mutabakat sağlanamamış. Biz hep “çiğ börek” olarak bildik, fakat herşeyden önce çiğ değil, pişmiş. Dahası, Kırım Tatarlarının bu meşhur yemeği (ki Rusya’ nın Kırım bölgesinde yaptığım iş seyahatlerimden birisinde ziyaret ettiğim Bahçesaray – Bakhchysarai – köyünde de aynen pişirip tüketiyorlar) için doğru ismin, Kıpçak lisanında “lezzetli” anlamına gelen “şı” öneki kullanılarak “şıbörek” olduğu söyleniyor. Bunlarla yetinmeyip, “şır börek”, “çibörek” gibi versiyonlar da türetilmiş.

Böylece, hamur işi ve çay ile kahvaltımızı yapıyoruz. Sonraki durağımız Odunpazarı. Burası restore edilmiş Osmanlı tarzı eski evlerin bulunduğu bir mahalle. Bazılarının içinde de sergiler var. Bir tanesini, içinde cam ve vitray ürünlerden oluşan sergi bulunanı geziyoruz. Bu mahallede ana meydan üzerinde bir de Atatürk müzesi var. Eski fotoğraflar, Atatürk’ e ait eşyalar ve eski gazete haberleri sergileniyor. Dolaşırken yanınızda bilgi vermek amacıyla görevli bir personel de yardımcı oluyor ama ne yazık ki benden başka gezen yoktu…

Eskişehir’ in tarihi hakkında yazılabilecek pek çok şey var. Günümüzde artık internet sayesinde bu bilg’lere ulaşmak çok kolay. Ancak, diğer bazı Anadolu şehirlerinin belediyelerinin web sitelerindeki bilgilerle karşılaştırıldığında,  Eskişehir Belediyesi’ nin web sitesi göz dolduruyor. Başındaki idarecilerin ciddi ve detaylı yaklaşımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan bu  güzel kaynak, aşağıda sunduğum link tıklanarak değerlendirilebilir;

http://www.eskisehir-bld.gov.tr/eskisehir_tarihce.php

Saat 11.45′ te Eskişehir’ den ayrılıp İnönü yöresine doğru gidiyoruz. Burada çok şey görebilmeyi umuyoruz, fakat meydan savaşının olduğu alanla ilgili beklentim boş çıkıyor. Hem bilgilendirme levhası eksiği var (belki geçen zaman içinde tamamlanmıştır), hem de altyapı noksan. Mağaraları ve uzaktan şehitliği görüp geçmek zorunda kalıyoruz, çünkü şehitliğe giden yol ne yazıktır ki ham toprak…

Dönüş yolunda Bursa Botanik Bahçesi’ ndeki İskender Restoran mola yerimiz oluyor. Nefis iskender sonrası hazım yürüyüşü için dinlendirici ve huzur dolu bakımlı bahçe bulunmaz bir nimet (yazın hafta sonları  böyle olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek)…

Eskişehir belediyesi
Eskişehir odunpazarı evleri 6
Eskişehir odunpazarı evleri 9
Odunpazarı, Eskişehir
Cam ürünler
Eskişehir Tepebaşı Belediyesi
Eskişehir Reşadiye camii
Eskişehir çarşısı
Eskişehir odunpazarı evleri 1
Eskişehir Atatürk müzesi
Eskişehir'de meydan kahvesi
Cam ürünler
Eskişehir heykelleri
Eskişehir odunpazarı müzeevi içi

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Serhat şehri Edirne

02 Cumartesi Mar 2013

Posted by Erhan Ergün in Türkiye

≈ 3 Yorum

Etiketler

Arda, Balkan Savaşı, Ciğer Tava, Edirne, Fatih Sultan Mehmet, Hagia Sophia, Lokum, Mehmed II, Meriç Köprüsü, Middle East, Mimar Sinan, Mis sabun, Ottoman Empire, Tunca, Turkey, Şükrü Paşa

Hacı Adil Bey Çeşmesi
Meriç Köprüsü üzerinde Kitabe Köşkü
Lozan binası
Meriç Köprüsü üzerinden görünüş
Eski Edirne Garı
Kara tren
Meriç Köprüsü
Darüşşifa' da ebru sanatı
Üç şerefeli Cami'nin burmalı minaresi
2. Bayezit Külliyesi
Selimiye camii anakubbesi
Selimiye ve Mimar Sinan
Mimar Sinan heykeli
Nostaljik Kara tren
Darüşşifa talebe odası
Ali Paşa Çarşısı
Trakya Üniversitesi

Bugün “serhat şehri” Edirne‘ ye günübirlik bir seyahat gerçekleştireceğiz. Sabah erken saatlerde dostlarımızla İstanbul Suadiye sahil yolunda buluşuyor ve tur otobüsüyle yola çıkıyoruz.  TEM yolunu takiben üç saate yakın süren sakin ve rahat bir seyahat sonrası saat 10.00 sularında Edirne’ ye ulaşıyoruz. Hava kapalı ve yağmur yağıyor.

Yapmayı planladıklarımız:

  • Selimiye Camii ziyareti

  • Darüşşifa (2.Bayezit Külliyesi) ziyareti

  • Eski Cami, Edirne Bedesteni, Rüstem Paşa Kervansarayı ziyareti

  • Selimiye Arastası, Ali Paşa Çarşısı

  • Meşhur ciğerci Niyazi Usta’nın lokantasında öğle yemeği

  • Meriç Köprüsü ziyareti

  • Lozan Anıtı ziyareti

  • Balkan Savaşı Müzesi, Şükrü Paşa Anıtı ziyareti

DSC03995

Edirne’ nin Tarihi:

Edirne şehri, Tunca, Arda ve Meriç nehirlerinin buluştuğu düzlükte kurulmuş. Tarihi MÖ 7. yy’a uzanıyor. İlkçağda Orta Asya’ dan göç eden Traklar tarafından kurulan ve Orestia adı verilen şehire, Büyük İskender stratejik öneminden ötürü kent statüsü vermiş ve Makedonya egemenliğinden sonra Roma dönemine giren Edirne, 395 yılında Roma İmparatorluğu’ nun ikiye ayrılması ile Doğu Bizans yönetimince idare edilmiş.

Roma İmparatorlarından 2. Hadrianus’un şehir üzerinde çok emeği geçmiş, Edirne yeniden imar edilmiş ve Hadrianopolis adıyla anılmaya başlamış. Bu dönemde yamuk dörtgen biçimindeki bir kale içi olarak imar edilen şehirden günümüze sadece dörtgenin bir köşesindeki saat kulesi kalmıştır. 1361 yılına kadar Bulgar Türkleri ve Peçeneklerin hedefi haline geen kent, bu tarihte 1. Sultan Murat tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve 1453′ e kadar Payitaht olarak kalmış. Bu dönemde, şimdiki Selimiye camisinin bulunduğu alanda bir saray yaptırılmış.

Sultan 2. Murat zamanında gelişen ve pekçok tarihi eser yapılan şehir, Fatih Sultan Mehmet‘ in de doğduğu yer.

Osmanlı döneminde merkezi Sofya’ da bulunan Rumeli Beylerbeyliği’ ne bağlı bir sancak olan Edirne, aynı zamanda üniversite şehriymiş.

Tarihte iki büyük yangına ve Rus, Bulgar ve Yunan istilalarına sahne olan Edirne, son oarak  25 Kasım 1922′ de işgalden kurtarılmış.

Eski cami
Şifahane odalarından birisi
Selimiye avludan dışarısı
Selimiye camii avlusu
Sukulesi ve ciğerci Niyaziusta
Darüşşifa ebru desenleri
Kent tarihi müzesi

Edirne’ nin simgeleri;

Beyaz peynir, Mis meyve sabunu, Edirnekari, Tava ciğer, Badem ezmesi, Aynalı süpürge.

Meriç Köprüsü;

Meriç ve Arda nehirlerinin birleştiği yerde Meriç nehri üzerinde 1842-1847 yılları arasında inşa edilmiş. Benzeri olan Tunca (Bayezid) Köprüsü ise, Tunca nehri üzerinde 1608-1615 yılları arasında yapılmış.

Balkan Savaşı;

1912-1913 yıllarında dört devlete karşı yapılan Balkan Savaşı sırasında Edirne’ yi iki ay süreyle savunması emredilen Şükrü Paşa, beş ay savunma yaptıktan sonra 26 Mart 1913 tarihinde teslim olmak zorunda kalmış. Kitabesinde şunlar yazıyor:

“Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum.

Beni mezara koymayın!..Etimi, itler ve kuşlar çeke çeke yesinler…

Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam,

kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır. Beni bu mahale gömeceksiniz…

Ve gelen nesiller, üzerime bir abide dikeceklerdir !…”

Şükrü Paşa

DSC03808

Balkan savaşlarında yaşananları ve çekilen sıkıntıları bir nebze yansıtan savaş müzesi mutlaka görülmeli.  Müzeyi gezerken ders çıkarılabilecek pek çok unsur var, çıkarmak isteyenler için tabii…

Öğle yemeği için, merkezde eski su kulesi yakınında bir sokak arasında bulunan meşhur Niyazi Usta’ nın ciğer tavasının tadına bakmak üzere dükkana doluşuyoruz. Gerçekten kaçırılmaması gereken bir fırsat. Çıtır çıtır ciğerler ve birlikte servis edilen yine çıtır çıtır yeşil biberler apayrı bir lezzete sahip. Usta da işinin başında ve servis oldukça hızlı. En önemlisi ise, hem ciğer taze hem de hep taze yağda  pişiriliyor.

Trakya Üniversitesi Sağlık Müzesi;

1984 yılında Üniversite’ye tahsis edilen Darüşşifa, Osmanlı döneminde müzikle hasta tedavisi yönteminin uygulandığı eşsiz  miraslarımızdan. Türk müziğinin bazı makamlarının, su sesinin ve güzel kokunun bazı hastalıkların iyileştirilmesinde kullanılmasına örnekler sunan müzede saatler harcanabilir. Bu müze 2004 yılında  verilen Avrupa Müzesi ödülünün de sahibi…

Selimiye Camii;

Mimar Sinan‘ ın “ustalık dönemi” eseri olan cami, 1569-1575 tarihleri arasında Sultan 2. Selim’ in emriyle inşa edilmiş dört minareli, tek kubbeli (Ayasofya‘ nın kubbesinden daha büyük) bir başyapıt.

Ali Paşa Çarşısı;

Mısır çarşısına benzeyen bir kapalı çarşı. Tek farkı çok sayıda sabun ve tekstil ürünü satan dükkan bulunması. Sabunlar o kadar güzel kokuyor ki, birkaç parça satın almadan geçemiyorsunuz. Bir de çarşının dışında meşhur badem ezmesinin satıldığı dükkanlar var. Bunlardan birinde mola verip hem kendimiz, hem de dostlarımız için hediyelik ezme alıyoruz.

İkindi vakti planladıklarımızın çoğunu yapmış olarak, Meriç kenarındaki sıra sıra lokantalardan birisinde masalara yerleşip yerel lezzetlerin tadına bakıyoruz. Bu lezzetlere bazı örnekler; elbasan tava, mamzama (yoğurtlu patlıcan, kırmızı biber ve domatesten oluşan salata), rumeli beğendisi, satır köftesi.

Yemek üzerine çaylarımızı da içip dönüş yolculuğuna başlıyor ve yine güzel bir seyahat sonrası 23.00 sularında evlerimize dönüyoruz. Bir güne sığan ve hem tarih kokan,  hem de değişik lezzetlerin dostlarla birlikte  tadıldığı böyle bir fırsatı siz de her mevsimde yaratabilirsiniz…

Gidemediğimiz yerler:

  1. Edirne Müzesi (Arkeoloji ve Etnoğrafya)

  2. Türk İslam Eserleri Müzesi

 

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Batı Karadeniz Turu

23 Cumartesi Şub 2013

Posted by Erhan Ergün in Türkiye

≈ 3 Yorum

Etiketler

Abana, Akçakoca, Amasra, Ankara, Çankırı, ceviz, Devrekani, Gerede, Horna, Ilgaz, Kastamonu, kayak, Küre, Kuyu kebabı, Orman, Safranbolu, Samsun, sarımsak, Seka, Taşköprü, Tosya, Turkey, Vala, İnebolu, İskilip

Saat Kulesi, Kastamonu
Safranbolu' nun geleneksel evleri
Safranbolu Konakları
Amasra
Cumhuriyet meydanı, Kastamonu
Safranbolu
Kaya Mezarları, Ilgaz
Kastamonu Kalesi
Batı Karadeniz ormanları
Ev kaya mezarları, Kastamonu
Amasra
Kastamonu
Kastamonu Konakları
Eski Konak salonu, Safranbolu
Amasra yolu
Taşköprü' de kuyu kebabı
Eski su kuyusu, Kastamonu
Kastamonu' da eski konaklar
taşköprü

2003 yılının bir sonbahar günü, doğal güzellikleri ile ünlü bir yurt köşesi olan “Batı Karadeniz Bölgesi” ni gezip görmek için İstanbul’ dan hareket ediyoruz. TEM üzerinde ilerlerken, Bolu’ nun Gerede ilçesine geldiğimizde kuzeye doğru dönüp kısmen bozuk satıhlı bir yolda Ilgaz’ a doğru seyahate devam ediyoruz.  Ilgaz kasabası ana yoldan biraz içerde kalıyor ve biz Ilgaz Dağı Mountain Resort’ ta ilk gün yolculuğumuzu bitiriyoruz. Burası, orman içinde inşa edilmiş ayrı ve ikişer katlı eski tarz evlerden oluşturulmuş bir devre tatil cenneti.

Antik dönemde adı Olgassys olan Ilgaz dağında kalınacak tesislerin yanısıra 800 ve 1,500 metre uzunluğunda iki kayak pisti var. Doruk noktasının yüksekliği 2,587 metre.

Sabah ilk işimiz Kastamonu‘ ya doğru yola koyulmak. Yol oldukça güzel, çam ormanlarının arasından geçerek ilerliyoruz. 1982 yılının ikinci yarısını geçirdiğim Taşköprü ilçesinin bağlı olduğu Kastamonu, hem tarihiyle, hem doğasıyla, hem de insanıyla görülmesi gereken bir şehir. “Aradan geçen yirmi yıla yakın sürede acaba ne değişiklikler olmuştur?” düşüncesiyle şehre adım attık. Belirleyici unsurlar yerli yerinde duruyor: Vilayet Konağı, kale, saat kulesi, eski konaklar, şehrin içinden geçen ve Gökırmak‘ ın bir kolu olan Karaçomak deresi.

Konak tipi eski evlerde el sanatları sergileniyor. Kaleden şehrin görüntüsü harika. Hükümet binası ve önündeki Cumhuriyet parkı güzel düzenlenmiş. Çarşısı ise bir hayli kalabalık. Eskiye oranla daha çok öğrenci gördüm kentte. Bu da, daha çok eğitim kurumu açıldığını gösteriyor.

Kastamonu’ nun 170 km’ lik sahil şeridi var ve ilin hemen her yerinde Karadeniz’ e özgü sarıçam, kızılçam, karaçam, kayın, meşe, köknar ve ladin ağaçlarının oluşturduğu ormanlar, özellikle bu mevsimde sarı-turuncu-kızıl-yeşil tonlarının hepsine sahip görüntüsüyle büyüleyici.

Batı Karadeniz ormanları

Kastamonu’ nun bilinen ilk yerlileri, Transkafkasya kökenli oldukları sanılan Pala ve Tummana kavimleri. MÖ 2,000 civarında burada yerleştikleri sanılmakta. Hitit devleti  MÖ 1,200 yılında yıkıldıktan sonra, Balkanlardan gelen ve Anadolu’ da pek çok yerde hakimiyet kuran Frigler, Kastamonu’ da da yerleşmişler. Bundan sonra Lydia ve Pers hakimiyetine giren yörede MÖ 298 yılında Pontus Devleti kurulmuş.

Antik çağda Paphlagonia bölgesinde bulunan Kastamonu’ da, aynı çağdan kalma bir de Kaya Mezarları var. Şehrin hemen kenarında bulunan ve yerden 8 metre yukarıdaki kaya blokunun içine oyulmuş  üç adet mezardan oluşan yapıya benzer pekçok mezar kalıntısı, Azdavay ve Taşköprü ilçelerinde de bulunuyor.

Kastamonu’ nun bazı meşhurları:

Şapka ve kıyafet devrimi, 1925

Kastamonu elması

Üryani eriği

İnebolu kestanesi

Taşköprü sarımsağı

Araç cevizi

İnebolu’ ya giden yol tam seyirlik. Özellikle Küre dağları arasından geçerken manzara çok güzel, insanın gözü yeşile doyuyor. Yolda zaman zaman görünen bir de havai konveyör hattı var, çalışmadığı belli, sepetler donmuş gibi duruyor. Bu hattın,  burada bulunan bakır madenlerinden çıkarılan cevherin limana taşınması için kurulduğunu, fakat daha sonra karayolu taşımacılığının daha cazip (!) hale gelmesi sonucu terkedilen bir sistem olduğunu öğreniyoruz.  Hatta kamyon şöförlerinin eğimi oldukça yüksek rampalardan cevher yüküyle aşağı inerken akkor hale gelen fren kampanalarını soğutmak için yol kenarında durup değişik önlemler (!)  denediklerini de öğreniyoruz… İnebolu şirin bir Karadeniz kasabası. Hal böyle olunca da sahildeki lokantalardan birisinde palamut tava ile karnımızı doyuruyoruz.

Dar ama asfalt sahil yolunu takiben doğuya doğru ilerleyip Abana‘ ya uğruyoruz. Burası da çoğunlukla Ankara’ lı vatandaşların tercih ettiği bir sayfiye kasabası, pekçok bahçeli yazlık ev var, ama mevsim gereği çoğu kapanmış. Biraz da batı yönünde sahilde ilerledikten sonra Kastamonu üzerinden Ilgaz’ a dönerek günü bitiriyoruz.

Sabah Çankırı yönüne gitmeye karar veriyoruz. Dağları aşarak, hoş dağ köylerinin arasından geçerek Çankırı’ ya ulaşıyoruz, şehir merkezinde ilginç bir özellik göremeyip, harita üzerinde gösterilen “İnandı” kalıntılarını arıyoruz. Yerli vatandaşlara da sormamıza rağmen bulamıyoruz…!.

İskilip yönünde ilerlerken birden yol kenarında mıcır yığıntıları başlıyor, iki şeritli yol tek şeride düşüyor ve geri dönüşün imkansız olduğu bu şartlarda ilerlerken bu defa yola zift dökülmüş olduğunu görüyor ve çaresizlik içinde 25 km (!) ilerliyoruz. Hiçbir uyarı levhası olmayan bu uygulama için Karayolları yönetimini saygıyla anarak Samsun yoluna çıkıyor ve ilk yakıt istasyonunda duruyoruz. Arabadan indiğimde gördüğüm manzara dehşet verici. Yeni arabamız yarı beline kadar simsiyah zifte bulanmış…

İstasyonda iki saat geçirip bu zift bulamacından mazotlu sıcak suyla kurtulduktan sonra Tosya’ ya uğrayıp yol üzerinde yerel üreticilerin kurdukları tezgahlardan pirinç ve kuru bakla satın alıyor ve kaliteli Samsun Karayolundan Ilgaz’ a geri dönüyoruz.

Safranbolu' nun geleneksel evleri

Yeni günle birlikte yeni rota belirleyip bu defa Safranbolu‘ ya gidiyoruz. Aslında burası, yakın çevresindeki Valla ve Horma kanyonları ile birlikte bir hatta iki gün geçirilebilecek bir yer. Vala kanyonu 10 km uzunluğunda ve Devrekani çayının Küre dağlarından geçerken oluşturduğu bir vadi. Horna ise 4 km uzunluğunda ve oldukça tehlikeli bir kanyon.  Safranbolu, tarihte İstanbul-Sinop kervan yolu üzerinde önemli bir konaklama merkeziymiş. Bu yüzden geleneksel pek çok farklı kültür altyapısını bünyesinde barındıran ve 2,000 kadar eski eve sahip değerli bir  miras. Dünyada pek çok yerde yetişen “safran” çiçeğinin en değerlileri Safranbolu civarında bulunmaktadır. Ekonomik değeri çok fazla olan bu çiçek, yerleşime adını da vermiş. Lokumu ve Çavuş Üzümü ile de ünlü olan Safranbolu’ nun mutfağı da bir hayli zengin…

Safranbolu’ da nereler görülmeli derseniz;

48 ahşap dükkandan oluşan ve “yemeni” türü ayakkabıların yapıldığı “Yemeniciler Arastası”,

Akçasu deresinin iki yanında kurulmuş olan “Demirciler Çarşısı”,

1797 yılında Sadrazam İzzet Paşa tarafından yaptırılan “Saat Kulesi” ve elbette  meşhur konakları.

Eski yerleşimin sokaklarında dolaşıp iyi korunan evleri, tezgahlarda sergilenen ürünleri ve onları pazarlayan yöre halkını gördükten sonra yola çıkıp Amasra yönüne gidiyoruz. Yol insanı yeşile doyuruyor. Amasra’ ya yaklaşırken tepelerden deniz ve kasaba uzaktan görünüyor, kıvrıla kıvrıla aşağıya inen yol, yerleşimin merkezinde bitiyor. Burada küçük bir koya bakan sıra sıra balık lokantaları var. Mustafa amca’ nın   canlı balık lokantasında taze mezgit tava yiyoruz, yanında da meşhur bol yeşillikli mevsim (Amasra) salatası. Burada bir de meşhur “Hoşafçı” lakaplı  Martı Balık lokantası  varmış. Gün batarken Ilgaz’ a dönüyoruz.

Sabah Kastamonu üzerinden Taşköprü’ ye gitmek üzere yola koyuluyoruz. Kasabaya ulaşınca durmayıp birkaç kilometre ötedeki Seka Sigara Kağıdı Fabrikası’ nın kapısına kadar gidiyor ve burada altı ay kadar süren şantiye yaşantımı yad ediyorum. Sonra mis gibi sarımsak kokan yoldan kasaba merkezine geri dönüp, çarşı içindeki meşhur “kuyu kebabı” lokantalarında kebap arıyoruz. Biraz zamansız geldiğimiz için sadece birisinde kebabın sonuna yetişiyor ve karnımızı doyuruyoruz. Buradaki hemen her lokantada taze kuzuları odun ateşinde pişirdikleri ve kimisi 4-5 metre derinliğinde kuyular vardır. Sabahtan altında ateş yakılan bu kuyulara indirilip asılan kuzular, ağzı kapatılan sıcak ortamda yavaş yavaş öğleye kadar pişerler, karnı acıkan çarşı esnafı ve sarımsak tarlasında çalışan işçiler masaları doldurduğunda da ağızda eriyen yumuşacık kuzu eti, kilo ile sipariş edilir ve yanında sadece beyaz soğan ve taze ekmek (ve bir de tuz !) ile servis edilip elle yenilir.

Cumhuriyet meydanı, Kastamonu

Roma döneminde MÖ 64 yılında kurulan Pompeiopolis-Taşköprü kenti, MS 150 civarında bölgenin başkenti haline gelmiş.

Meşhur Taşköprü’ ye bakan bir çay bahçesinde demli çayımızı da içtikten sonra Kastamonu’ ya gelip eski bir konak ile kaleyi ziyaret ediyoruz. Kale ve çevresi biraz bakımsız, sağda solda çöpler var fakat yükseltisi nedeniyle şehrin hemen her noktasını buradan görebiliyorsunuz. Merkez çarşıya inip Bülbüloğlu’ ndan meşhur “çekme helva” alıp Ilgaz’ a dönüyoruz.

Seyahatimizin son gününde Gerede üzerinden Akçakoca‘ ya uğruyoruz. Beklentimizin aksine burası fazlaca yapılaşmış ve ticari bir yazlık tatil kasabası haline gelmiş. Dolayısıyla deniz kıyısı da sıra sıra balık lokantası tarafından işgal edilmiş. Bunlardan birisinde karnımızı doyurup geldiğimiz yoldan evimize dönüyoruz. Bu turda toplam katettiğimiz yol yaklaşık 2,500 km. Doğu  Karadeniz turu da programda ama bakalım ne zaman kısmet olacak…

Taşköprü' de kuyu kebapçısı
Kaya Mezarları girişi, Kastamonu
Safranbolu konağı
Eski Kervan hanı, Kastamonu
Batı Karadeniz Turu yol haritası
İnebolu sahili
Amasra
Taşköprü çarşısı
Safranbolu

http://www.haberler.com/kastamonu/

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Komşu ülke Bulgaristan…

02 Cumartesi Şub 2013

Posted by Erhan Ergün in Avrupa

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Babaeski, Bugaria, Burgas, Kadıköy, Kaliakra, Kulata, Kırklareli, Middle East, Pleven, Plovdiv, Sofia, Stara Zagora, Turkey, Varna

Sofia`da karavan muhabbeti
Suncity' de döner
Varna, Theodokos Katedrali
Kulata sınır kapısına yakın yemek molası
Suncity gecesi
Suncity`de otel bahçesinde
Suncity gecesi
Sveta Nedelia Kilisesi
Kaliakra, okçu adam heykeli
Varna yolunda dağ lokantası
Sofya, St.Sedmochislenitsi Kilisesi
Suncity' de bisiklet taksi
Suncity' de "go go" bar
Sofya, Sveta Nedelia Kilisesi
Burgaz, Balçık yöresinde otel bahçesinde
Burgaz' da Tatil siteleri
Sofya, Prenses Sofia heykeli
Suncity' de turist korkutmaca
Yol Haritası
Kaliakra yolunda gelincikler
Suncity' de dondurma
Sofya, Adalet Sarayı
Sofya, Stalinist yapı'Largo'
Suncity`de yemek
Suncity otelleri

 

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Türkiye – Bulgaristan (1. gün)

Açık ve güneşli bir bahar sabahında, komşu ülke Bulgaristan’ a turistik bir gezi yapmak üzere saat 07.00′ de Kadıköy’ den hareket ediyoruz. FSM köprüsünden geçip TEM’ de Edirne yönünde yol alıyoruz. Babaeski‘ ye geldiğimizde, TEM’ den ayrılıp Kırklareli yönünde gidiyoruz.Bu noktadan hudut kapısı 70 km, Kırklareli yolu gidiş-geliş iki şeritli ve sakin. Saatler 10.45′ i gösterdiğinde Dereköy sınır kapısına geliyoruz.

Diğer sınır kapılarından farklı olarak burada, arabanızı parkedip yayan olarak gümrük ofislerine gidip işlemlerinizi elden takip ediyorsunuz. Bulgar tarafında bilgisayar hafıza kartı uygulaması var. Girişte verdikleri karta pasaport polisi, gümrük polisi ve giriş ofisi ayrı ayrı bilgileri giriyor, ayrılırken teslim ediyorsunuz. Schengen vizemiz ile giriş yaptık ve ülkede kalma hakkımızın beş gün olduğunu, başka bir gümrük kapısından diğer bir ülkeye geçiş yapabileceğimizi hatırlatıyorlar. Yani aynı kapıdan TR’ ye dönüş yapamıyoruz.

Hemen çıkıştaki bir klübeden 6 Euro ödeyerek vignette pulumuzu da alıyor ve yolculuğa başlıyoruz. Her taraf yemyeşil ve yolun asfalt kaplaması fena değil. Hava şimdilik parçalı bulutlu ve Burgaz şehrine 85 km yolumuz var.

Saat 12.30 olduğunda Burgaz‘ a ulaşıyoruz. Şehirde gelir dağılımındaki farklılık hemen göze çarpıyor. Trafikte oyalanmadan şehirden çıkıyoruz ve 15 dakika kadar sonra Pomorie kasabasından geçiyoruz. Bu sahil yerleşiminde pek çok sayfiye tesisi yapılmış, çoğu da satılık. Kuzeye doğru yola devam ederken asfalt kalitesinin arttığını görüyoruz. Çevredeki insanların dış görünüşleri değişti.

Burgaz2

Para birimi Leva ve 1Euro 1,96 Leva’ eşit. Motorin 1,70 ile 2.0 Leva arasında satılıyor, yani TR’ den %30 kadar daha ucuz.

Biala Beach’ ten sonra Varna yolunda dağa çıkarken pekçok dağ lokantası olduğunu görüyor ve Goritsa ismindeki birisinde mola vererek karnımızı doyuruyoruz. Saat 17.00 gibi Varna kentine ulaşıyor ve 200,000 nüfuslu, bol trafikli şehirden kuzeye doğru devam edip otel aramaya başlıyoruz. Balçık yerleşimi civarında Köpeğimizi de kabul eden Detelina otel’ de 52 Leva ödeyerek geceliyoruz.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Bulgaristan (2. gün)

Sabah güzel bir kahvaltı sonrası 10.00 da otelden ayrılıp daha kuzeyde bulunan “Kavarna” bölgesini de görmek üzere yola çıkıyoruz. Yolda mazot takviyesi yaptıktan sonra en kuzeydeki Romanya sınırına yakın Kaliakra burnuna geldik. Adam başı 3 Leva ödeyerek antik yerleşime girdik. Bir kale, yıkıntılar ve cafeleri olan bu tarihi yeri gezip bilgi alıyoruz.

Kaliakra’ ya, eski çağlarda,  kayalık yapısı nedeniyle ulaşılması zor bir yer olduğu için kale  inşa edilmiş. Trakyalılar “Trizis”, Romalılar “Akra”, Bizanslılar ise “Acres Castelum” adını vermişler buraya. Bir rivayete göre İran’ dan gelen hazineler buradaki kayalıklara gömülmüş. Bu nedenle hazine avcılarının ve dalgıçların hedefinde olmuş burası.

Kaliakra, tarihte pekçok deniz savaşına da sahne olmuş. En son savaş sırasında Rus birlikleri, Amiral F.F. Ushakov komutasında,  Osmanlı gemilerini bozguna uğratmış ve böylece 1787-1791 Rus-Osmanlı savaşı Rusların zaferiyle sona ermiş.

Kaliakra3

Geri dönüp 12.30′ da Varna’ ya geliyoruz. Şehirde bir tur atıp iskeleye gidiyor ve sonrasında Burgaz’ a yakın “Suncity” adı verilen sayfiye yerine ulaşıyoruz.  Çok canlı bir yerleşim olan Suncity’ de kalmaya karar verip bir otel buluyoruz. Bu defa 58 Leva ödüyoruz. Akşam sahile paralel yolunda piyasa yapan yerli halk ve turistler gönüllerince eğleniyorlar.

29 Mayıs 2009 Cuma

Bulgaristan (3. gün)

Otelde sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra ayrıldık ve Burgaz yönünde ilerlerken karşımıza çıkan “Sofia” levhasını takip ediyoruz. 380 km gösteren yol çift yönlü, trafik orta yoğunlukta ve yağmur çiseliyor.Yol boyunca ekili tarlalar ve üzüm bağları var.

Saat 16.15′ te Sofya’ ya ulaşıyoruz. Yol boyunca pekçok kere yol tamiratına denk geldik, dolayısıyla keyifli bir yolculuk olmadı. Güneyden giden ve Plovdiv üzerinden Sofya’ ya bağlanan ve muhtemelen daha iyi olan yol ise 50 km kadar daha uzun olduğu için tercih etmemiştik. Şehir kalabalık ve hem otopark yeri, hem de otel bulmakta zorlanıyoruz. Akşamüzeri yağmurun durmasını fırsat bilerek şehri geziyoruz. Tarih kokan güzel bir şehir. Gecemizi bu güzel şehirde geçiriyoruz.

St.George Rotunda

Sofya’ nın tarihi MÖ 7.yy’ a kadar iniyor. Eski adı, Celt kabilesi olan Serdi’ lerden dolayı Serdika olan şehir, halen var olan bir tabii kaynak suyu etrafında kurulmuş. Sofya ismi ise, 14.yy’ dan sonra kullanılmaya başlamış. MÖ 4.yy’ da Makedon kralı Philip ve onun oğlu Büyük İskender tarafından yönetilen şehir, MÖ 29 yılında Romalılar tarafından alınmış.

MS 447 yılında Hunların istilası sırasında yıkılan şehir, daha sonra Bizans kralı Jüstinyen tarafından yeniden inşa ettirilmiş.Yerel halk 1376 yılında Saint Sofia kilisesinin kurulmasından sonra şehri “bilgelik” anlamına gelen Sofia diye adlandırmış. 1382 yılında Osmanlılara geçen şehir, “Sofia Sancağı” adıyla yönetilmiş. 1878 yılı başında Rusların yönetimine geçen Sofia 1908′ de Bulgaristan Cumhuriyetinin başkenti olmuş.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Bulgaristan – Yunanistan – Türkiye (4. gün)

Dün Bulgaristan’ da orta dereceli okulların son günüymüş, pek çok okulda törenlere tanık olduk. Bu sabah da kahvaltı sonrası 09.30′ da yola koyulup şehirden çıkmadan önce bir büyük markette alışveriş yaptık. Yunanistan ile sınır kapısı olan Kulata‘ ya doğru sürdük arabamızı. Dağlarda yağmur vardı, ovaya inerken durdu, Bu yol bölünmüş otoyol ve oldukça kaliteli.Sofya-Kulata arası 133 km ve iki saatte gidilebiliyor, trafik yoğun. Kulata’ ya 21 km kala bir dinlenme tesisinde mola veriyor ve karnımızı doyuruyoruz.

AlexanderNevskyCathedral

Yunan polisinin araç sigorta kontrolü yapmasından başka bir mevzuata takılmadan 14.30′ da Yunanistan’ a girdik. Önce Serez kentine girip içinde bir tur attık, sonra Kavala‘ ya uğradık, hava iyice ısındı, yola devam edip gece 22.52’ de evimize ulaştık.

Genel Notlar:

– Katedilen yol:    2,000 km

– Toplam yakıt: 160 lt

– Yakıt tutarı:  150 Euro

Related articles

  • Burgas, Varna, Sofia Make It to Global 100 Cities Destination Ranking (novinite.com)

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Thassos nasıl bir yer ?…

26 Cumartesi Oca 2013

Posted by Erhan Ergün in Yunanistan

≈ 7 Yorum

Etiketler

Aliki beach, Arhangelous monastry, Greece, Kavala, Keramoti, Limenaria, Livadi beach, Panagia, Sabah, Skala Panagia, Skala Potamia, SlideShare, Thasos, Turkey, İpsala

Ahtapot ızgara
Tatlı-tuzlu unlu mamulleri
Aliki plajında lokanta fırını
Panagia' da Roman müzikçiler
Skala Potamia plajı
Panagia' da Yorgo' nun kahvehanesi
Panagia' da çevirmeler
Aliki koyunda tur teknesi
Limenaria plajı
Panagia' da kahveler
Panagia sokakları
Limenaria' da mercan tava
Theologos köyü girişi
Skala Potamia' da akşam treni
Aliki plajında mola
Limenaria' nın eski hali
Limenaria' da lokanta
Dolmades
Aliki plajı
Taverna
Aliki açıkları
Ahtapotlar kuruyor...
Feribot Keramoti limanında
Yorgo' nun misafirleri
Thassos sahili
Feribotun güvertesinde
Limenaria' da bir sokak
Çıtır börek
Arhangelous manastırı
Aiki plaj lokantaları
Skala Potamia marinası
Skala Potamia' da akşam müziği
Limenaria' da lokanta
Limenaria sahili
Kalamar tava

 

Pazartesi, Ağustos 29, 2011

Türkiye – Yunanistan – Thassos (1. gün)

Sabah 06.42 de İstanbul Kadıköy’ den  71,578 km’ de hareket ediyoruz. Bulutlu bir yaz sabahı. Hedefimiz önce İpsala sınır kapısı, sonra Keramoti ve oradan da feribotla Thassos adası.  Selimpaşa civarındaki bir dinlenme yerinde soluklanıp tavşanları seyrettik, fotografladık ve  yola devam edip saat 11.00 de İpsala’ ya geldik. Arabamız artık bilgisayar kayıtlarında olduğundan, Türk gümrüğünden  hemen geçtik, hava iyice açıldı ve sıcak oldu, 11.40 itibariyle Kavala yönünde otoyolda ilerlemeye başladık.

Aleksandropolis (Dedeağaç) yerleşimine girdik ve ana caddeden sahil yoluna çıkarak bir tur attık.  Siesta zamanı olmasına rağmen araba parkedecek bir tek yer yoktu. Daha önce de durduğumuz parkın kenarında durup birşeyler atıştırdık. Tekrar otoyola çıkıp Saat 14.30 da Keramoti liman kasabasına geldik.  Thassos feribotu limana yeni yanaşmış, yükünü boşaltıyordu. 20 Euro araç + iki kişi 3′ er Euro’ dan 26 Euro ödeyip biletlerimizi aldık ve az sonra feribota bindik. Feribot bekleme sahasında, adadaki otelleri tanıtan broşürler dağıttılar. Bir hayli Türk plakalı araç gördük. Arabamızdan inip üst güverteye çıktık ve serin bir köşe bulup oturduk. Saat 15.00  te feribot hareket etti.

DSC_0017

Saat 15.45  te  Thassos adasına indik. Çıkışta sağdaki yolu takip edip sahil yolunda turumuza başladık. Yol çok güzel, irili ufaklı yerleşimler ve plajlar var. Yaklaşık 20 km sonra, Skala Sotiras adındaki bir sahil yerleşimine girip parkettik ve plajda denize girip rahatladık. Sonra üzerimizi değiştirip balık lokantası aradık, bulamayınca sorduk ve bir gerideki Skala Prinou’ da bulabileceğimiz bilgisini alarak oraya doğru hareket ettik.

Ancak orada da balık izine rastlayamayınca, saat yönünün tersine güneye doğru ilerlemeye devam ettik ve Limenaria kasabasına geldik. Sahilde arabamızı parkedip biraz dolaştık. Çok canlı bir balıkçı kasabası, oldukça da kalabalık, bolca turist var, Türkler de mevcut. Limana yakın bir restoranın sahibi olan Mathias, mutfağa götürüp balıkları gösterdi, bir de kalamarın tadına baktırdı. Burada çamların altındaki bir masaya yerleşip karnımızı doyurduk. Geceyi burada geçirmeye karar verdik.

Salı, Ağustos 30, 2011

Thassos (2. gün)

Sabah 07.30 da uyanıp bir güzel deniz banyosu yaptık, Gümüş de bize katıldı. Üzerimizi değiştirip hemen yolun karşısındaki kafede yeni fırından çıkmış böreklerle kahvaltımızı yaptık kahve eşliğinde.  Limenaria sahilinde bolca denize girip öğleye doğru tekrar yola çıktık ve Skala Potamia’ ya geldik. Saat 14.00 te arabamızı parkedip bir tur attıktan sonra Afrodit Restorant’ ın yanmakta olan fırınından çıkan hamur kokuları bizi cezbetti ve yemeğimizi burada yedik.

DSC_0187

Akşama kadar Potamia sahilinde denize girdik. Buradaki deniz çok sığ, temiz fakat biraz ılık, kumsalda ise incecik altın gibi kum var ve çok geniş, uzun. Bu yüzden buraya “golden beach” diyorlar. Kumsalın hemen arkasındaki yol boyunca da sağlı sollu bir sürü lokanta, cafe-bar var.

Çarşamba, Ağustos 31, 2011

Thassos (3. gün)

Sabah 07.45 te Skala Potamia’ da uyandık.  Kahvaltı sonrası Thassos yönünde yola çıktık.  Adanın bu yanı daha bakir, daha el değmemiş koylar var. Yolda giderken Skala Potamia’ dan çıktıktan hemen sonra Potamia yerleşimi var içeride dağa doğru. Buradan da anlıyoruz ki, asıl eski yerleşimler dağ eteklerinde, sahiline ise yerleşimin adının başına “Skala” kelimesi konup isim veriliyor.  Nitekim, biraz daha ilerleyince iyice yüksekte Panagia adında bir başka şirin yerleşime geldik. Meğer buranın da sahili, Skala Potamia’ nın devamındaki Skala Panagia imiş.

Panagia çok ilginç bir yer. Merkezde iki lokanta ve karşısında iki kahve var. Yukarıya doğru yürüyünce de ulu çınarların gölgesinde akan bir küçük yapay şelale ve evlerin arasından akan yapay su yolu var. Çınarların olduğu yerde bir de güzel otel var. Restoranların her ikisinde de saat 09.30 olmasına rağmen, kömür ateşinde dönerek pişen kokoreç, piliç ve kuzu etleri dönmeye başlamıştı bile.

Kahvelerden daha eski olanına oturup yaşlı bir çiftin işlettiği bu kahvede birer soğuk kahve içtik. Hemen yanı başımızdaki çeşmeden şırıl şırıl akan su ayrı bir serinlik katıyor havaya. Hele üzerimizdeki asma üzümleri ve yaprakları insanın içini serinletiyor. Gelen geçen hemen herkes durup şişelerine bu çeşmeden su dolduruyorlardı. Biz de aynısını yaptık.

DSC05067

Fotoğraflarımızı çekip tekrar yola koyulduk ve Thassos’ a geldik. Kıyıda durduk, Dilek sahildeki otellerin havasını öğrenmek için birkaç ziyaret yaptı . Sonra saat yönünün tersinde yola devam ettik. Önce Skala Prinou’ dan içeri girip yukarıdaki Prinou köyünü ziyaret ettik, sonra yol üzerinde Skala Sotiras’ tan içeri girip Sotiras köyüne çıktık. Her ikisi de dar sokakları olan şirin köyler.

Öğlen geç saatte tekrar Limenaria’ ya geldik ve arabamızı parkedip Mathias’ ın Lokantası’ na gittik, musakka ve domates-biber dolması yedik. Dolmanın lezzeti bizimkine çok benziyor, musakka ise farklı.   Üzerine yine aynı cafede çay-kahve içtik ve bütün öğleden sonra sahildeki bankta yerleşerek bol bol denize girdik. Bu günü de burada bitirdik.

Perşembe, Eylül 01, 2011

Thassos (4. gün)

Sabah yine uykumuzu almış olarak erkenden uyandık, temizlik işçileri işlerine çoktan başlamışlardı.  Kahvaltı üzerine cafede kahve içtik ve toparlanıp yola çıktık. Hedefimizde Livadi beach vardı. Hedefe giderken yolumuza Theologos çıktı. Burada çatıları gri renkli yerel bir taş ile kaplanmış çok eski evler var. Ayrıca bu yerleşim, adanın en eski yönetim merkeziymiş.

Livadi beach’ e inen yol, ana yoldan sonra 100 metre kadar beton, sonrası taşlı topraklı 500 metre kadar ama yavaş gidince sorunsuz kumsala ulaşılıyor. Kumsalda bir tek mobil kondu tarzında büfe işletmesi var, şemşiye ve şezlongları da onlar kiraya veriyorlar. Ama biz yola çıkarken büyük şemsiyemizi ve piknik koltuklarımızı da aldığımız için para ödemeden kumsallarda keyif sürüyoruz. Şemsiyeler 2,5 Euro şezlonglar ise 5 Euro. Livadi beach oldukça geniş ve uzun, suyu berrak ve görece daha serin, açıkçası adada benim favorim burası. Dilek ise  daha sonra gideceğimiz Aliki beach’ i daha çok beğendi.

Burada saat 13.00 e kadar kaldık, bolbol güneşlenip denize girdik, bu arada birhayli gelen oldu. Sonra toparlanıp çıktık ve hemen tepe üzerinde bulunan Arhangelous manastırına uğradık. İçeriye giriş için açık kıyafeti kapatmak gerekiyor, şortlu iseniz şalvar veriyorlar, sonraya erteleyip yola devam ettik ve Skala Potamia’ yı da geçip Panagia’ ya geldik saat 14.30 gibi.

Tahmin ettiğimiz gibi, sabahtan döndürmeye başladıkları etler bir güzel pişmiş ve lokantadaki müşterilere servis edilmişti bile. Biz de hemen masamızdaki yerimizi aldık ve bir porsiyon tavuk ile bir porsiyon kuzu çevirme, kabak kızartma ve grek salatası ve içeceklerimizi ısmarladık. Kuzu biraz sertti ama piliç çok lezzetliydi. Kabak kızartması ise çıtır çıtırdı. Tam yemeğe başlamıştık ki beş kişiden oluşan bir Roman  ekip gelip müzik yapmaya başladı. Bir süre sonra “Üsküdara gideriken…” melodisi ve katılımcı şarkıcıları duyunca, iki arka masada kalabalık bir Türk grubunun olduğunu anladık. Şarkılar ve kadehler birbirini kovalayınca iş büyümeye, gürültü artmaya ve ayağa kalkıp horon tepilmeye başladı. Sigara, puro ve yüksek ses keyfimizi kaçırdı. Apar topar yemeğimizi boğazımıza dizip oradan uzaklaştık. Kıssadan hisse: Şamata sever vatandaşlarımız bu adayı yakın  ve arabayla da kolayca ulaşılabilen bir yer olması nedeniyle,  özellikle yaz mevsimine denk gelen bayram tatillerinde, “ilk gidilecek yerler” listesinin başına yazmışlar anlaşılan…Bu nedenle yağmurdan kaçmak ve doğayla içiçe sessiz bir tatil yapmak isteyenlere bu dönemlerde tavsiye edilmez.

DSC_0169

Karşıdaki kahveye geçip grek kahvemizi içtik. Biraz dinlendikten sonra yola koyulup Skala Potamia sahiline geri döndük.  Yine aynı yerde  denize girdik, akşamüzeri üzerimizi değiştirip sahil boyunca Skala Panagia’ ya kadar yürüyüp döndük ve akşam yemeği için daha önce öğlen yemeği yediğimiz Afrodit Restoranı seçtik, çünkü burada her akşam Yunan müziği varmış. Bir buzuki, bir gitar ve bir def’ten oluşan iki erkek bir bayandan ibaret grup çok da güzel taverna müziği yapıyor. Kalamar ve Kılıç balığı eşliğinde bu güzel müziğe eşlik ettik ve üzerine dondurmalarımızı da yiyerek günü bitirdik.

Cuma, Eylül 02, 2011

Thassos (5. gün)

Sabah 08.00 gibi Skala Potamia’ dan hareket edip kasabanın hemen çıkışında bir pasta fırını bulduk. Kasaba halkı da gelip ekmek ve çörek-börek, pasta alıp gidiyordu. Biz de  çok güzel börek ile kekimizi filtre kahvelerimiz eşliğinde yedik ve  Aliki beach’ e doğru yola çıktık.

Saat 10.00 olmadan Aliki koyuna ulaştık ve yol kenarında arabamızı parkedip yürüyerek aşağıya indik, burada da mevcut şezlong ve şemsiyeler lokantalara ait. Yemek yemeyi garanti edersen ücretsiz, aksi halde adam başı 2,5 Euro. Biz yine kendi şemsiyemizin gölgesinde deniz keyfimizi yaptık. Buranın denizi biraz daha türkuaz renginde ve berrak, Livadi’ ye göre biraz daha ılık,  daha dar ve daha kapalı bir koy. Çok geçmeden etrafımız doldu. Saat 12.30 gibi hemen arkamızdaki Hantres adlı lokantada bir masaya oturduk ve sabah görüp fotoğrafını çektiğim taze ahtapotlardan bir ızgara tabağı söyledim. Dilek ise kalamar sipariş etti, grek salatası menümüzü tamamladı.  Yemeğimizin sonuna doğru arkamızdaki masada bulunan Türk aileyle biraz sohbet ettik. Bilal bey  bir Gümülcine göçmeni imiş. Yarım saat kadar süren sohbetten sonra şemsiyemizin gölgesine dönüp saat 17.00′ ye kadar denize girmeye devam ettik. Bu arada Türk turistler daha ilerideki bir tavernada gürültü kirliliği yaratıyorlardı yine…

DSC_0272

Sonra toparlanıp arabamızın yanına geldiğimizde, arkamıza bir arazi aracının sıfır parketmiş olduğunu gördük (başka örnek yoktu, herhalde sahibi bizimle tanışmak istedi…!). Tur getirmiş olan bir Türk otobüsünün şoförünün yardımıyla üç-beş manevrayla otoparktan çıkabildik ve Skala Potamia’ da bir kez daha denize girip duş aldıktan sonra 18.15′ te Panagia’ ya gittik.  Dün öğlen yemek yediğimiz restoranda, taşkınlık yapabilecek vatandaşımız olmadığını görüp bir masaya iliştik ve bu defa patlıcan kızartma, dolmades, kokoreç ve şefin salatasından oluşan menüyü seçtik. Dolmades sıcak servis edilen yaprak dolma ama kıymasız, soğansız ve pirinçler oldukça geçik.  Hemen karşıdaki iki kahvehaneden birisi olan Yorgo’ nun kahvesinde birer grek kahve içip Yorgo’ nun torunlarıyla Semadirek adası hakkında sohbet edip bilgi aldım.

Panagia biraz yüksekte olduğu için havası daha serin ve sağlıklı. Bu nedenle geceyi burada geçiriyoruz.

Cumartesi, Eylül 03, 2011

Thassos (6. gün)

Sabah 06.30 da uyanıp  meydandaki pasta fırınından aldığımız börek ile Yorgo’ nun kahvesinde çay söyleyip kahvaltı ettik. Çeşmeden sularımızı da doldurup yola çıktık ve Livadi beach’ e geldik. Kumsalda şemsiyemizi kurduk, denize girip çıkmaya başladık. Bugün hava biraz esintili olduğu için denizden doğru gelen bu rüzgar hafif dalga yapıyordu.  Öğleden sonra erken saatte ayrılıp Limenaria’ ya geldik.  Akşam yemeği için bu defa limanın ucundaki Limani Restoranı gözümüze kestirdik.  Masaya oturunca  lokantanın sahibiyle mutfağa gittim balık seçmek için, adam bana tek tek balıkları ve fiyatlarını anlattı. Egeden çıkan pembe renkli mercana benzer balık hoşuma gitti ve tava ısmarladım.  Grek salatası ve fava salatası da söyledik.  Buradaki favanın bizimkinden farkı, soğanı içinde değil, çiğ olarak üzerinde. Bence böyle daha hoş olmuş. Bu günü de burada bitirdik.

DSC05082

Pazar, Eylül 04, 2011

Thassos – Yunanistan – Türkiye (7. gün)

Sabah yine 06.30 da uyandık ve hazırlanıp cafemize gittik. Kızlar da servis için hazırlık yapıyorlardı. Birkaç müşteriyse çoktan gelmiş, kahvelerini içip sohbet ediyorlardı. Bu defa bir tabak ıspanaklı-peynirli, bir tabak da kaşkavallı börek söyleyip çay eşliğinde kahvaltımızı yaptık.

Sonra yola çıkıp son defa Aliki beach’ e gittik. Öğlene kadar denize girdik, bugün daha da kalabalıktı. Türkler kalmamıştı ama onların yerini Romenler almıştı. Bu defa öğlen yemeği için farklı bir lokantayı seçmek istedik ve 7-8 lokantanın olduğu koyda “Beautiful Alice” adlı lokantada bir masaya oturup karnımızı doyurduk. Yemek üzerine sol taraftaki patikadan yürüyüp biraz fotoğraf çektim. Döndüğümde arkamıza gelip yerleşen kalabalık Romen ailenin fazlaca gürültü yapmasıyla toparlanıp oradan ayrıldık.

Yolda giderken bir tepelik yerde, daha önce de geçerken gördüğümüz bir cafede durup nefis manzaraya karşı kahvelerimizi de içtikten sonra Thassos’ a doğru yola devam ettik. 18.00′ e doğru şehre ulaştığımızda 18.30 da feribot olduğunu öğrenip bilet aldık ve bindik. Bu defaki biraz daha büyük ve tek taraftan yanaşabilen bir feribotmuş ve oldukça da kalabalıktı. Yarım saat süren bir yolculuk sonrası Keramoti’ ye inip yakıt depomuzu doldurduk ve otoyola çıkıp Türkiye’ nin yolunu tuttuk.

DSC05122

Saat 20.30′ da İpsala’ya ulaştık. Yunan tarafında biraz kuyruk vardı, yarım saat kadar oyalandık, Yunan gümrüğünden iki dakikada, Türk tarafından bir dakikada geçip yurda girdik. İnanılmaz miktarda sivrisinek vardı.

Yol oldukça sakindi, saat  01.45′ te evimize  ulaştık. Km 72,984.

Thassos’ un tarihi:

Thassos, orta ve geç Neolitik çağ ile ilişkilendirilebilecek geçmişe sahip. Ancak adanın içlerindeki Kastri civarında bulunan gömütler, Bronz çağının sonunu yani yaklaşık MÖ 1100 yılını işaret etmektedir. Phoenix’ in oğlu Thasos’ un adaya ismini verdiği rivayet edilmektedir. MÖ 720 ya da 708 yılında Yunanlar tarafından keşfedilen adadaki altın madenleri, ilk dönemlerde cezbedici olmuş. Herodot, Phoenicians’ lar tarafından işletmeye ilk kez açılan ve Semadirek adasına bakan tarafta yer alan madenin, çok değerli olduğunu yazmış.

Thassos’ un ilk sakinleri, Perslilere karşı başlayan İyon isyanı sırasında gemilerini inşa edip, savunma duvarlarını yapmışlar. Daha sonra Atinalıların kontrolüne MÖ 463 yılında geçen Thassos, takiben Makedonya kralı 5. Philip’ e verilmiş. Thassos, bir süre Doğu Roma, yani Bizans imparatorluğu’ na da ev sahipliği yaptıktan sonra 1462 de Osmanlı’ ların eline geçmiş. Sultan 2. Mahmut tarafından Mısırlı İbrahim Paşa’ ya ödül olarak verilen ada, 1908 senesine kadar parlak bir dönem yaşadıktan sonra, Balkan savaşına kadar Selanik’ e bağlı bir sancak vilayeti olarak idare edilmiş, 20 Ekim 1912 de de Yunanistan’ a geçmiş.

İkinci dünya savaşı sırasında Bulgaristan’ ın kontrolüne geçen ada, sonra tekrar Yunanistan’ a devredilmiş.

Ada, altın madeni, mermerleri, şarabı ve fındığı ile ünlü. Şimdilerde ise bal, şarap ve zeytinyağı ile turizme hizmet eden bir uğrak yeri. Adayı çevreleyen yol çok düzgün ve asfalt, bir tam tur yaklaşık 100 km uzunluğunda.

GENEL NOTLAR:

1-   Toplam katedilen yol: 1406 km

2-   Toplam yakıt: 112 lt

3-   Yakıt sarfiyatı:  0,08 lt/km

4-   Yakıt maliyeti : 157 Euro

5-   Diğer yol masrafları: 52 Euro (feribot)

6-   Sigorta masrafı: 216 TL

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Girit adasına gidiyoruz

29 Cumartesi Ara 2012

Posted by Erhan Ergün in Yunanistan

≈ 1 Yorum

Etiketler

Akdeniz, Alexandropolis, Aneklines, Atina, Chania, Crete, Edirne, Egnatia Odos, Festos, Girit, Girit mutfağı, Hanya, Heraklia, Hora Sfakion, Karaağaç, Knossos, Matala, Olympos, Pire, Retymnon, Samarias, Santorini, Timpaki, Turkey, Tyrra, Yunan Adaları, Zeus, Zeytin

Hanya' da sabah böreki
Preveli manastırı
Retymnon marinası
Horta mezesi
Hanya sokakları
Agii Deka On uyurlar mezarı
Hanya, Hasan Paşa camii
İpsala gümrüğünde bekleyiş
Hanya
Anogia köyü
Sfemdoni mağarası
Kaleden Retymnon
Preveli manastırı
Retymnon
Plakias sahili
Reçine şarabı
Hanya' da Public Market
Matala' da hippi minibüsü
Agii Deka
Hapimag Resort
Hora Sfakion, Three Brothers pansiyonu
Mousakka tabağı
Agia Nikolaos "lake"
Festos kalıntıları
Hanya Public Market içi
Gortyn kazı alanı
Agii Deka On uyurlar kilisesi
Matala plajı
Knossos antik kenti
Dakos tabağı
Hapimag Resort, Damnoni
Damnoni körfezi
Knossos
Festos
Knossos
Retymnon kalesi
Hanya sokakları
Hanya sokakları
Hanya liman içi
Taze deniz ürünleri
Hanya haritası
Hanya liman feneri
Hanya çarşı içi
Retymnon' da Dr. balıklar
Kotsifou kanyonu
Knossos
Matala Roman mezarları
Matala koyunda hippiler
Hora Sfakion köyü
Samarias kanyonu bilgi tabelası
Festos
Grek yengeci
Hanya' da bir pansiyon girişi
Kri kri taverna, Plakias
Samarias kanyonu girişi
Samarias kanyonu
Çupra ızgara tabağı
Spinalonga adası
Hapimag Damnoni
Hortalı börek
Agia Nikolaos
Ergün turizm yolcuları molada
Heraklia limanı
Grek koyunları
Preveli yolunda taşköprü
Matala koyunda hippi ağacı
Stilida' da grek salata menüsü
Dakos salatası
Retymnon limanı
Grek kahvesi
Retymnon, cami onarımı
Plakias' ta gün batımı
Knossos su bentleri
Eski Preveli manastırı
Retymnon kalesi, İbrahim Paşa camii
Elounda limanı
Agia Gallini sahili
Knossos
Retymnon, çarşı içi
Gortyn, Girit' in ilk kilisesi
Gortyn' de Zeus heykeli
Orthi Amos' ta venedik kalesi
Heraklia' da kutlama töreni

 

Perşembe, 18 Ekim, 2012

    Türkiye – Yunanistan (1.gün)

Sabah saat 07.00 de VW T5 Multivan’ nımızla Çiftehavuzlar’dan hareket ediyoruz. Bu defa hazırladığımız rota bizi TEM otoyolundan İpsala sınır kapısına, Yunanistan içinde Egnatia Odos otoyolunu takiben Atina‘nın Pire limanına, oradan feribot ile Girit adasındaki Xhania limanına götürecek. Amacımız, daha önce görmediğimiz adayı, tarihini, doğasını, insanını ve mutfağını keşfetmek. Ben ve eşim, küçük köpeğimiz Gümüş ile yine yollara düşüyoruz.

Yola çıkarken 80,008 km’ deydik. Seyir sırasında TEM’de trafik yavaşladı ve Gaziosmanpaşa-gişeler arasını, bir TIR devrilmesi yüzünden 45 dakikada aldıktan sonra 09.00 da TEM Selimpaşa petrol istasyonuna girip çay ve kek molamızı verdik.  Aydınlık ve mevsime göre sıcak bir havada boş yolda ilerleyerek saat 11.30 da İpsala sınır kapısı TR tarafının girişinde trafik polisi tarafından durdurulduk. Polis nazikçe geçişin saat 17.00’ye kadar kapalı olduğunu, istersek Edirne yakınındaki Karaağaç gümrüğünü kullanabileceğimizi, istersek de buradaki TR gümrüğünde bekleyebileceğimizi söyledi. Bu yasağa neden ise, iki ülke arasındaki nötr bölgede bulunan dere geçiş köprüsünü genişletme çalışmasına hazırlık amacıyla yapılan mayın temizleme seferberliğiymiş.

DSC07654

     

Gümrükte beklemeye karar verip girdik ve aracımız yine X-ray’e düştü. Görevliler bunun kesinlikle bilgisayar tarafından rastgele belirlendiğini söyleyip ikna etmeye çalışsalar da inanmadım ve gerekeni yaptım. Böylece üçüncü kez röntgenimiz çekildi. Sonrasında sıraya geçip beklemeye başladık. Saat 17.40 gibi yasak kalktı ve 18.00 de Kipi sınır kapısından geçerek otoyola girdik. Yol bomboştu ve 130 km/h hız sınırında yol almaya başladık.

Yoda Komotini‘ye girip mazot aldık ve devam edip 21.00 de Asprovalta‘ya ulaştık. Güneş batmak üzere olduğu için burada gecelemeye karar verip sahildeki yerimizi adık ve karnımızı doyurup üzerine biraz yürüyüş yaptıktan sonra uykuya daldık.

 
Cuma, 19 Ekim, 2012

Yunanistan Anakarası (2.gün)

    

Sabah 07.30 da güzel bir güne uyandık. Kahvaltımızı yaptıktan sonra hemen yola koyulup Atina yönünde ilerlemeye başladık. Yolda daha önce internette araştırma yaparken gördüğüm Panteleimon kasabasına uğradık. Plajları, kalesi, bol kamping alanlarıyla hoş bir yer, kalınabilir.

1 numaralı otoyoldan devam edip Lamia şehri öncesi Stilida kasabasına beş km kala güzel bir yol kenarı tavernasında saat 14.00-14.30 arası karnımızı doyurduk.  Atina’ya 210 km yolumuz var daha ve hava açık, 27 derece. 1 numaralı (aynı zamanda E75) yolda ilerlemeye devam ediyoruz.  Saat 17.00 civarında Atina’nın Pire limanına ulaştık. Önce bir tur atıp sonra internetten bilet satın aldığımız Aneklines liman ofisinin adresini navigatöre girip oraya gittik. Gidiş-dönüş biniş kartlarımızı alıp kalkış liman kapı numarasını öğrendikten sonra arabayla liman boyunca ilerledik. Ana yol limanı takip ediyor ve kapılar burada sıralanmış. Kocaman yönlendirme levhaları var ve kaçırmak mümkün değil.

Üç numaralı liman kapımızın yerini belledikten ve Eliros adlı feribotumuzu limanda beklerken gördükten sonra çıkıp bir pastaneden pastalarımızı aldık, limanın hemen karşısındaki AB marketten yiyecek-içecek alışverişimizi yaptık ve 18.30 da feribotumuza bindik. Yolcu kapasitesi 1800 olan bu feribotta iki katlı kapalı park yeri var ve 500 araç kapasiteli. Opendeck sistemi yokmuş. Yani karavanınızla sağı solu açık havalandırmalı bölümde parkedip aracınızın içinde yatmanıza izin yok. Oysaki Igoumenitsa-Brindisi(İtalya) hattındaki feribotlarda bu sistem var. Buna karşın bu feribotta isterseniz köpeğinizle birlikte kamarada kalabiliyormuşsunuz. Tabii bedelini ödeyerek. Hal böyle olunca gerekli eşyalarımızı yanımıza alıp köpeklerin serbest olarak girebildikeri yarı açık üst güverteye çıkıp konuşlandık.

   DSC08635  

Hava güzeldi ve insanlar yavaş yavaş koltukları doldurmaya başladı. Bu arada başlayan şiddetli yağmura rağmen kalkış saati olan 21.00’e kadar aşağıdaki liman bilet gişesinde kuyruk bir türlü erimedi.  Yani mevsime göre iyi bir kalabalık vardı. Akşam yemeğimizi yedikten sonra yol almaya başladık ve geceyarısı olduğunda herkes uyku moduna geçti, biz de onlara uyduk ve yumuşak koltuklarımızda devrilip uykuya daldık. 

 

Cumartesi, 20 Ekim, 2012

Girit Adası (3.gün)

Sabah 05.30 da Girit’in Xhania (Osmanlı dönemi adıyla Hanya) limanına yanaşmaya başladık. Adaya iner inmez  sekiz km mesafedeki şehir merkezine gidip, hava henüz karanlık olduğu için biraz daha uyumaya karar verdik. Uyandığımızda güneş çoktan yükselmiş, saat 09.00 olmuştu.  Burnumuza gelen nefis hamur kokularını takip ederek, iki  sokak arkadaki pastane fırınını bulduk ve sıcacık tuzlu-tatlı ürünlerden alıp yakınlardaki bir sahil parkında sabah kahvaltımızı yaptık.  Tekrar şehir merkezine gelip, “old town” levhasını takip ederek kıyıdaki bir açık otoparka (ücretsiz) parkettik, yaya olarak kendimizi eski şehrin kollarına bıraktık.

DSC_0065

Eski şehir, mendirekle korunan bir limanın etrafını sarıyor ve sahilde yan yana cafe-restoran’ lar var. Arka sokaklar ise otantik yapısını koruyor.  Kale kalıntıları ve sahildeki Hasan Paşa camii dikkati çekiyor. Mendirekin ucundaki fener de adeta Hanya’ nın sembolu olmuş. Kahvemizi içtikten sonra buradan ayrılıp merkezde “Public Market” olarak bilinen yeri sorarak buluyoruz. Meğer şehre girerken görüp tren garı zannettiğimiz bu yapı, bizim mısır çarşısına benzeyen bir gıda haliymiş.  Bu kısa ziyaretin ardından konaklayacağımız güney sahilindeki Hapimag Damnoni tesisinin adresini navigatöre girip yola koyuluyoruz. Hava açık ve 28 derece.

Öğlen vakti yola çıktığımız için yemek ihtiyacımızı gidermek üzere daha önce adını duyduğumuz Sfakias’ı navigatöre tanımladık fakat deniz kenarına inmeyi beklerken 1,100 metre irtifaya tırmanıp, güzel asfalt yolun bittiği yerde Samarias Kanyonu’ nun girişiyle karşılaştık. Gelmişken burayı da görelim dedik ama, bir kısmı merdivenlerle inilen kanyon aslında 13 km uzunluğunda imiş ve denize kadar iniliyormuş. Yani aslında bir tam günlük macera planlanabilir. 5’er Euro karşılığında 100 metre kadar inip geri çıktık ve geldiğimiz yoldan tekrar kuzeye doğru geri gittik.  Hanya üzerinden Retimnon yoluna girip güneye döndük ve saat 17.10 da Damnoni Körfezi’ ndeki Hapimag tesisine ulaştık . Giriş işlemlerinden sonra odamıza yerleşip günlük yaşantı düzenine geçtik.

Pazar, 21 Ekim, 2012

Girit Adası (4.gün)

Sabah tazelenmiş olarak kalkıp kahvaltıdan sonra denize girdik. Rüzgar kuzeyli estiği için güneye bakan koyumuzda deniz sakin ve su sıcaklığı 22 derece. Öğlen üzeri hazırlanıp Hora Sfakion’ a doğru yola çıktık. Önce şirin bir sahil kasabası olan Plakias‘tan geçtik, sonra Souda limanına uğradık, devamında tepeye tırmanıp güzel manzaralı Selia kasabasını da gördük. Hora Sfakion küçük bir koy, köyün girişinde araçların parkedildiği bir merkez otopark var, oradan köye yayan giriliyor. Yürüyerek daha önce adını duyduğumuz ” The Three Brothers” lokantasını arayıp bulduk. Üst katları pansiyon olan ve aşağıdaki küçük ve sevimli koydan denize girilen bu şirin tesisi ve lokantayı bir rus bayan ve kocası işletiyor. Deniz mahsullerinden oluşan menümüzü ve “horta” denilen, bizim deniz börülcesinin biraz acısı yerel bir otla yapılan mezeyi ve böreki yedikten sonra buradan ayrılıp  Damnoni’ye döndük.

   DSC07879

Salı, 23 Ekim, 2012

Girit Adası (5.gün)

Bugün  yakındaki Preveli kasabasına gitmeye karar verdik. Yolda önce eski ve kullanılmayan, koruma altındaki Preveli Manastırı’nı gördük, daha ilerde ise ibadete ve ziyarete açık olan yeni manastırın önünde durarak içerisini ikişer Euro karşılığında gezdik. Manzara çok güzel ve içeride bir de küçük hayvanat bahçesi var. Dönüş yolunda Preveli beach yolun aşağısında görünüyor, fakat arabayla iniş yasak, geniş park yeri yapmışlar, yürüyerek iniliyormuş. Biz inmeyip yola devam ettik, eski manastırı ve dere üzerindeki eski taş köprüyü fotoğrafladık.

DSC_0314

Ana yoldan Retymnon’ a 28 km süren bir yolculuktan sonra ulaştık ve liman işletmesinin yanındaki otoparka karavanımızı koyup yürüyerek şehir içine daldık. Çok şirin ve canlı bir yerleşim, bol turist var. Şehir içinde eski kale kalıntıları da mevcut. Önce kaleyi gezdik, Cenevizlilerden kalan kale, Osmanlı döneminde de kullanılmış ve hatta içine Sultan İbrahim  tarafından bir de cami yaptırılmış. Şimdilerde minaresi olmayan bu cami çok uzaktan bile bir hamam kubbesi şeklinde görülebiliyor. Eski şehirde karnımızı doyurduktan sonra limanda üzerine çukulatalı krep yedik, kahvelerimizi içtik ve otelimize geri döndük.

Çarşamba, 24 Ekim, 2012

Girit Adası (6.gün)

Hafif yağmurlu bu sonbahar gününde sabah 10.30′ da, Hapimag Resort yönetiminin de konukları için yaptığı turlardan birisini kopya etmeye karar verip yola çıktık ve haritada kırmızı görünen devlet yolundan ilerleyerek güney sahilinde doğuya doğru yol aldık. Zaman geçtikçe yağmur durdu ve hava açtı, Timpaki‘ ye geldik. Burası Antalya’ ya benziyor, bol miktarda sera var ve adanın tüm sebze- meyva ihtiyacı herhalde buradan karşılanıyor.

Aynı zamanda bir sanayi şehri de olduğu anlaşılan Timpaki’ de durmayıp doğu yönünde yola devam ettik. Yolda 14. yy’dan kalma Agii Deka isimli bir köye uğruyoruz. Burada içlerinde yaşam olmayan eski fakat şirin köy evleri var. Bir de köyün çıkışında “On Uyurlar” adında bir tapınak var, burada eski çağlarda yaşamış on din adamının mezarı yanyana bulunuyor.  Rotamızın ucunda “Gortyn” var. Burası, Hellenistik dönemde (bronz çağı) göklerin şimşeklerin ve  gökgürültüsünün tanrısı olarak adlandırılan  Zeus’ un yaşadığı yerlerden birisi olarak tanımlanıyor. Daha sonra gidip ziyaret edeceğimiz antik Knossos yerleşiminin güney doğusunda  dünyaya geldiği rivayet edilen ve Girit adasının pekçok yerinde (İda dağı, Knossos antik kenti, Palaikastro vb) kutsandığı anlatılan  Zeus, Girit’ in tanrısı olarak bilinmesine karşın, daha sonra karısı Hera ve çocukları (Apollo ve Athena) ile dünyanın yedi harikasından biri sayılan Olympos dağına çıkarak orada yaşamış.

Gortyn küçük bir arkeolojik yerleşim ve kazılar devam ediyor. Buluntuların bazıları burada sergileniyor ve Girit’in ilk kilisesi de (Basilica of Ayios Titos) burada bulunuyor. DSC_0333

Bu noktadan daha doğuya gitmeyip geri dönüyor ve hafif güney batı yönüne gidip Matala kasabasına geliyoruz. Burada ise, koyu çevreleyen yumuşak kayalıkların içine oyulmuş mezarlar var. Bu Roman mezarları  daha sonra Hippi’ ler tarafından otel olarak kullanılmış. Bunun anısını yaşatan bazı hippi özentisi insanlar da bu koyu mekan tutmuşlar ve eskiyi canlandırmaya çalışıyorlar.  Koy bir hayli dolu ve insanlar denize giriyorlar. Burada karnımızı doyurup tekrar yola çıkıyoruz. Dönüş yolu üzerinde Agia Galini adında çok şirin bir koy ve plaj da var.

Bu defa yolumuzun üzerinde Festos (Phaistos) antik yerleşimi var. MÖ 4000 tarihine kayıtlı bu yerleşimde MÖ 2000 yılında bir saray yapılmış. Düzgün mimarisi ve evleriyle kentleşmeye çok güzel örnek oluşturan bu arkeoloji alanında da çalışmalar devam ediyor. Messara platosuna bakan bir tepe üzerinde kurulmuş olan kentin havası da çok güzel. Karşıda da Girit’in en yüksek noktası olan İda Dağı görünüyor. DSC_0405

Perşembe, 25 Ekim, 2012

Girit Adası (7.gün)

Sabah 08.00 de başka bir rota izlemek üzere yola çıkıyoruz. Bugün Retymnon üzerinden geçip kuzey sahili boyunca doğuya ilerleyecek ve başkent Heraklia ile doğudaki Agia Nikolaos’ a gidip döneceğiz. Çıktığımızda hava bulutluydu, 08.30′ da Retymnon’a geldiğimizde sağanak yağmur başladı, şehrin girişinde şirin bir pasta fırını bulup taze ürünlerle kahvaltımızı yaptık. Yağmur kesildi ve Heraklia yönünde otoyolda ilerlemeye başladık. İki şeritli fakat emniyet şeridi bir hayli geniş olan otoyolda 75 km’ lik mesafeyi bir saatte katederek şehre girip çıktık, saat 11.30′ da da Agia Nikolaos’a girdik. Bu şirin şehri gezmeyi sonraya bırakıp, Elounda yönünde devam ettik, yine çok şirin olan bu balıkçı kasabasına geldiğimizde yağmur tekrar başladı.

Kasabanın hemen karşısında bulunan Spinalonga (Kalydon) adasına buradan küçük motorlarla turist taşıyorlar. Bu seferler mevsimde daha sıkmış fakat bu dönemde 45 dakikada bir yapılıyormuş. Seyahat süresinin 20 dakika olduğunu da hesaplayarak henüz kalkmış olan motora el sallayıp dondurmamızı yedik, şehre geri dönmeye karar verdik. Spinalonga tarihte uzun süre Venedik hakimiyetinde kalmış ve bir de kale yapılmış. 1903-1957 tarih aralığında cüzzamlıların tecrit edildiği bir yer olarak kullanılan ada aslında Elounda’ ya karayolu ile bağlı ama araç girişi yasak.  DSC_0437

Agia Nikolaos’ ta yemeğimizi göl “lake” kenarında yedikten sonra dönüş yoluna çıkıp tesisimize döndük.

Pazar, 28 Ekim, 2012

Girit Adası (8.gün)

Cuma ve Cumartesi günlerini Hapimag tesisinde dinlenerek geçirdikten sonra, sabah 08.00 de yola çıkıp Retymnon ve Heraklia üzerinden Knossos antik kentinin bulunduğu kazı alanına geldik. Önce alanın yaklaşık 2 km dışında  bir su kemerinin bulunduğu yere gidip kemeri görüntüledik, sonra pazar günleri bedava olarak (diğer günler 5 Euro) halka açık hizmet veren antik kent alanına değişimli olarak girdik, zira kuçuların girmesi yasak.DSC_0513

Bir başka Bronz Çağı antik Yunan medeniyeti kalıntısı olan bu kazı alanında, 24,000 m2 alan üzerine MÖ 2000-1580 yıllarında inşa edilmiş Knossos sarayı bulunmakta. Knossos’ da ilk insan yerleşiminin MÖ 7000 civarında bir olasılıkla Anadolu’ dan gelen kavimlerce oluşturulduğu sanılmaktadır. MÖ 3000-2000 arasında bronzu kullanmaya başlayan bu ada sakinleri, toprak eşya yapmaya da başlamış.

Sarayın bazı bölümleri beş katlı  ve birbirlerine düzgün koridorlarla bağlanmış 1,300 odası var. Bu saray üç bağımsız su sistemine de sahip. İçme suyu, yağmur suyu ve atıksu kanalları buluntular arasında. Buraya gelmeden önce gördüğümüz su kemerleri vasıtasıyla saraya beslenen temiz su, uçları konik imal edilmiş ve sızdırmazlığı halat ile sağlanmış boruların birbirlerine eklenmesiyle elde edilen şebeke ile kullanım yerlerine dağıtılmış. Temiz suyla yıkanan ve gideri pis su kanalına açılan ilk modern tuvalet de burada bulunmuş.

Buradaki yapı kolonları, yunan kolonlarından epey farklı. Aşağıdan yukarıya doğru genişleyen bu kırmızı renkli “Minoan” kolonlarını alanın hemen her yerinde görmek mümkün. Kazı alanında bol miktarda çömlek, testi, kap kacak ve yanısıra çok sayıda duvar freskleri bulunmuş. Ayrıca bunların günümüze kadar hemen hiç bozulmadan gelebilmiş olması, tarihte (MÖ 1450) yaşanan büyük Thera (Santorini) depremi sonrasında oluşan küllerin, şehri tamamen yerin altına gömmesine bağlanıyor.

Antik kent turumuzu tamamlayıp dönüşe geçtik, önce Heraklia’ ya uğradık. Ancak sonradan sorarak öğrendik ki bugün Alman’ ların Girit adasını terketmelerinin yıldönümüymüş ve bu nedenle yapılan kutlamalar için trafiğin akışını değiştirmişler. Zaten trafik sorunu olan şehirde bir de yollar değişince biz de kendimizi şehir dışına attık ve güzergah üzerinde önce Anogia isimli dağ köyüne uğradık, sonra yakınındaki Sfemdoni Mağarasını (sarkıt-dikit mağarası) görmek istedik ama rehber eşliğinde gezilebiliyormuş, vakit az olduğu için girmedik.  Saat 17.30′ da tesisimize geri döndük.

Pazartesi, 29 Ekim, 2012

Girit – Anakara (9.gün)

Sabah tesiste dinlenerek toparlandıktan sonra saat 14.30′ da Hapimag’ tan ayrıldık ve Hanya yoluna çıktık. Şehre gelip bir kere daha gezdikten sonra limana gidip oradaki bir Carrefour marketten alışveriş yaptık, 19.00′ da Eliros isimli feribotumuza bindik. Dönüş yolunda feribot hemen hemen tam doluydu. Hal böyle olunca yaz sezonunda bu yolculuğun nasıl olduğunu merak ettik doğrusu…Akşam yemeğimizi yedikten sonra yine geceyarısına doğru tatlı bir uykuya daldık.

Salı, 30 Ekim, 2012

Yunanistan – Türkiye (10.gün)

Sabah 06.00′ da Pire limanına yanaştık ve gün doğarken Atina’ nın dışından geçen otoyolu takiben kuzeye doğru yol almaya başladık. Yolculuk için çok uygun olan hava koşullarında yolda iki kez mola vererek ve Aleksandropolis şehrine de uğrayarak turumuzu tamamladık ve saat 21.43′ te ve 83,732 km’ de evimize ulaştık.Yol Haritasi

GENEL NOTLAR:

1- Toplam katedilen yol: 3,724 km

2- Toplam yakıt:  298 lt

3- Yakıt sarfiyatı:  0,08 lt/km

4- Yakıt maliyeti : 298lt*1,520Euro/lt=453 Euro

5- Müze+kale vs : 39 Euro

6- Diğer yol masrafları: 383 Euro ( 54 otoyol; 1 otopark; 328 feribot)

7- Vize, sigorta, triptik vs masrafları: 396 TL

8- Genel Toplam: 1,722 Euro (3,995 TL)

Related articles
  • 10 Greek islands to visit (flipkey.com)
  • Greece in May 2013 (professorarmstrong.com)

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

yazar

seyahat etmeyi sever, güzellikleri görüntüler, değişik lezzetleri tadmaktan hoşlanır, doğa aşığıdır, bisiklet tutkunudur.

İzlenme sayısı

  • 213.805 tık

Bu blogu takip etmek ve yeni yazı yayınlandığında e-posta ile bilgilendirilmek istiyorsanız e-posta adresinizi yazıp "takip et" butonunu tıklayın.

“BİSİKLET” İÇİN RESME TIKLAYIN..

Da Vinci Bisiketi, 1860

“FOTOĞRAF” İÇİN RESME TIKLAYIN

Dancing of the Clouds

SEYAHAT

“Travel makes one modest, you see what a tiny place you occupy in the world” — Türkçesi: "Seyahat insanı alçak gönüllü yapar, çünkü aslında dünyada ne kadar küçük bir yer işgal ettiğinizi görmenizi sağlar" --- Gustave Flaubert

PEK YAKINDA

Olumsuzluklarla dolu koca bir 2017 yılını geride bıraktıktan sonra yine birlikteyiz. Yazı akışında meydana gelen aksamalar için özür diliyorum. Kaldığımız yerden olmasa da ziyaret etmiş ya da edecek olduğum yerlere ait bilgileri 2018 yılı boyunca sizlerle keyifle paylaşacağımı umuyorum. Bakalım Amsterdam' dan sonra sırada ne var?. İzlemeye devam edin...

SON YAZILARIM

  • Buenos Aires
  • 2019′ a merhaba…
  • Atina (Athens)
  • YouTube’da “Vanotek feat. Hevito – Viajero | Official Video” videosunu izleyin
  • Dresden “Elbe üzerindeki Floransa…”
  • AMSTERDAM
  • Kuzey Britanya’ nın yıldızı, Edinburgh…
  • Nördlingen ve Harburg
  • Dinkelsbühl ve Wallerstein
  • Schillingsfürst ve Feuchtwangen
  • Bologna, kızıl cazi0be…
  • Viyana, Avrupa’ nın müzik başkenti…
  • Rothenburg ob der Tauber
  • Weikersheim, bir Rönesans klasiği…
  • Bad Mergentheim, Romantik Yol’un kaplıcası…
  • Tauberbischofsheim ve Lauda-Königshofen
  • Wertheim
  • Würzburg, Romantik Yol’a açılan kapı…
  • Heidelberg, “Romantik Yol” un ilham perisi…
  • “Romantik Yol” da bir sonbahar gezisi…
  • PARİS’ te SON TANGO…
  • ERDEK
  • Kaz Dağları, bölüm 1
  • Ayvalık’ ta hoş bir dinleti…
  • Yeni bir gün daha…
  • Brüksel
  • Yeni Yıl Kutlaması
  • Kavala
  • Freiburg
  • Varenna
  • Luzern (Lucerne)
  • Londra (2)
  • Padova
  • Bratislava
  • Nice
  • Besancon
  • Sorrento
  • Lyon
  • Prag
  • Pisa
  • Budapeşte
  • Viyana
  • Venedik
  • Estergom
  • Siena
  • Salzburg
  • Strasbourg
  • Hoş geliyor (mu) sun 2014…(?) !
  • Verona
  • Londra

ZAMAN TÜNELİ

Ocak 2021
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031
« Nis    

“DEVR-İ PEDAL” ARTIK YAYINDA…

BİSİKLET tarihini ve gelişimini anlattığım, bisikletin insan yaşamına katkısını farklı boyutlarıyla kaleme aldığım yazılarım, "Devr-i Pedal" isimli blogumda yayınlanmaya devam ediyor. Yukarıdaki "Bisiklet için resme tıklayın" penceresindeki resme tıklayarak bu blogumu ziyaret edebilirsiniz.

TAKİP ETTİĞİM BLOGLAR

  • GEZMECİLER
  • Zeliha Özer
  • EpicuriousTravelers.com
  • sarahmatthews
  • Tamarind and Thyme
  • The WordPress.com Blog
  • cyclingfurther
  • Lrntn's Blog
  • Steve McCurry Curated
  • The Kitchen Crashers

KATEGORİLER

Almanya Amerika Avrupa Avusturya Fransa Güney Amerika Hollanda Kutlama Merhaba Türkiye Uncategorized Yunanistan İngiltere İspanya İtalya

Daha Fazlası

Alexandropolis Almanya Amalfi Ancona Atina Augustus Ayvalık Barok Bellagio Bergamo Bologna Brescia Brindisi Buda Bursa Como Edirne Elisabeth Florence France Genova Granada Greece Grinzig Habsburg Hohenlohe Hırvatistan Istanbul Italy Izmir Kavala La Turbie Lecco Limoncello Ljubliyana London Lyon Magyar Malaga Menton Monaco Monte Carlo Mozart Napoleon Napoli Nürnberg Olympia Padova Palio Perugia Peşte Pire Plovdiv Positano Regensburg Rimini Roma Sabah Salerno Salzburg Slovenya Sorrento Spain Strasbourg Tauber Thessaloniki Travel and Tourism Turkey valencia Venedik Verona Vezüv Visegrad Zeus İpsala

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

GEZMECİLER

Gezilen, görülen, tadılan güzelliklerin paylaşıldığı bir site

Zeliha Özer

Marmaris'ten Adriyatik Denizine Yelkenle Dolaşmak Üzerine...

EpicuriousTravelers.com

Sip. Savor. Explore.

sarahmatthews

Tamarind and Thyme

Cooking and Eating Well in London Without Going Broke

The WordPress.com Blog

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.

cyclingfurther

2 Belgians Cycling from Hungary to the chinese border across Central Asia!

Lrntn's Blog

Photo and travel blog

Steve McCurry Curated

Steve's body of work spans conflicts, vanishing cultures, ancient traditions and contemporary culture alike - yet always retains the human element.

The Kitchen Crashers

Seda ve Hakan’ın Mutfak, Seyahat ve Fotoğraf Maceraları…

Vazgeç
loading Vazgeç
Yazı gönderilemedi - e-posta adreslerinizi kontrol edin!
E-posta kontrolü başarısız oldu, lütfen bir daha deneyin.
Üzgünüm, blogunuz yazıları e-posta ile paylaşamıyor.
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
%d blogcu bunu beğendi: