Cumartesi, Eylül 06, 2008
Yunanistan (1. gün)
Saat 09.10 da Suadiye’ den karavanımız ile hareket ediyoruz (km 37,640). 12.30 da İpsala‘ ya, az sonra da hududa giriyoruz (km 37,950). Türkiye gümrüğünden beş dakikada, Yunanistan gümrüğünden onbeş dakikada geçiyoruz. Köpeğimiz Gümüş ile ilgili evrak sormadılar. Yunan polisi alkol ve sigara sorguladı sadece. Yunanistan’ a girdikten sonra otoyoldan değil E90 yolundan ilerleyip Alexandropolis (Dedeağaç)’ e girdik (saat 15.00). Hava güneşli ve 30 derece. Şehirde bir tur attık, yerel halk deniz kenarında rakı-uzo keyfi yapıyordu.
Saat 17.00 de Kavala’ ya ulaşıyoruz. Kavala genel olarak Ayvalık’ a benziyor. Girişteki su bendi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Şehir merkezinden yukarıdaki kaleye daracık yollardan gitmek istiyoruz. Kavala küçük bir şehir olmasına karşın, park problemi var. M.Ali paşa’ nın evinin önündeki küçük otoparka parkedip dolaşıyoruz. Paşanın evi ne yazık ki ziyarete kapalı. Hemen yanında camiden bozma (İbrahim Paşa camii) Agios Nikolaus kilisesi var.
Yukarıdan şehrin görüntüsü çok güzel. Kaleden sahile inerken geçtiğimiz daracık yollarda parketmiş araçlara ve evlere adeta teğet geçerek aşağıya iniyoruz. Saat 18.40 ta Kavala’ dan ayrılıyor ve tekrar otoyola çıkıp Selanik yönüne doğru devam ediyoruz. Daha önce internetteki bazı seyahat sitelerinden birinde okuduğum Asprovalta kasabasının levhasını görünce otoyoldan ayrılıp bu kasabaya saat 20.00 de giriyoruz. Selanik’ e 80 km mesafedeki bu yerleşim, canlı bir sahil ve plaj kasabası. Yine netteki bilgiye dayanarak, bir ucuzluk marketten gerçekten çok ucuza alışveriş yapıp sahilde karnımızı doyuruyor ve günü bitiriyoruz.
Pazar, Eylül 07, 2008
Yunanistan (2. gün)
Saat 07.00 de Asprovalta sahilinde güneşin doğuşu ile uyanıyor ve Gümüş ile denize giriyorum. Deniz temiz ve ılık, etrafta kimsecikler yok. Kahvaltı edip 09.16 da bu güzel kasabadan ayrılıyoruz. Tekrar Yunanistan’ı baştan başa geçen ve AB fonlarıyla inşa edilmiş muhteşem otoyola giriyor ve Selanik’ e doğru yola koyuluyoruz. Saat 10.30 da Selanik’ teyiz. Selanik Görüntü olarak İzmir’ e çok benziyor. Oldukça kalabalık bir şehir ve otopark sorunu var. Sahildeki otoparka arabamızı parkedip yayan olarak dolaşmaya başlıyoruz. Atatürk’ ün evini sorup o yöne doğru yokuş yukarı çıkmaya başlıyoruz ama hava çok sıcak. Yolda bir kafede soluk alıp nefis selanik böreki yiyoruz. Ispanaktan aldığımız güçle yola devam edip TC konsolosluğu’ nu buluyoruz, Atatürk’ ün evi de bahçesinde. Pazar olmasına rağmen ricamızı kırmayıp bizi içeri alıyor ve evi gösteriyorlar.
Saat 15.00 gibi Selanik’ ten ayrılıp Kozan‘ a geldik ama şehre girmiyoruz. Mazot alıp yola devam ediyor ve İtalya dahil pek çok yere feribot seferlerinin yapıldığı br liman şehri olan Igoumenitsa’ ya 80 km kala otoyoldan ayrılma levhasını takip ediyoruz. Otoyolun bu kısmı henüz bitmemiş, dağ yoluna sarıyoruz. 18.15 te mola verip birşeyler yedikten sonra döne döne aşağı inip tekrar otoyola bağlanıyor ve 19.30 da Yanya‘ya giriyoruz . Burası şirin bir kent ve çok öğrenci var. Hafta sonu olduğu için de hemen herkes sokakta eğleniyor.
Pazartesi, Eylül 08, 2008
Yunanistan-Makedonya (3. gün)
Sabah Yanya’ da arabayla tur atıp tanımaya çalışıyor ve bir kafede kahvaltımızı yapıyoruz. Tekrar şehir merkezine dönüp kaleye yakın park ettikten sonra yayan olarak merkezde dolaşıyoruz. Kale içini, Aslan Paşa camiini ve müzeyi geziyoruz. Rahmetli babamın da doğduğu yer olan Yanya (İoannina), eskiden Arnavutluk’ un başkenti imiş. Yüz bin nüfuslu şehirde yirmibin öğrencisi olan bir üniversite var. Şehir 475 mt rakımda ve tarihi 1020 yılına uzanıyor. 1205′ te İstanbul’ dan göç almış. 1345′ te sırpların eline geçmiş, 1618′ de 2.Murat zaptetmiş. Arnavutluk doğumlu Ali Paşa devrinden sonra 1817′ de ingilizler devreye girse de İsmail Paşa gelip şehri ateşe vermiş. 1878 Berlin anlaşmasıyla şehir Yunanistan’ a devredildiyse de 1913′ e kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış.
Saat 15.00 te şehirden ayrılıyoruz. Çok güzel ve dağlık bir yoldan ilerleyip Konitsa‘ da şelale ve köprü manzarasında mola veriyoruz. Sonra asıl yolumuzu (M5-E65) buluyor ve Kozan üzerinden Niki sınır kapısına ulaşıp Yunan gümrüğünü 10 dakikada, Makedon gümrüğünü yarım saatte geçerek saat 20.30 da (bu arada EU saat dilimine geçtik !) Makedonya’ ya giriyoruz. Girer girmez de görüntü farkı hemen dikkatimizi çekiyor. Bitola kentine ulaşıp burada geceliyoruz. Gece birhayli sıcak (35 derece) olmasına karşın sabaha karşı üzerimize pike çekmişiz…
Asıl adı Manastır olan bu şehir, 530 yıl Osmanlılarda kalmış. 615 m rakımda Babadağ eteklerinde kurulu kentte 20 ülkenin konsolosluğu varmış. Atatürk de, askeri idadiyi burada okumuş. Halkın orijini Kırgız. Para birimi Dinar (1Euro=60 Dinar).
Salı, Eylül 09, 2008
Makedonya (4. gün)
Sabah çıktığımız yol yer yer çok bozuk, hatta otoyol dedikleri yol da bozuk ama girişte para aldılar, fiş vermediler, kur farkını memur cebe attı. Hız sınırı saatte 130 km ama 110 km yi geçmiyoruz. Dağ yolunda bir lokantada durup hem dinleniyor, hem de karnımızı doyuruyoruz. Saat 12.00 de Üsküp‘ e giriyoruz. Önce bir tur atıp şehrin havasını almaya çalışıyoruz. Kaotik bir şehir. Kalabalık ve düzensiz. Yaşam kalitesindeki düşüklük her görüntüye yansıyor. Kenar semtlerde biraz daha seviye farkı var. Tepeye tırmanıp panoramik görüntüye baktık.
Şehir önce 518 yılında, son olarak da 1963 yılında depremlerle yerle bir olmuş. Arada bir de Avusturyalı bir general şehri yakmış. Vardar ovasında yer alan şehrin ortasından Vardar nehri geçiyor. Y.Kemal Bayatlı burada doğmuş, halk Makedon ve Arnavutlardan oluşuyor. Saat 13.00 civarı Üsküp’ ten ayrıldık. Dönüş yolumuz Prileb-Bitola üzerinden. 166 km’ lik yolun (E65+M5) Bitola’ dan sonraki 40 km’ lik kısmı ormanlık, dağlık ve seyirlik. Saat 17.00 gibi Ohrid‘ e geldik. Güzel bir sayfiye kasabası. Aynı zamanda tarihi.
Geçmişi M.Ö. 3. yy’ a uzanan Ohrid, hristiyanlığın merkezlerinden biri sayılıyormuş. Evliya Çelebi‘ nin seyahatnamesinde sözünü ettiği Ohrid, 365 kilise şehri olarak biliniyor ve bir başka adı “Slavic Jerusalem”. Göl, Afrika’ daki Tanganika ve Güney Amerika’ daki Titicaca gölü kadar eski. 62,000 nüfuslu şehirde 2,000 türk ve 13 aktif cami var. St. Pantelejmon-Plaoshnik katedrali 5. yy’ dan kalma ve geniş bir arkeolojik kazı alanına sahip. St. Clement 10.yy’ da restore ettirmiş. Ohrid, Avrupa’ nın ilk üniversitesine sahip ve Crylic alfabesi burada yazılmış. Katedral Türkler tarafından yıkılıp (!) yerine cami (!) yapıldıysa da bugün orijinaline uygun olarak yerinde duruyor…
Şehre girince önce arabayla tur atıp kalacak otel aradık ama köpek kabul eden otel bulamadık. Son gittiğimiz otelde de reddedilince yan tarafta taburelere oturmuş sohbet eden Türklerden yardım istedik. Birisi çok ilgilendi ve bizi göl kenarında çok güzel bir otele götürdü. Sahibi de Türk olan bu otelde 40 Euro’ ya bir gece kaldık. Akşam gölde yakamozlar ay ışığı altında muhteşemdi.
Çarşamba, Eylül 10, 2008
Makedonya-Arnavutluk (5. gün)
Güzel ve derin bir uykudan sonra 07.00 de uyandık. Sabah banyomu gölde aldım. Oldukça ılık ve zemini kaygan bir göl. Kahvaltı edip 10.12 de otelden ayrıldık. Önce kaleye çıktık. Kazı yapılan geniş alanda dolaştık. Sur içindeki evler çok güzel, İstanbul Büyükada’ yı andırıyor. Merkeze inip çarşıyı gezdik. Bizim çarşılarımıza benziyor ve Türkiye merkezli dükkanlar var. 12.30 da tekrar yola koyulduk ve Ohrid gölü kıyısını takiben Arnavutluk sınırına geldik. Çıkışta Gümüş’ ün evrakını kontrol ettiler, 15 dk. Sonra 14.10 da Arnavutluk’ a girdik. Girerken 1’er Euro ayakbastı parası aldılar. Para birimi Lek, 1Euro=120Lek. Göl kıyısını izleyerek (E852 yolu) bir lokantaya geldik. Aynı zamanda bir otel olan bu işletme köpek kabul ediyor ve oda kahvaltı 20 Euro. Çok ucuza göl kenarında muhteşem bir yemek yedik ve karnımız tok yola koyulduk.
Önce bir dağı aşıp Elbasan‘ a vardık. Ohrid-Tiran arası 120 km. Elbasan bir ovada kurulmuş yayvan bir şehir, ağır metalurji fabrikaları var. Bu şehre Elbasan ismi, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1467 de “ılıbasan” (kuvvetli yer) anlamında verilmiş. Burayı geçer geçmez bir dağ tırmanışı başlıyor. Yol (E852) dar, virajlı ve tehlikeli (gece geçmemek gerek). Tiran’a varışımız tam iki saat sürüyor. Tiran’ da iki nehir var. Tiran ve Lana. Bu şehir Süleyman Paşa tarafından 1614′ te kurulmuş. 1920’de Arnavutluk’ un başkenti olmuş. Şimdilerde nüfusu 600,000 civarında. 1925 yılından sonra Türkiye’ den kovulan bektaşiler ve dervişler buraya yerleşmişler. Hala orada oldukları görüntüden anlaşılıyor. 1941 yılında Enver Hoca komunist partiyi kurarak başa geçmiş.
Tiran’ da trafik kargaşası var. Bizde olduğu gibi maganda sürücüler bol. Şehir tarihte geçirdiği yangın ve yıkımlar sonrasında düzensiz kurulduğu için kişiliksiz. Sorarak yolumuzu bulup İşkodra‘ ya doğru devam ettik. Yol boyu Alpet petrol istasyonları var. Yol çok güzel, polis kontrolü sık. Gündüz farlar açık seyretmek mecburi. E762 üzerinde ilerledik ve gün batarken İşkodra’ ya geldik. Alpet istasyonunda yol sorduk, 500 mt sonra Drin nehri üzerindeki köprüden karşıya geçince Montenegro sınır kapısı yakınmış, öyle yaptık ama nehrin karşı yakasında çingene mahallesi varmış. Karanlık ve çingenelerle dolu çamurlu ve bozuk bir yoldan geçerek sınır kapısına geldik. 2 Euro ayakçekti parasını ödeyip kolayca çıktık. Biraz sonra Montenegro gümrüğüne geldik ve 8 Euro ekoloji vergisi ödeyip arabanın camına yapıştırmak üzere bir yıl geçerli pul aldık. Karanlık ama kaymak gibi asfalt yolda 40-50 km ilerleyip bir yerde yol karışınca yol sorduk. Market sahibi genç adam yemekten kalkıp aşağı indi ve dil bilmemesine rağmen yolu tarif etti. 21.30 gibi kıyıdaki Bar kentine ulaştık ve geceyi burada geçirdik.
Perşembe, Eylül 11, 2008
Montenegro (6. gün)
2006 Temmuz’ unda bağımsızlığına kavuşan Montenegro’ nun nüfusu yaklaşık 600,000. Bar önemli bir merkez ve adını karşı yakadaki (İtalya) Bari şehrinden almış. 1571-1878 yılları arasında Osmanlı yönetiminde kalan Bar şehri oldukça canlı. Sabah yola koyulduk ve ana fikrimiz sahil yolunu takiben Dubrovnik’ e gitmek iken, yolda gördüğümüz Podgorica levhasına uyup otoyola girdik. 2006 yılında tamamlanan “Sozina Tunnel” dan 5 Euro ödeyerek geçtik ve başkente gelmeden bir kasabada çok güzel kahvaltı yaptık. Otoyollar için AB’ den destek almışlar ve yolları güzel yapmışlar. Tünel kusursuz ve 4,198 mt uzunluğunda.
Bu arada Montenegro (Crna Gora) kelime anlamı olarak Kara dağ demekmiş. Başkent Podgorica ise adını, şehre yukarıdan bakan küçük tepe (gorica) den almış. 1946-1992 yılları arası ismi Titograd imiş. Şehirde çok yeni yapılaşma var. 1474′ te Osmanlılara geçen şehirde gelişme durmuş. Türkler savaşlara karşı koymak için kale ve surlar yapmışlar ve İşkodra iline bağlı “böğürtlen” kazası haline getirmişler. 2. dünya savaşında 70 kez bombalanan şehir yerle bir olmuş. Alüminyum, tütün, şarap ve tekstil ürünleri var. Sahil yoluna geri dönmek için önce bir dağa tırmandık, eski kraliyet merkezi olan “Çetinje” den geçip döne döne aşağı inerken Budva kenti Göründü.
Tam bir riviera şehri olan Budva, tarihte 1420-1797 yılları arası Venediklilerin, 1814-1918 arası ise Avusturyalıların yönetiminde kalmış. 1979 yılında depremle yok olan şehir, milyonerler şehri olarak biliniyor. 20 km mesafede Tivat havaalanı var. Sahil yolunu takiben Tivat’ a gelip geçtik, Kotor körfezi sahilinde dar yollarda ilerledik. Yerel halk yol kenarındaki evlerinin önünden denize giriyorlar. Aslında koyu kestirmeden geçen feribot varmış ama biz dolaşmayı tercih ettik. Koyun karşı yakasında yol daha geniş ama bu taraf gibi hoş değil. Hersek Novi’ ye geldik. Basit bir kent, durmadan geçip 13.59 da sınıra geldik. Sınırı geçip Hırvatistan’ a kolayca girdik ve güzel bir yoldan inerek Dubrovnik’ e ulaştık. Para birimi Krona, 1Euro=65 Krona.
Eski adı Ragusa olan şehir, tarihte Venedikliler ile Osmanlılar arasında iyi bir denge kurulmasını sağlamış. Dubrovnik ismi, çam ormanlarından geliyormuş. Ragusa 7. yy’ da kurulmuş, Ragusa Cumhuriyeti, hürriyetini 1272 yılında kazanmış. Dünyanın üçüncü eski pharmacy’ si buradaymış. 1667 de ciddi bir deprem geçirmiş. 1800′ lerde Fransızlar göz koymuşlar bu şehre. Ancak Avusturya hakimiyeti galip gelmiş. Bu hakimiyet, Avusturya-Macaristan krallığı 1918′ de sona erene dek sürmüş. Sonra Yugoslavya ile bütünleşmiş. 1991′ de Hırvatistan ve Slovenya bağımsızlıklarını ilan etmişler. Aynı sene Miloseviç kuvvetleri saldırmış. Hasar 2005′ te onarılabilmiş. Dünyanın en eski arboretumu bu şehirdeymiş.
Şehrin dar sokaklarında park problemi var. Dışına çıkıp Split yönünde biraz ilerliyor ve şirin bir koyda mola veriyoruz. Zaton Mali adındaki bu koyda çok pansiyon var. 18.00 civarı tekrar şehre dönüp kalenin üst kısmında üç saatlik park yeri bulup arabamızı parkettik. Saat 22.00′ ye kadar şehri turladık. Kale içi çok canlı, evler hala kullanılıyor, çok sayıda zengin turist var. Kale içinde akşam yemeğimizi yedikten sonra Zaton-Mali koyuna dönüp orada kaldık.
Cuma, Eylül 12, 2008
Montenegro-Bosna Hersek (7. gün)
Sabah 08.45′ de yola çıktık. Yolda mazot alıp iki kez Hırvat sınırını geçtik (sadece pasaport kontrolü). Bosna Hersek’in deniz kıyısında 30 km lik bir sahil şeridi var ve yapılaşma yok, bakir, kontrolünü de Hırvatlara bırakmışlar. Sonra Bosna sınırına geldik. Uzun bir kuyruk, kamyon ve otobüs karmaşası yarım saat kadar sürdükten sonra 40,280 km’ de Bosna’ ya girdik. Para birimi Kuno, 1Euro=2 Kuno. Mostar’ a giden yol uzun olmamakla birlikte, iki şeritli bölünmemiş bir yol, 80 km hız sınırı var ve sollamak yasak. Bol kamyon ve yol inşaatı da olunca seyahat üç saat sürdü. Mostar yeni yapılaşan şehirle eskisi iç içe geçmiş bir kent. Modern binalar da mevcut. Eski şehir çok hoş. Neretva nehri zümrüt renginde akıyor. Şehri dolaşıp köprü altında bir kafede soluklandık.
Şehir çıkışında VW bayiine uğrayıp, ingilizce bilen servis şefiyle anlaşarak T5’in yağını değiştirttim ve kontrollerini yaptırttım. Mostar iki halka evsahipliği yapıyor. Boşnaklar ve Hırvatlar. Hırvatlar batıda, Boşnaklar doğuda oturuyor. Sırplar ise savaştan sonra dönmemiş. Mostar’ a ilk saldırıyı 1991′ de Sırp ordusu yapmış. Sonra Bosna kurtuluş ordusu ve Hırvat savunma birlikleri Sırpları uzaklaştırmış. Fakat bu defa Hırvat güçleri saldırıp şehri mahvetmişler. Sinan’ ın öğrencisi Hayruttin’ in yaptığı eski Mostar köprüsü de bu sırada yıkılmış.
Sarajevo’ ya giden yol nehri takiben dik yamaçlı dağların arasından geçiyor. Trafik çok yoğun. Yol boyunca kurşunlanmış evler var. Şehre ulaşmamız 18.45′ i buluyor. Çok canlı ve daha önce duyduklarımızın aksine çok serbest bir şehir. Eski çarşı Osmanlı havasını yansıtıyor. Kahve kokuları her yerde. Sedef lokantasında çok ucuza lezzetli “cevap çiçi” yiyoruz. Sarajevo, kalıntıları eski olmakla birlikte, kimliğini Osmanlılara geçişiyle kazanmış (1463). Bu tarihten başlayarak, Osmanlılar şehri imar etmişler ve Avrupa’da kurdukları en büyük kent olmuş. 500,000 nüfuslu şehirde değişik dinler birarada yaşıyor. Tarihte Avarlar, Romalılar, Bulgarlar ve Macarların yönetiminde kalan bölge, 1463-1878 arası Osmanlılara geçmiş ve 1878 de Berlin anlaşmasıyla Avusturya-Macaristan yönetimine verilmiş. 2. dünya savaşı sırasında Hırvatların kontrolünde olan şehrin zengin mahallelerinde Hırvatlar yaşıyor. Şehirde 1885′ de Avrupa’ nın ilk tramvayı çalışmış.
Cumartesi, Eylül 13, 2008
Bosna Hersek-Hırvatistan (8. gün)
Sabah 06.30′ da uyanıp kahve+çay içiyor, arkasından çarşıda fırından taze çıkmış börek yiyip alışveriş yapıyoruz. 10.45 gibi şehirden ayrılıyoruz. Çıkışta epey uğraşarak ve dört beş kişiye sorarak “Tünel Müze” yi buluyoruz. Savaş sırasında üç milyon kişiyi serbest bölgeye kaçırmak için 150 kişinin 4 ayda kazdığı 800 mt’ lik bir tünel. Evini bu amaca hibe eden Boşnak teyze halk kahramanı olmuş. 12.50′ de oradan ayrılıp Mostar yolunda Neretva nehri kenarında güzel bir restoranda öğle yemeği molası veriyoruz. 17.15′ de oradan ayrılıp yola koyulduk ve şiddetli bir yağmur başladı. Yolu sel bastı, yol görülmez oldu, kendimizi ülkemizde gibi(!) hissettik. Bosnalılar kötü araba kullanıyor. Hırvatistan sınırına doğru yağmur kesildi. İki dakikada sınırı geçtik ve Split yönünde E65′ te yola devam ettik.
Yol Dalmaçya kıyısına paralel uzanıyor ve çok güzel. Saat 18.30 da Zaostrog kasabasına girip, sahildeki camping alanında yerimizi aldık. Denize girip banyo yaptık ve rahatladık. Yemeğimizi de karavanımızın gölgesinde yedikten sonra sahilde küçük bir gezinti yaptık ve sonra sessiz ve derin bir uykuya daldık.
Pazar, Eylül 14, 2008
Hırvatistan (9. gün)
Yakındaki kilisenin çan kulesinden gelen çan sesiyle saat 07.00 de uyandık. Hava bulutlu 25 derece, tabiat harika. Kasabada iki tur yürüyüş parkuru var. Bir de feribot iskelesi var, herhalde karşıdaki adalara sefer yapılıyor. 20 Euro’ ya kaldığımız bu şirin yerden 11.30 da ayrılıp, sahil yolunu (E65) takiben 13.00 de Split’ e geldik. Split şehrinin tarihi 1700 yıldan eskiye gidiyor. İlk sahipleri Yunanlar. Sonra romalılar zamanında kral Diocletian bir saray inşa ettiriyor (MS 293). Kalıntıları hala duran bu saray çok büyük. Ortaçağda Macarlar, Slavlar ve Hırvatların etkisinde kalan şehir, 10.yy’ da Venediklilerin kontrolüne geçmiş.
Bu dönem, 1420′ den 1797′ ye kadar sürmüş. Sonraları Viyana kongresiyle Avusturya kontrolüne giren Split, 1. dünya savaşı sonrası Yugoslavya’ ya geçmiş. 1941′ de Yugoslavya’ nın, nazi Almanyası tarafından işgali sonrası İtalya denetimine giren şehir, 1943′ te Tito taraftarlarınca kurtarılmak istenirken büyük hasar görmüş. Daha sonra tekrar dağılana kadar Yugoslavya’ da kalmış. 14.45′ te buradan ayrılıp A1 otoyolunu takiben saat 17.00 de Zadar‘ a geldik. Eski şehiri dolaştık, çay kahve molasından sonra 17.45′ te buradan da ayrıldık. Zadar’ ın tarihi taş devrine kadar uzanıyor. 6.yy’ da ciddi bir deprem yaşamış. Jüstinyen zamanında Bizans şehri olmuş. 1918′ e kadar dalmaçya başkenti ünvanını korumuş. Sıkça Venedik akınına maruz kalan Zadar, 16.ve 17.yy’ larda da Osmanlı ataklarına karşı kaleler inşa etmiş. Daha sonra Avusturya kontrolüne giren şehir, 1918 de İtalyan ordularına ev sahipliği yapmış. 2. dünya savaşında almanlar şehre girmiş. Bu dönemde şehir bombalanmış.
1945-1991 arası Yugoslavya kontrolüne geçen şehir, 1991-1995 arası Miloseviç güçlerinin bombardımanıyla son defa yıkılmış. Zadar’ dan ayrılınca otoyola girdik ve yükselmeye başladık. Yol çok güzel ve bolca viyadük geçişleriyle tüneller var. Viyadüklerde yan rüzgarlar oldukça kuvvetli. Sahil yolundan gitmeyi arzu etmemize rağmen, levhalar bizi A1 otoyoluna yönlendirdi. Otoyolda hız limiti 130 km fakat rüzgar nedeniyle zaman zaman 80′ e kadar düşürülüyor. Yolda iki adet beheri 6 km uzunluğunda tünel geçtik. Rijeka’ ya 70 km kala bir dinlenme yerinde durduk. Dışarıda sıcaklık 6 dereceye kadar düştü. Durduğumuz bölge yörenin en yüksek yeri (yaklaşık 800 mt) ve kışlıklarımızı giyinip önce buradaki restoranda karnımızı doyuruyor sonra biraz üşüyerek geceliyoruz.
Pazartesi, Eylül 15, 2008
Hırvatistan-Slovenya (10. gün)
Soğuk bir sabaha uyanıp otoyolda yaklaşık bir saat giderek 09.15′ te Rijeka‘ ya girdik. Şehirde hemen hakim olan İtalyan havası dikkat çekiyor. Rijeka’ nın tarihi diğer Dalmaçya şehirlerinden farksız. Ostrogotlar, Bizanslılar, Lombardlar, Hırvatlar, Macarlar ve Avusturyalılar. Trieste Avusturya’ nın limanı iken Macar Rijeka limanı ile çekişme içindeymiş. 1920 yılında bağımsız devlet ilan edilen Rijeka, daha sonra Roma anlaşmasıyla (1924) İtalya’ ya verilmiş. 2.dünya savaşında İngiliz-ABD savaş uçakları şehri bombalamış.
Saat 11.30′ da Rijeka’ dan ayrıldık. 35 km sonra A7-E61 üzerinden Slovenya sınır kapısına geldik. Çıkışta serbest geçtik, Slovenya girişinde pasaport ve ruhsata baktılar. 12.15′ te Slovenya’ ya girdik. Burası çok güzel bir Avrupa ülkesi olmuş. Genel görüntüsü Avusturya’ yı çağrıştırıyor. Otoyol girişinde 35 Euro ödeyip “Vijeka” denilen bir pul aldık ve ön cama yapıştırdık. Görevli ingilizce bilmediği için biraz kızdım. Kısa bir süre sonra Ljubliyana‘ ya girdik. Çok şirin bir şehir. Arabamızı otoparka koyup şehri yayan dolaştık, bir Meksika lokantasında karnımızı güzelce doyurduk.
Ljubliyana, tarihte Alman, Latin ve Slav kültürleriyle yoğrulmuş bir başkent. MÖ 2000 yılına uzanan tarihi var. Slovenlerin ataları 6. yy’ da gelmişler. 1511′ de depremle yıkılan şehir, sonra rönesans tarzında yeniden inşa edilmiş. 1. dünya savaşı sonrası Yugoslavya’ ya geçen şehir, 2. dünya savaşı sonunda önce nazi Almanyası, sonra faşist İtalya tarafından işgal edilmiş. Daha sonra “Socialist Republic of Slovenya” nın başkenti olan şehir, 1991′ de Yugoslavya’ dan bağımsız hale gelip 2004′ de ülke olarak EU’na girmiş.
Şehirden ayrıldıktan sonra A1 otoyolundan ilerledik ve deniz seviyesine inerken hava ısındı, güneş yüzünü gösterdi. İtalya sınırından kontrolsüz girdik ve Trieste’ ye geldik. Kent çok büyük, eski ve çok güzel. İki gün yayan gezilebilir. Trieste, MÖ 3000 yılından 1920 yılına kadar değişik ellerde geliştikten sonra, İtalya’ ya verilince değerini yitirmiş. En parlak dönemi Maria Theresia zamanıymış. Napolyon savaşlarında ise çok zarar görmüş. İtalya’ ya resmen geçişi ise 1954 yılında olmuş. Bu arada Slovenya’ nın Adriyatik’ te kısa bir deniz şeridi var ve meşhur Koper limanı burada bulunuyor. Trieste şehrinde arabayla dolanıp, trafik yoğun olduğundan ve otopark bulamadığımız için çıktık ve A4 otoyolunu takiben (çok TIR var) 21.00 de Venedik‘ e geldik. Arabayı koyacak ve geceleyecek uygun yer bulamadık, yola devam edip Padova Ovest yakınında geceledik.
Salı, Eylül 16, 2008
İtalya (11. gün)
Saat 08.00’de uyanıp hemen yola koyulduk. Padova şehir merkezinde bir tur atıp A4 otoyoluna çıktık. Milano yönünde ilerlerken yol çok kalabalık, bol ticari araç vardı. Verona‘ ya gelmeden Garda gölüne doğru sapıp otoyoldan ayrıldık. Burada Gardaland ve benzeri eğlence merkezleri var ve her taraf bisiklete binenlerle dolu. Lido camping’ i gezdik, araba ve iki kişi 23 Euro ve beş yıldızlı bir camping. Göl kenarında dinlendik.
İtalya’nın en büyüğü olan Garda gölü, buzul çağında oluşmuş ve sadece burada yetişen bir alabalık türü varmış. Tekrar yola koyulduk, A4 otoyolunu takiben ilerledik. Milano’ yu geçince A9 otoyoluna girdik ve kuzeye doğru gittik. Manzara çok güzel. Hele göl kenarındaki Como şehrine geldiğimizde kendimizi cennete düşmüş gibi hissettik. Önce arabayla şehirde tur atıp 6. zonda park yeri bulduk ve parkettik. Yürüyerek merkeze geldik. Parkyeri sorunu burada da var. Beyaz çizgiler arası bedava, mavi paralı (20.00-08.00 arası bedava) sarı ise rezerve. Duomo meydanında yemek yedik ve biraz dolaştık.
Como’ nun tarihi bronz çağına kadar gidiyor. MÖ 1. yy’ da Romanlar geliyor ve Julius Ceasar bir şehir kuruyor. 1796′ da Napolyon gelip 1825′ e kadar bölgeyi yönetiyor. Avusturya hakimiyetinden sonra şehir 1859′ da İtalya krallığına geçiyor. Mussolini burada hapsedilmiş ve kuzey kıyısında bir kasabada öldürülmüş. Como, ipek üretimiyle de ünlüymüş. Duomo, 1396′ da inşaatına başlanıp, 1740′ ta bitirilmiş. Como gölü avrupanın en derinlerinden biri (400 mt) ve en derin yeri deniz seviyesinin 200 mt altında. Como’ dan ayrılıp göl kenarındaki daracık yoldan kuzeye doğru ilerledik. Manzara harika. 18.30′ da Bellagio’ ya vardık. Burası sakin bir başka cennet. Karşı kıyıya feribot ve deniz taksileri çalışıyor.
Çarşamba, Eylül 17, 2008
İtalya (12. gün)
Saat 07.00′ de uyanıp yarım saat sonra bu cennet köşeden ayrıldık. Yakın bir istasyondan yakıt alıp Lecco tarafındaki kısa bacaktan ilerledik ve SS36 yolundan Milano otoyoluna girdik. Çok TIR trafiği var. Bir yerde trafik iyice sıkıştı, yarım saatte zor kurtulduk. A1 üzerinden A14 yoluna çıkınca bir yakıt istasyonunda kahvaltı edip mazot aldık ve Bologna üzerinden 13.45′ te Ravenna‘ ya geldik.
Hava tekrar ısındı, 21 derece ve açık. Ravenna çok hoş, yayvan bir tarihi şehir. Tarihte Ravenna Ostrogotların yönetiminde önemli bir deniz kentiymiş. Justinyen 540′ ta zaptetmiş ve böylece Bizans’a ait olmuş. Bu aidiyet 751′ de Lombardların gelmesiyle sona ermiş. Dante bu şehirde yaşamış. 1636′ da şehir sele maruz kalmış. Lord Byron da iki yıl bu şehirde yaşamış.
Yemek yedikten sonra biraz dolaştık ve saat 16.00′ da buradan da ayrıldık. Bu defa sahile paralel uzanan ücretsiz SS16 yolunu seçtik. Sahil sitelerine dikine inen yollar var. Rimini’ ye yakın bir alışveriş merkezinde durduk. Sonra Rimini merkeze gidip bir tur attık, otoparka girip göl kenarındaki bu güzel yerde “Tiberius” köprüsüne karşı yerimizi aldık. Bizden başka 7-8 adet daha karavan vardı. Yakındaki bir marketten yiyecek alıp parkta akşam yemeğimizi yedik.
Perşembe, Eylül 18, 2008
İtalya (13. gün)
Rimini şehri de, Augustus, Ceasar, Marius gibi krallara evsahipliği yapmış. Daha sonra pekçok el değiştiren şehir, balıkçılıkla ünlü. 100,000 nüfuslu bu şehrin turist yatak kapasitesi 55,000 (!). Saat 06.30′ da uyanıp 07.30′ da şehirden ayrıldık. SS16 yolunu takiben güneye inişi sürdürdük. Sola sahile inen yollar sahil yoluyla birleşiyor ve orada geniş uzun kumsallar var. Sahil boyunca yapılaşma az katlı, evler kapalı, belli ki yazın buralar cıvıl cıvıl oluyor. Bir sahil kasabasında kumsalın yanında kahvaltı ettik.
Ancona‘ ya yakın bir alışveriş merkezinde 11.30′ da durduk ve epeyce oyalandık. 14.00’ de ayrılıp Ancona limanına gittik. Brindisi‘ den feribot saatlerini ne yazık ki öğrenemedik!. A14 otoyoluna girip Bari‘ ye doğru gittik. Yol boyunca solumuz deniz ve sürekli yerleşim var. Sağlı sollu şarap bağları var, hemen heryer ekili. SS16 yolunda hız limiti 50-70 idi, A14 de ise 130. Ama ben 110′ u geçmiyorum. Bari’ ye 30 km kala durup geceyi burada geçirdik.
Cuma, Eylül 19, 2008
İtalya (14. gün)
Saat 06.30′ da uyanıp yola çıktık. Brindisi’ ye giden yol (E55) çok güzel. Otoyoldan ayrılmamıza rağmen burası da otoyol gibi ve solda bol miktarda camping alanı var. Brindisi’ ye girerken yol kenarında 19.00 feribotu için Endeavur Lines’ a uğrayıp biletimizi alıyoruz. Open deck 139+30 Euro.
Sonra liman formaliteleri için Brindisi terminaline gidip şehre döndük, biraz dolaştık ve dönerken yol üzerindeki Decathlon mağazasından alışveriş yaptık, 15.30′ da ayrıldık. Endeavur Lines TR’ ye de çalışıyor. Çeşme sezonunu yeni kapatmışlar. İgoumenitsa’ dan Corfu adası 1,5 saat, feribot 40 Euro-araba, 8Euro-yolcu. Kefalonya adasına da feribot var, yol 12 saat (Brindisi’ den).
Saat 16.30 gibi Grecia Port’ a girdik. Hava limoni, hafif esiyor. Feribotumuz Elli-T rıhtımda bekliyor. İşlemler bir dakikada tamamlanınca 18.00′ de biz de binip open deck’te yerimizi alıyoruz.
Brindisi eski bir liman şehri ve 1943-1944′ te İtalya’ nın geçici başkentliğini yapmış. 1647′ de ciddi bir deprem geçirmiş. 100,000 nüfuslu şirin bir şehir, limanı oldukça büyük. Yağmur hafif çiselerken 19.05 ‘te gemi hareket ediyor. Açıkta epey dalga var ama 140 mt’ lik feribotun seyrini pek etkilemiyor. Akşam yemeğimizi geminin restoranından ikmal edip yattık ve biraz uyuduktan sonra Yunanistan saatiyle 04.00′ te İgoumenitsa’ ya yanaşıyoruz.
Şehirde kısa bir tur atıp hava aydınlanıncaya kadar kıyıda barların karşısında parkettik ve biraz daha uyuduk. Barlar açık ve çok canlı. Yağmur çiselemeye devam ediyor. Sıcaklık 22-23 derece civarı.
Cumartesi, Eylül 20, 2008
Yunanistan (15. gün)
İgoumenitsa’ dan saat 08.00′ de ayrıldık. E90 otoyolu (çok güzel) Yanya rotamızdaki yolumuz, ancak çetin dağlar var etrafta. Yolda hoş bir kafede durup kahvaltı ediyor ve mazot alıyoruz. Igoumenitsa, 670 km uzunluğundaki “Egnatia highway” in bittiği yer. Şehir MÖ 167 yılında Romalıların eline geçmiş. Saat 10.30′ da Yanya’ ya girdik. Hava kapalı ve serin. Göl kenarında arabamızı parkettik, yürüyüş ve alışveriş sonrası saat 12.00′ de şehirden ayrıldık, otoyola girdik, biraz sonra inşaatlar nedeniyle yanyola saptık, hava iyice soğudu, kamyon-TIR trafiği arttı ve sulu kar yağmaya başladı. Ovaya inince tekrar otoyola bağlandık. Hava tatsız olduğu için ilk düşüncemizden vazgeçip, otoyolda durmadan devam ettik. Saat 20.00′ de hudut kapısına geldik. İpsala’ dan 21.00′ de ayrıldık. Bir süre sonra yağmur şiddetlendi ve Silivri’ ye kadar devam etti. İpsala’ da biten otoyoldan sonra TR sınırları içinde yol berbat ve TEM’ e kadar böyle. Saat 01.30′ da Suadiye’ ye vardık (km 44,277).
GENEL NOTLAR:
1- Toplam katedilen yol 6637 km
2- Toplam yakıt 544 lt
3- Yakıt sarfiyatı 12,2 km/lt
4- Yakıt maliyeti : 603 Euro+200 TL=1,250 TL
5- Konaklama masrafı: Otel ve camping (40+14) Euro
6- Diğer yol masrafları: 373 Euro (117 otoyol,41 otopark,170 feribot,45 vignette)
7- Vize, sigorta, triptik vs masrafları:872TL (200TL vize, 254TLyeşilkart, 250TL uluslararası ehliyet, 30TL triptik, 2×104=208TL sağlık sigortası, 2×15=30TL çıkış harcı)