• English Version
  • Hakkında

GEZMECİLER

~ Gezilen, görülen, tadılan güzelliklerin paylaşıldığı bir site

GEZMECİLER

Tag Archives: Ayvalık

Ayvalık’ ta hoş bir dinleti…

29 Cuma Nis 2016

Posted by Erhan Ergün in Türkiye

≈ 9 Yorum

Etiketler

Ayvalık, Dinleti, Ege, Konser, Sanat, Taksiyarhis, William Shakespeare

Oldukça uzun süren bir sessizlik döneminin ardından tabiatla birlikte ben de uyanmaya başlıyorum artık. Önümüzde duran yılların bize sunacağı nimetleri tatmaya ve zamanımızın daha çoğunu yaşamaya karar verdiğimiz yeni mekanımıza  geleli neredeyse bir ay olacak. Yılın bu zamanında buralarda sosyal içerikli etkinlik bulmak zordur derken kıymetli dostum Aydın Büke ve sevgili eşi Asuman bir adres gösterdiler bize sağ olsunlar. İstanbul’da Pera müzesinde başlayan, Bursa ve Ayvalık’ta devamı olacak bir dinletiyi tavsiye ettiler, biz de hemen değerlendirdik.

DSCN2713.JPG

Taksiyarhis Kilisesi, Ayvalık

 

Baba memleketimde yılın bu zamanında böyle bir dinletiye katılmak çok keyifli olacaktı doğrusu. Akşam üzeri hazırlanıp Ayvalık’ a gittik. Günlerden Pazartesi olmasının da etkisiyle sakin bir Anadolu kasabası görünümündeki bu şirin sahil yerleşkesinde arabamızı merkezdeki pek çok otoparktan birine bırakır bırakmaz saat 18.00 olmasına rağmen önce bu etkinliğin sahne alacağı Taksiyarhis kilisesine gittik. Mahallleli iki küçük kız çocuğu, asma kilit takılı demir kilise kapısında karşıladı bizi ve hemen içerideki güvenlik görevlisine seslendiler “geldiler, geldiler…!”.Saat 20.00 de başlayacak dinletinin haberini onlar da almış olmalılar. Tam oradan ayrılırken Bülent Oral beyle karşılaştık ve saat yedi gibi gelmek üzere merkeze indik.

Küçük bir gezinti ve ardından akşam yemeği sonrası bu defa kapısı açılmış olan kiliseye girdik. İçeride sanatçılar prova yapıyorlardı. Biz galiba ilk gelen misafirlerdik. Bolca fotoğraf çekip beklemeye başladık ve saat 19.45 olduğunda salonda oturacak yer kalmamıştı. Bu arada Belediye Başkanı da gelecekmiş söylentileriyle ön sıra protokole ayrıldı ve başkan değilse de yardımcısı Gökay Bacan gelince tam zamanında dinleti başladı. Yer kalmadığı için iki yandaki ahşap yükseltilere oturmak zorunda kaldı son gelenler…

DSCN2736.JPG

Kilisedeki etkinliğin bu denli rağbet görmesi bizi şaşırttı doğrusu ve bu hazla baştan sona hem izledik hem dinledik keyifle. Mekanın akustiği de son derece iyi olduğu için ayrı bir güzellik eklendi olaya…

23 Nisan 1616 tarihinde İngiltere’nin Stratford kentinde 52 yaşında ölen ünlü oyun yazarı ve şair William Shakespeare için ülkesinde de çeşitli anma etkinlikleri düzenlenmiş. Doğduğu şehirde ve Londra’nın meşhur Globe tiyatrosunda anılmış ünlü isim. Ülkemizde de geçtiğimiz günlerde Trabzon’da, İstanbul Pera Müzesi’nde şimdi de Ayvalık ve Bursa’da çeşitli etkinliklerle anılmış ve anılıyor  büyük sanatçı.

Ayvalık’ ta sahnelenen “Ölümünün 400. yılında Shakespeare ve Müzik” adlı etkinlikte, döneminin barok bestecilerinin Shakespeare’nin oyunları için besteledikleri parçalar eşliğinde yine O’nun oyun ve sonelerinden oluşan metinler dile getirildi. Bunu başarıyla sergileyen tiyatro sanatçısı Ayşe Lebriz Berkem’ e soprano Linet Şaul, Viola da Gambası ile Bülent Oral ve lavta sanatçısı Diego Leveric eşlik etti.,

DSCN2742.JPG

Kıssadan Hisseler: 400 yıl önce ünlü yazar ve şairin dile getirdiği pek çok gerçek günümüzde de geçerli, hatta insanoğlunun varoluşundan bu yana hep varmış…

Bu tür etkinliklerin akustik mimari unsurları her zaman bünyesinde barındıran “Tanrı Evleri” nde, antik tiyatrolarda, sarnıçlarda vb yapılması olaya başka bir değer katıyor, demek ki kültürel varlıklarımızı bu nedenle de sonsuza dek korumalıyız (Taksiyarhis kilisesi 1927 yılından sonra uzun süre tekel deposu olarak kullanılıp daha sonra terkedilmiş, 2012 yılına kadar…!).

Sanatın yeri ve zamanı yok. Bu mevsimde bu mekan dolup taşıyorsa biz hala yaşıyoruz demektir…

Bu ve benzeri etkinliklerde emekleri geçen herkese sonsuz teşekkürler.

Restorasyon oldukça başarılı
Restorasyon oldukça başarılı
İçeriden bir başka görüntü
İçeriden bir başka görüntü
Huzurlu dinleti ortamı
Huzurlu dinleti ortamı
İçeriden dışarıya bakış
İçeriden dışarıya bakış
Restorasyon sonrası müştemilat
Restorasyon sonrası müştemilat
Kilise çevresinde evler
Kilise çevresinde evler
Taksiyarhis Kilisesi tarihçesi
Taksiyarhis Kilisesi tarihçesi
Prova devam ediyor
Prova devam ediyor
İç mimari unsurlardan birisi
İç mimari unsurlardan birisi
Üç müzisyenler
Üç müzisyenler
Kilisenin yandan girişi
Kilisenin yandan girişi
DSCN2742
Kutsal hazineler...
Kutsal hazineler…
Mekan bu işe çok uygun
Mekan bu işe çok uygun
Görsel şölen
Görsel şölen
Enstrümanlar
Enstrümanlar
DSCN2736
Kilisenin iç mekanı
Kilisenin iç mekanı
Ayşe hanım iş başında
Ayşe hanım iş başında
Ayşe hanım provada
Ayşe hanım provada
İlan ve program camekanı
İlan ve program camekanı
Sanatçılar çiçeklerle uğurlanıyor
Sanatçılar çiçeklerle uğurlanıyor
Tiyatro sanatçısının objeleri
Tiyatro sanatçısının objeleri

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Adriyatik turu yapıyoruz

15 Cumartesi Ara 2012

Posted by Erhan Ergün in Avrupa

≈ 1 Yorum

Etiketler

Albania, Alexandropolis, Ancona, Arnavutluk, Asprovalta, Ayvalık, Üsküp, Bar, Bari, Bellagio, Bitola, Bologna, Brescia, Brindisi, Budva, Como, Croatia, Dedeağaç, Dubrovnik, Elbasan, Garda, Hvar, Hırvatistan, Igoumenitsa, Karadağ, Kavala, Konitsa, Kotor, Kozani, Lecco, Ljubliyana, Lugano, Macedonia, Makarska, Makedonya, Milano, Montenegro, Mostar, Ohrid, Padova, Pesaro, Pescara, Podgorica, Rijeka, Rimini, Sarajevo, Saraybosna, Skopje, Slovenia, Split, Thessaloniki, Tiran, Tirane, Trieste, Venedik, Venezia, Verona, Zadar, İoannina, İpsala

Podgorica-Millenium köprüsü
Dubrovnik-Mostar yolunda restoran
Igoumenitsa sahili
Garda gölü
Split, Diocletian Sarayı
Kavala Agios Nikolaos kilisesi
Selanik caddeleri
Sarajevo at arabaları
Sarajevo çarşı içi
Zadar limanı
268-Sarajevo-bascarsive tarihi sebil
Sarajevo Üniversitesi
Yol haritası
Yanya kalesi
Selanik'te börek keyfi
Mostar
Kotor Körfezi
Ohrid
Selanik'te Ataevi
Yanya Pamvotida gölü
Mostar
Como-Duomo
Rijeka
Bellagio

 

Cumartesi, Eylül 06, 2008

Yunanistan (1. gün)

      Saat 09.10 da Suadiye’ den karavanımız ile hareket ediyoruz (km 37,640).  12.30 da İpsala‘ ya, az sonra da hududa giriyoruz (km 37,950).  Türkiye gümrüğünden beş dakikada, Yunanistan gümrüğünden onbeş dakikada geçiyoruz.  Köpeğimiz  Gümüş ile ilgili evrak sormadılar.  Yunan polisi alkol ve sigara sorguladı sadece.  Yunanistan’ a girdikten sonra otoyoldan değil E90 yolundan ilerleyip  Alexandropolis (Dedeağaç)’ e girdik (saat 15.00).   Hava güneşli ve 30 derece.  Şehirde bir tur attık, yerel halk deniz kenarında rakı-uzo keyfi yapıyordu.

019-Kavalalimani

      Saat 17.00 de Kavala’ ya ulaşıyoruz.   Kavala genel olarak Ayvalık’ a benziyor.  Girişteki su bendi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış.  Şehir merkezinden yukarıdaki kaleye daracık yollardan gitmek istiyoruz.  Kavala küçük bir şehir olmasına karşın, park problemi var.  M.Ali paşa’ nın evinin önündeki küçük otoparka parkedip dolaşıyoruz.  Paşanın evi ne yazık ki ziyarete kapalı.  Hemen yanında camiden bozma (İbrahim Paşa camii) Agios Nikolaus kilisesi var.

      Yukarıdan şehrin görüntüsü çok güzel.  Kaleden sahile inerken geçtiğimiz daracık yollarda parketmiş araçlara ve evlere adeta teğet geçerek aşağıya iniyoruz.  Saat 18.40 ta Kavala’ dan ayrılıyor ve tekrar otoyola çıkıp Selanik yönüne doğru devam ediyoruz.  Daha önce internetteki bazı seyahat sitelerinden birinde okuduğum Asprovalta kasabasının levhasını görünce otoyoldan ayrılıp bu kasabaya saat 20.00 de giriyoruz.  Selanik’ e 80 km mesafedeki bu yerleşim, canlı bir sahil ve plaj kasabası. Yine netteki bilgiye dayanarak, bir ucuzluk marketten gerçekten çok ucuza alışveriş yapıp sahilde karnımızı doyuruyor ve günü bitiriyoruz.

Pazar, Eylül 07, 2008

Yunanistan (2. gün)

      Saat 07.00 de Asprovalta sahilinde güneşin doğuşu ile uyanıyor ve Gümüş ile denize giriyorum.  Deniz temiz ve ılık, etrafta kimsecikler yok. Kahvaltı edip 09.16 da bu güzel kasabadan ayrılıyoruz.  Tekrar Yunanistan’ı baştan başa geçen ve AB fonlarıyla inşa edilmiş muhteşem otoyola giriyor ve Selanik’ e doğru yola koyuluyoruz.   Saat 10.30 da Selanik’ teyiz.  Selanik Görüntü olarak İzmir’ e çok benziyor. Oldukça kalabalık bir şehir ve otopark sorunu var.  Sahildeki otoparka arabamızı parkedip yayan olarak dolaşmaya başlıyoruz.  Atatürk’ ün evini sorup o yöne doğru yokuş yukarı çıkmaya başlıyoruz ama hava çok sıcak. Yolda bir kafede soluk alıp nefis selanik böreki yiyoruz.  Ispanaktan aldığımız güçle yola devam edip TC konsolosluğu’ nu buluyoruz,  Atatürk’ ün evi de bahçesinde.  Pazar olmasına rağmen ricamızı kırmayıp bizi içeri alıyor ve  evi gösteriyorlar.

071-SelanikAtaevi

      Saat 15.00 gibi Selanik’ ten ayrılıp Kozan‘ a geldik ama şehre girmiyoruz. Mazot alıp yola devam ediyor ve İtalya dahil pek çok yere feribot seferlerinin yapıldığı br liman şehri olan Igoumenitsa’ ya 80 km kala otoyoldan ayrılma levhasını takip ediyoruz. Otoyolun bu kısmı henüz bitmemiş, dağ yoluna sarıyoruz.  18.15 te mola verip birşeyler yedikten sonra döne döne aşağı inip tekrar otoyola bağlanıyor ve 19.30 da Yanya‘ya giriyoruz . Burası şirin bir kent ve çok öğrenci var.  Hafta sonu olduğu için de hemen herkes sokakta eğleniyor.

Pazartesi, Eylül 08, 2008

Yunanistan-Makedonya (3. gün)

      Sabah Yanya’ da arabayla tur atıp tanımaya çalışıyor ve bir kafede  kahvaltımızı yapıyoruz. Tekrar şehir merkezine dönüp kaleye yakın park ettikten sonra yayan olarak merkezde dolaşıyoruz. Kale içini, Aslan Paşa camiini ve müzeyi geziyoruz. Rahmetli babamın da doğduğu yer olan Yanya (İoannina), eskiden Arnavutluk’ un başkenti imiş. Yüz bin nüfuslu şehirde yirmibin öğrencisi olan bir üniversite var.  Şehir 475 mt rakımda ve tarihi 1020 yılına uzanıyor.  1205′ te İstanbul’ dan göç almış.  1345′ te sırpların eline geçmiş, 1618′ de 2.Murat zaptetmiş. Arnavutluk doğumlu Ali Paşa devrinden sonra 1817′ de ingilizler devreye girse de İsmail Paşa gelip şehri ateşe vermiş. 1878 Berlin anlaşmasıyla şehir Yunanistan’ a devredildiyse de 1913′ e kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış.

083-Yanya

      Saat 15.00 te şehirden ayrılıyoruz.  Çok güzel ve dağlık bir yoldan ilerleyip Konitsa‘ da şelale ve köprü manzarasında mola veriyoruz.  Sonra asıl yolumuzu (M5-E65) buluyor ve Kozan üzerinden Niki sınır kapısına ulaşıp Yunan gümrüğünü 10 dakikada, Makedon gümrüğünü yarım saatte geçerek saat 20.30 da (bu arada EU saat dilimine geçtik !) Makedonya’ ya giriyoruz. Girer girmez de görüntü farkı hemen dikkatimizi çekiyor. Bitola kentine ulaşıp burada geceliyoruz.   Gece birhayli sıcak (35 derece) olmasına karşın sabaha karşı üzerimize pike çekmişiz…

      Asıl adı Manastır olan bu şehir, 530 yıl Osmanlılarda kalmış.  615 m rakımda Babadağ eteklerinde kurulu kentte 20 ülkenin konsolosluğu varmış. Atatürk de, askeri idadiyi burada okumuş.  Halkın orijini Kırgız. Para birimi Dinar  (1Euro=60 Dinar).

Salı, Eylül 09, 2008

Makedonya (4. gün)

      Sabah çıktığımız yol yer yer çok bozuk, hatta otoyol dedikleri yol da bozuk ama girişte para aldılar, fiş vermediler, kur farkını memur cebe attı.  Hız sınırı saatte 130 km ama 110 km yi geçmiyoruz.  Dağ yolunda bir lokantada durup hem dinleniyor, hem de  karnımızı doyuruyoruz.  Saat 12.00 de Üsküp‘ e giriyoruz.  Önce bir tur atıp şehrin havasını almaya çalışıyoruz.  Kaotik bir şehir.  Kalabalık ve düzensiz.  Yaşam kalitesindeki  düşüklük her görüntüye yansıyor.  Kenar semtlerde biraz daha seviye farkı var. Tepeye tırmanıp panoramik görüntüye baktık.

      Şehir önce 518 yılında, son olarak da 1963 yılında depremlerle yerle bir olmuş.  Arada bir de Avusturyalı bir general şehri yakmış. Vardar ovasında yer alan şehrin ortasından Vardar nehri geçiyor.  Y.Kemal Bayatlı burada doğmuş, halk Makedon ve Arnavutlardan oluşuyor.  Saat 13.00 civarı Üsküp’ ten ayrıldık.  Dönüş yolumuz Prileb-Bitola üzerinden.  166 km’ lik yolun (E65+M5) Bitola’ dan sonraki 40 km’ lik kısmı ormanlık, dağlık ve seyirlik. Saat 17.00 gibi Ohrid‘ e geldik.  Güzel bir sayfiye kasabası.  Aynı zamanda tarihi.

161-Ohrid-Sy Pantelejmon kilisesi

      Geçmişi M.Ö. 3. yy’ a uzanan Ohrid, hristiyanlığın merkezlerinden biri sayılıyormuş.  Evliya Çelebi‘ nin seyahatnamesinde sözünü ettiği Ohrid, 365 kilise şehri olarak biliniyor ve bir başka adı “Slavic Jerusalem”.  Göl, Afrika’ daki Tanganika ve Güney Amerika’ daki Titicaca gölü kadar eski.  62,000 nüfuslu şehirde 2,000 türk ve 13 aktif cami var.  St. Pantelejmon-Plaoshnik katedrali 5. yy’ dan kalma ve geniş bir arkeolojik kazı alanına sahip.  St. Clement 10.yy’ da restore ettirmiş.  Ohrid, Avrupa’ nın ilk üniversitesine sahip ve Crylic alfabesi burada yazılmış.  Katedral Türkler tarafından yıkılıp (!) yerine cami (!) yapıldıysa da bugün orijinaline uygun olarak yerinde duruyor…

      Şehre girince önce arabayla tur atıp kalacak otel aradık ama köpek kabul eden otel bulamadık.  Son gittiğimiz otelde de reddedilince yan tarafta taburelere oturmuş sohbet eden Türklerden yardım istedik.  Birisi çok ilgilendi ve bizi göl kenarında çok güzel bir otele götürdü.  Sahibi de Türk olan bu otelde 40 Euro’ ya bir gece kaldık.  Akşam  gölde yakamozlar ay ışığı altında muhteşemdi.

Çarşamba, Eylül 10, 2008

Makedonya-Arnavutluk (5. gün)

      Güzel ve derin bir uykudan sonra 07.00 de uyandık.  Sabah banyomu gölde aldım.  Oldukça ılık ve zemini kaygan bir göl.  Kahvaltı edip 10.12 de otelden ayrıldık.  Önce kaleye çıktık.  Kazı yapılan geniş alanda dolaştık.  Sur içindeki evler çok güzel, İstanbul Büyükada’ yı andırıyor. Merkeze inip çarşıyı gezdik.  Bizim çarşılarımıza benziyor ve Türkiye merkezli dükkanlar var. 12.30 da tekrar yola koyulduk ve Ohrid gölü kıyısını takiben Arnavutluk sınırına geldik.  Çıkışta Gümüş’ ün evrakını kontrol ettiler, 15 dk. Sonra 14.10 da Arnavutluk’ a girdik.  Girerken 1’er Euro ayakbastı parası aldılar.  Para birimi Lek, 1Euro=120Lek.  Göl kıyısını izleyerek (E852 yolu) bir lokantaya geldik.  Aynı zamanda bir otel olan bu işletme köpek kabul ediyor ve oda kahvaltı 20 Euro.  Çok ucuza göl kenarında muhteşem bir yemek yedik ve karnımız tok yola koyulduk.

      Önce bir dağı aşıp Elbasan‘ a vardık.  Ohrid-Tiran arası 120 km.  Elbasan bir ovada kurulmuş yayvan bir şehir, ağır metalurji fabrikaları var. Bu şehre Elbasan ismi, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1467 de “ılıbasan” (kuvvetli yer) anlamında verilmiş.  Burayı geçer geçmez bir dağ tırmanışı başlıyor.  Yol (E852) dar, virajlı ve tehlikeli (gece geçmemek gerek).  Tiran’a varışımız tam iki saat sürüyor.  Tiran’ da iki nehir var.  Tiran ve Lana. Bu şehir Süleyman Paşa tarafından 1614′ te kurulmuş.  1920’de Arnavutluk’ un başkenti olmuş.  Şimdilerde nüfusu 600,000 civarında.  1925 yılından sonra Türkiye’ den kovulan bektaşiler ve dervişler buraya yerleşmişler.  Hala orada oldukları görüntüden anlaşılıyor.  1941 yılında Enver Hoca komunist partiyi kurarak başa geçmiş.

188-Budvakenti

      Tiran’ da trafik kargaşası var.  Bizde olduğu gibi maganda sürücüler bol.  Şehir tarihte geçirdiği yangın ve yıkımlar sonrasında düzensiz kurulduğu için kişiliksiz.  Sorarak yolumuzu bulup İşkodra‘ ya doğru devam ettik.  Yol boyu Alpet petrol istasyonları var.  Yol çok güzel,  polis kontrolü sık. Gündüz farlar açık seyretmek mecburi. E762 üzerinde ilerledik ve gün batarken İşkodra’ ya geldik.  Alpet istasyonunda yol sorduk, 500 mt sonra Drin nehri üzerindeki köprüden karşıya geçince Montenegro sınır kapısı yakınmış,  öyle yaptık ama nehrin karşı yakasında çingene mahallesi varmış. Karanlık ve çingenelerle dolu çamurlu ve bozuk bir yoldan geçerek sınır kapısına geldik.  2 Euro ayakçekti parasını ödeyip kolayca çıktık.  Biraz sonra Montenegro gümrüğüne geldik ve 8 Euro ekoloji vergisi ödeyip arabanın camına yapıştırmak üzere bir yıl geçerli pul aldık.  Karanlık ama kaymak gibi asfalt yolda 40-50 km ilerleyip bir yerde yol karışınca yol sorduk.  Market sahibi genç adam yemekten kalkıp aşağı indi ve dil bilmemesine rağmen yolu tarif etti.  21.30 gibi kıyıdaki Bar kentine ulaştık ve geceyi burada geçirdik.

Perşembe, Eylül 11, 2008

Montenegro (6. gün)

      2006 Temmuz’ unda bağımsızlığına kavuşan Montenegro’ nun nüfusu yaklaşık 600,000. Bar önemli bir merkez ve adını karşı yakadaki (İtalya) Bari şehrinden almış.  1571-1878 yılları arasında Osmanlı yönetiminde kalan Bar şehri oldukça canlı.  Sabah yola koyulduk  ve ana fikrimiz sahil yolunu takiben Dubrovnik’ e gitmek iken,  yolda gördüğümüz Podgorica levhasına uyup otoyola girdik.  2006 yılında tamamlanan “Sozina Tunnel” dan 5 Euro ödeyerek geçtik ve başkente gelmeden bir kasabada çok güzel kahvaltı yaptık. Otoyollar için AB’ den destek almışlar ve yolları güzel yapmışlar.  Tünel kusursuz ve 4,198 mt uzunluğunda.

      Bu arada Montenegro (Crna Gora) kelime anlamı olarak Kara dağ demekmiş.  Başkent Podgorica ise adını, şehre yukarıdan bakan küçük tepe (gorica) den almış.  1946-1992 yılları arası ismi Titograd imiş. Şehirde çok yeni yapılaşma var. 1474′ te Osmanlılara geçen şehirde gelişme durmuş. Türkler savaşlara karşı koymak için kale ve surlar yapmışlar ve İşkodra iline bağlı “böğürtlen” kazası haline getirmişler.  2. dünya savaşında 70 kez bombalanan şehir yerle bir olmuş.  Alüminyum, tütün, şarap ve tekstil ürünleri var.  Sahil yoluna geri dönmek için önce bir dağa tırmandık, eski kraliyet merkezi olan “Çetinje” den geçip döne döne aşağı inerken Budva kenti Göründü.

Kotor Körfezi
Tam bir riviera şehri olan Budva, tarihte 1420-1797 yılları arası Venediklilerin, 1814-1918 arası ise Avusturyalıların yönetiminde kalmış.  1979 yılında depremle yok olan şehir, milyonerler şehri olarak biliniyor.  20 km mesafede Tivat havaalanı var.  Sahil yolunu takiben Tivat’ a gelip geçtik, Kotor körfezi sahilinde dar yollarda ilerledik.  Yerel halk yol kenarındaki evlerinin önünden denize giriyorlar.  Aslında koyu kestirmeden geçen feribot varmış ama biz dolaşmayı tercih ettik.  Koyun karşı yakasında yol daha geniş ama bu taraf gibi hoş değil.   Hersek Novi’ ye geldik.  Basit bir kent, durmadan geçip 13.59 da sınıra geldik.  Sınırı geçip Hırvatistan’ a kolayca girdik ve güzel bir yoldan inerek Dubrovnik’ e ulaştık.  Para birimi Krona, 1Euro=65 Krona.

       Eski adı Ragusa olan şehir, tarihte Venedikliler ile Osmanlılar arasında iyi bir denge kurulmasını sağlamış.  Dubrovnik ismi, çam ormanlarından geliyormuş.  Ragusa 7. yy’ da kurulmuş, Ragusa Cumhuriyeti, hürriyetini 1272 yılında kazanmış.  Dünyanın üçüncü eski pharmacy’ si buradaymış. 1667 de ciddi bir deprem geçirmiş.  1800′ lerde Fransızlar göz koymuşlar bu şehre.  Ancak Avusturya hakimiyeti galip gelmiş.  Bu hakimiyet, Avusturya-Macaristan krallığı 1918′ de sona erene dek sürmüş.  Sonra Yugoslavya ile bütünleşmiş.  1991′ de Hırvatistan ve Slovenya bağımsızlıklarını ilan etmişler.  Aynı sene Miloseviç kuvvetleri saldırmış.  Hasar 2005′ te onarılabilmiş.  Dünyanın en eski arboretumu bu şehirdeymiş.

Dubrovnik-2

      Şehrin dar sokaklarında park problemi var.  Dışına çıkıp Split yönünde biraz ilerliyor ve şirin bir koyda mola veriyoruz.  Zaton Mali adındaki bu koyda çok pansiyon var.  18.00 civarı tekrar şehre dönüp kalenin üst kısmında üç saatlik park yeri bulup arabamızı parkettik.  Saat 22.00′ ye kadar şehri turladık.  Kale içi çok canlı, evler hala kullanılıyor, çok sayıda zengin turist var.  Kale içinde  akşam yemeğimizi yedikten  sonra Zaton-Mali koyuna dönüp orada kaldık.

Cuma, Eylül 12, 2008

Montenegro-Bosna Hersek (7. gün)

      Sabah 08.45′ de yola çıktık.  Yolda mazot alıp iki kez Hırvat sınırını geçtik (sadece pasaport kontrolü).  Bosna Hersek’in deniz kıyısında 30 km lik bir sahil şeridi var ve yapılaşma yok, bakir, kontrolünü de Hırvatlara bırakmışlar.  Sonra Bosna sınırına geldik. Uzun bir kuyruk, kamyon ve otobüs karmaşası yarım saat kadar sürdükten sonra 40,280 km’ de Bosna’ ya girdik.  Para birimi Kuno, 1Euro=2 Kuno.  Mostar’ a giden yol uzun olmamakla birlikte, iki şeritli bölünmemiş bir yol, 80 km hız sınırı var ve sollamak yasak.  Bol kamyon ve yol inşaatı da olunca seyahat üç saat sürdü.  Mostar yeni yapılaşan şehirle eskisi iç içe geçmiş bir kent. Modern binalar da mevcut.  Eski şehir çok hoş.  Neretva nehri zümrüt renginde akıyor.  Şehri dolaşıp köprü altında bir kafede soluklandık.

252-Mostarkoprusu

      Şehir çıkışında VW bayiine uğrayıp, ingilizce bilen servis şefiyle anlaşarak T5’in yağını değiştirttim ve kontrollerini yaptırttım.  Mostar iki halka evsahipliği yapıyor. Boşnaklar ve Hırvatlar.  Hırvatlar batıda, Boşnaklar doğuda oturuyor.  Sırplar ise savaştan sonra dönmemiş.  Mostar’ a ilk saldırıyı 1991′ de Sırp ordusu yapmış.  Sonra Bosna kurtuluş ordusu ve Hırvat savunma birlikleri Sırpları uzaklaştırmış.  Fakat bu defa Hırvat güçleri saldırıp şehri mahvetmişler.  Sinan’ ın öğrencisi Hayruttin’ in yaptığı eski Mostar köprüsü de bu sırada yıkılmış.

      Sarajevo’ ya giden yol nehri takiben dik yamaçlı dağların arasından geçiyor.  Trafik çok yoğun.  Yol boyunca kurşunlanmış evler var.  Şehre ulaşmamız 18.45′ i buluyor.  Çok canlı ve daha önce duyduklarımızın aksine çok serbest bir şehir.  Eski çarşı Osmanlı havasını yansıtıyor.  Kahve kokuları her yerde.  Sedef lokantasında çok ucuza lezzetli “cevap çiçi” yiyoruz.   Sarajevo, kalıntıları eski olmakla birlikte, kimliğini Osmanlılara geçişiyle kazanmış (1463). Bu tarihten başlayarak, Osmanlılar şehri imar etmişler ve Avrupa’da kurdukları en büyük kent olmuş.  500,000 nüfuslu şehirde değişik dinler birarada yaşıyor. Tarihte Avarlar, Romalılar, Bulgarlar ve Macarların yönetiminde kalan bölge, 1463-1878 arası Osmanlılara geçmiş ve 1878 de Berlin anlaşmasıyla Avusturya-Macaristan yönetimine verilmiş.  2. dünya savaşı sırasında Hırvatların kontrolünde olan şehrin zengin mahallelerinde Hırvatlar yaşıyor.  Şehirde 1885′ de Avrupa’ nın ilk tramvayı çalışmış.

Cumartesi, Eylül 13, 2008

Bosna Hersek-Hırvatistan (8. gün)

      Sabah 06.30′ da uyanıp kahve+çay içiyor, arkasından çarşıda fırından taze çıkmış börek yiyip alışveriş yapıyoruz.  10.45 gibi şehirden ayrılıyoruz. Çıkışta epey uğraşarak ve dört beş kişiye sorarak “Tünel Müze” yi buluyoruz.   Savaş sırasında üç milyon kişiyi serbest bölgeye kaçırmak için 150 kişinin 4 ayda kazdığı 800 mt’ lik bir tünel.  Evini bu amaca hibe eden Boşnak teyze halk kahramanı olmuş.  12.50′ de oradan ayrılıp Mostar yolunda Neretva nehri kenarında güzel bir restoranda öğle yemeği molası veriyoruz.  17.15′ de oradan ayrılıp yola koyulduk ve şiddetli bir yağmur başladı.  Yolu sel bastı, yol görülmez oldu, kendimizi ülkemizde gibi(!) hissettik.  Bosnalılar kötü araba kullanıyor.  Hırvatistan sınırına doğru yağmur kesildi.  İki dakikada sınırı geçtik ve Split yönünde E65′ te yola devam ettik.

SarayBosna-tarihi Tünel

      Yol Dalmaçya kıyısına paralel uzanıyor ve çok güzel.  Saat 18.30 da Zaostrog kasabasına girip, sahildeki camping alanında yerimizi aldık. Denize girip banyo yaptık ve rahatladık.  Yemeğimizi de karavanımızın gölgesinde yedikten sonra sahilde küçük bir gezinti yaptık ve sonra sessiz ve  derin bir uykuya daldık.

Pazar, Eylül 14, 2008

Hırvatistan (9. gün)

      Yakındaki kilisenin çan kulesinden gelen çan sesiyle saat 07.00 de uyandık.   Hava bulutlu 25 derece, tabiat harika. Kasabada iki tur yürüyüş parkuru var. Bir de feribot iskelesi var, herhalde karşıdaki adalara sefer yapılıyor. 20 Euro’ ya kaldığımız bu şirin yerden 11.30 da ayrılıp, sahil yolunu (E65) takiben 13.00 de Split’ e geldik.  Split şehrinin tarihi 1700 yıldan eskiye gidiyor. İlk sahipleri Yunanlar.  Sonra romalılar zamanında kral Diocletian bir saray inşa ettiriyor (MS 293).  Kalıntıları hala duran bu saray çok büyük.  Ortaçağda Macarlar, Slavlar ve Hırvatların etkisinde kalan şehir, 10.yy’ da Venediklilerin kontrolüne geçmiş.

Split-1

       Bu dönem, 1420′ den 1797′ ye kadar sürmüş.  Sonraları Viyana kongresiyle Avusturya kontrolüne giren Split, 1. dünya savaşı sonrası Yugoslavya’ ya geçmiş.  1941′ de Yugoslavya’ nın, nazi Almanyası tarafından işgali sonrası İtalya denetimine giren şehir, 1943′ te Tito taraftarlarınca kurtarılmak istenirken büyük hasar görmüş.  Daha sonra tekrar dağılana kadar Yugoslavya’ da kalmış.   14.45′ te buradan ayrılıp  A1 otoyolunu takiben saat 17.00 de Zadar‘ a geldik. Eski şehiri dolaştık, çay kahve molasından sonra 17.45′ te buradan da ayrıldık.  Zadar’ ın tarihi taş devrine kadar uzanıyor.  6.yy’ da ciddi bir deprem yaşamış.  Jüstinyen zamanında Bizans şehri olmuş. 1918′ e kadar dalmaçya başkenti ünvanını korumuş.  Sıkça Venedik akınına maruz kalan Zadar, 16.ve 17.yy’ larda da Osmanlı ataklarına karşı kaleler inşa etmiş. Daha sonra Avusturya kontrolüne giren şehir, 1918 de İtalyan ordularına ev sahipliği yapmış.  2. dünya savaşında almanlar şehre girmiş.  Bu dönemde şehir bombalanmış.

      1945-1991 arası Yugoslavya kontrolüne geçen şehir, 1991-1995 arası Miloseviç güçlerinin bombardımanıyla son defa yıkılmış.  Zadar’ dan ayrılınca otoyola girdik ve yükselmeye başladık. Yol çok güzel ve bolca viyadük geçişleriyle tüneller var. Viyadüklerde yan rüzgarlar oldukça kuvvetli.  Sahil yolundan gitmeyi arzu etmemize rağmen, levhalar bizi A1 otoyoluna yönlendirdi. Otoyolda hız limiti 130 km fakat rüzgar nedeniyle zaman zaman 80′ e kadar düşürülüyor. Yolda iki adet beheri 6 km uzunluğunda tünel geçtik.  Rijeka’ ya 70 km kala bir dinlenme yerinde durduk. Dışarıda sıcaklık 6 dereceye kadar düştü. Durduğumuz bölge yörenin en yüksek yeri (yaklaşık 800 mt) ve kışlıklarımızı giyinip önce  buradaki restoranda karnımızı doyuruyor sonra  biraz üşüyerek geceliyoruz.

Pazartesi, Eylül 15, 2008

Hırvatistan-Slovenya (10. gün)

      Soğuk bir sabaha uyanıp  otoyolda yaklaşık bir saat giderek 09.15′ te Rijeka‘ ya girdik. Şehirde hemen hakim olan İtalyan havası dikkat çekiyor. Rijeka’ nın tarihi diğer Dalmaçya şehirlerinden farksız. Ostrogotlar, Bizanslılar, Lombardlar, Hırvatlar, Macarlar ve Avusturyalılar. Trieste Avusturya’ nın limanı iken Macar Rijeka limanı ile çekişme içindeymiş. 1920 yılında bağımsız devlet ilan edilen Rijeka, daha sonra Roma anlaşmasıyla (1924) İtalya’ ya verilmiş.  2.dünya savaşında İngiliz-ABD savaş uçakları şehri bombalamış.

      Saat 11.30′ da Rijeka’ dan ayrıldık.  35 km sonra A7-E61 üzerinden Slovenya sınır kapısına geldik. Çıkışta serbest geçtik, Slovenya girişinde pasaport ve ruhsata baktılar.  12.15′ te Slovenya’ ya girdik.  Burası çok güzel bir Avrupa ülkesi olmuş.  Genel görüntüsü Avusturya’ yı çağrıştırıyor.  Otoyol girişinde 35 Euro ödeyip “Vijeka” denilen bir pul aldık ve ön cama yapıştırdık.  Görevli ingilizce bilmediği için biraz kızdım.  Kısa bir süre sonra Ljubliyana‘ ya girdik. Çok şirin bir şehir. Arabamızı otoparka koyup şehri yayan dolaştık, bir Meksika lokantasında karnımızı güzelce doyurduk.

Ljubliyana-4
Ljubliyana, tarihte Alman, Latin ve Slav kültürleriyle yoğrulmuş bir başkent.  MÖ 2000 yılına uzanan tarihi var.  Slovenlerin ataları 6. yy’ da gelmişler.  1511′ de depremle yıkılan şehir, sonra rönesans tarzında yeniden inşa edilmiş.  1. dünya savaşı sonrası Yugoslavya’ ya geçen şehir,  2. dünya savaşı sonunda önce nazi Almanyası, sonra faşist İtalya tarafından işgal edilmiş.  Daha sonra “Socialist Republic of Slovenya” nın başkenti olan şehir, 1991′ de Yugoslavya’ dan bağımsız hale gelip 2004′ de ülke olarak EU’na girmiş.

      Şehirden ayrıldıktan sonra A1 otoyolundan ilerledik ve deniz seviyesine inerken hava ısındı, güneş yüzünü gösterdi.  İtalya sınırından kontrolsüz girdik ve Trieste’ ye geldik.  Kent çok büyük, eski ve çok güzel.  İki gün yayan gezilebilir.  Trieste, MÖ 3000 yılından 1920 yılına kadar değişik ellerde geliştikten sonra, İtalya’ ya verilince değerini yitirmiş.  En parlak dönemi Maria Theresia zamanıymış.  Napolyon savaşlarında ise çok zarar görmüş. İtalya’ ya resmen geçişi ise 1954 yılında olmuş. Bu arada Slovenya’ nın Adriyatik’ te kısa bir deniz şeridi var ve meşhur Koper limanı burada bulunuyor. Trieste şehrinde arabayla dolanıp, trafik yoğun olduğundan ve otopark bulamadığımız için çıktık ve A4 otoyolunu takiben (çok TIR var) 21.00 de Venedik‘ e geldik.  Arabayı koyacak ve geceleyecek uygun yer bulamadık, yola devam edip Padova Ovest yakınında geceledik.

Salı, Eylül 16, 2008

İtalya (11. gün)

      Saat 08.00’de uyanıp hemen yola koyulduk. Padova şehir merkezinde bir tur atıp A4 otoyoluna çıktık. Milano yönünde ilerlerken yol çok kalabalık, bol ticari araç vardı.  Verona‘ ya gelmeden Garda gölüne doğru sapıp otoyoldan ayrıldık.  Burada Gardaland ve benzeri eğlence merkezleri var ve her taraf bisiklete binenlerle dolu.  Lido camping’ i gezdik,  araba ve iki kişi 23 Euro ve beş yıldızlı bir camping.  Göl kenarında dinlendik.

      İtalya’nın en büyüğü olan Garda gölü, buzul çağında oluşmuş ve sadece burada yetişen bir alabalık türü varmış. Tekrar yola koyulduk, A4 otoyolunu takiben ilerledik. Milano’ yu geçince A9 otoyoluna girdik ve kuzeye doğru gittik.  Manzara çok güzel.  Hele göl kenarındaki Como şehrine geldiğimizde kendimizi cennete düşmüş gibi hissettik.  Önce arabayla şehirde tur atıp 6. zonda park yeri bulduk ve parkettik.  Yürüyerek merkeze geldik.  Parkyeri sorunu burada da var. Beyaz çizgiler arası bedava, mavi paralı (20.00-08.00 arası bedava) sarı ise rezerve.   Duomo meydanında yemek yedik ve biraz dolaştık.

379-Bellagio

      Como’ nun tarihi bronz çağına kadar gidiyor.  MÖ 1. yy’ da Romanlar geliyor ve Julius Ceasar bir şehir kuruyor.  1796′ da Napolyon gelip 1825′ e kadar bölgeyi yönetiyor.  Avusturya hakimiyetinden sonra şehir 1859′ da İtalya krallığına geçiyor.  Mussolini burada hapsedilmiş ve kuzey kıyısında bir kasabada öldürülmüş.  Como, ipek üretimiyle de ünlüymüş.  Duomo, 1396′ da inşaatına başlanıp, 1740′ ta bitirilmiş.  Como gölü avrupanın en derinlerinden biri (400 mt) ve en derin yeri deniz seviyesinin 200 mt altında.  Como’ dan ayrılıp göl kenarındaki daracık yoldan kuzeye doğru ilerledik.  Manzara harika. 18.30′ da Bellagio’ ya vardık.  Burası  sakin bir başka cennet. Karşı kıyıya feribot ve deniz taksileri çalışıyor.

Çarşamba, Eylül 17, 2008

İtalya (12. gün)

      Saat 07.00′ de uyanıp yarım saat sonra bu cennet köşeden ayrıldık.  Yakın bir istasyondan yakıt alıp Lecco tarafındaki kısa bacaktan ilerledik ve SS36 yolundan Milano otoyoluna girdik.  Çok TIR trafiği var.  Bir yerde trafik iyice sıkıştı, yarım saatte zor kurtulduk.  A1 üzerinden A14 yoluna çıkınca bir yakıt istasyonunda kahvaltı edip mazot aldık ve Bologna üzerinden 13.45′ te Ravenna‘ ya geldik.

395-RavennaPOPOLOmeydani
Hava tekrar ısındı, 21 derece ve açık. Ravenna çok hoş, yayvan bir tarihi şehir.  Tarihte Ravenna Ostrogotların yönetiminde önemli bir deniz kentiymiş. Justinyen 540′ ta zaptetmiş ve böylece Bizans’a ait olmuş. Bu aidiyet 751′ de Lombardların gelmesiyle sona ermiş. Dante bu şehirde yaşamış. 1636′ da şehir sele maruz kalmış.  Lord Byron da iki yıl bu şehirde yaşamış.

       Yemek yedikten sonra biraz dolaştık ve saat 16.00′ da buradan da ayrıldık. Bu defa sahile paralel uzanan ücretsiz SS16 yolunu seçtik.  Sahil sitelerine dikine inen yollar var.  Rimini’ ye yakın bir alışveriş merkezinde durduk.  Sonra Rimini merkeze gidip bir tur attık,  otoparka girip göl kenarındaki bu güzel yerde “Tiberius” köprüsüne karşı yerimizi aldık.  Bizden başka 7-8 adet daha karavan vardı.  Yakındaki bir marketten yiyecek alıp parkta akşam yemeğimizi yedik.

Perşembe, Eylül 18, 2008

İtalya (13. gün)

      Rimini şehri de, Augustus, Ceasar, Marius gibi krallara evsahipliği yapmış.  Daha sonra pekçok el değiştiren şehir, balıkçılıkla ünlü.  100,000 nüfuslu bu şehrin turist yatak kapasitesi 55,000 (!).   Saat 06.30′ da uyanıp 07.30′ da şehirden ayrıldık.  SS16 yolunu takiben güneye inişi sürdürdük. Sola sahile inen yollar sahil yoluyla birleşiyor ve orada geniş uzun kumsallar var.  Sahil boyunca yapılaşma az katlı, evler kapalı, belli ki yazın buralar cıvıl cıvıl oluyor.  Bir sahil kasabasında kumsalın yanında kahvaltı ettik.

409-Rimini-Tiberius'bridge,1.YY
Ancona‘ ya yakın bir alışveriş merkezinde 11.30′ da durduk ve epeyce oyalandık.  14.00’ de ayrılıp Ancona limanına gittik. Brindisi‘ den feribot saatlerini ne yazık ki öğrenemedik!.  A14 otoyoluna girip Bari‘ ye doğru gittik.  Yol boyunca solumuz deniz ve sürekli yerleşim var. Sağlı sollu şarap bağları var, hemen heryer ekili.  SS16 yolunda hız limiti 50-70 idi,  A14 de ise 130.  Ama ben 110′ u geçmiyorum.  Bari’ ye 30 km kala durup geceyi burada geçirdik.

Cuma, Eylül 19, 2008

İtalya (14. gün)

      Saat 06.30′ da uyanıp yola çıktık. Brindisi’ ye giden yol (E55) çok güzel.  Otoyoldan ayrılmamıza rağmen burası da otoyol gibi ve solda bol miktarda camping alanı var.  Brindisi’ ye girerken yol kenarında 19.00 feribotu için Endeavur Lines’ a uğrayıp biletimizi alıyoruz.  Open deck 139+30 Euro.
Sonra liman formaliteleri için Brindisi terminaline gidip şehre döndük, biraz dolaştık ve dönerken yol üzerindeki Decathlon mağazasından alışveriş yaptık, 15.30′ da ayrıldık.  Endeavur Lines TR’ ye de çalışıyor.  Çeşme sezonunu yeni kapatmışlar.  İgoumenitsa’ dan Corfu adası 1,5 saat, feribot 40 Euro-araba, 8Euro-yolcu.  Kefalonya adasına da feribot var,  yol 12 saat (Brindisi’ den).

       Saat 16.30 gibi Grecia Port’ a girdik. Hava limoni, hafif esiyor.  Feribotumuz Elli-T rıhtımda bekliyor.  İşlemler bir dakikada tamamlanınca 18.00′ de biz de binip open deck’te  yerimizi alıyoruz.

426-Brindisi

      Brindisi eski bir liman şehri ve 1943-1944′ te İtalya’ nın geçici başkentliğini yapmış.  1647′ de ciddi bir deprem geçirmiş.  100,000 nüfuslu şirin bir şehir, limanı oldukça büyük.  Yağmur hafif çiselerken 19.05 ‘te gemi hareket ediyor.  Açıkta epey dalga var ama 140 mt’ lik feribotun seyrini pek etkilemiyor. Akşam yemeğimizi geminin restoranından ikmal edip yattık ve biraz uyuduktan sonra Yunanistan saatiyle 04.00′ te İgoumenitsa’ ya yanaşıyoruz.

      Şehirde kısa bir tur atıp hava aydınlanıncaya kadar kıyıda barların karşısında parkettik ve biraz daha uyuduk.  Barlar açık ve çok canlı. Yağmur çiselemeye devam ediyor.  Sıcaklık 22-23 derece civarı.

Cumartesi, Eylül 20, 2008

Yunanistan (15. gün)

      İgoumenitsa’ dan saat 08.00′ de ayrıldık.  E90 otoyolu (çok güzel) Yanya rotamızdaki yolumuz, ancak çetin dağlar var etrafta.  Yolda hoş bir  kafede durup kahvaltı ediyor ve mazot alıyoruz.  Igoumenitsa, 670 km uzunluğundaki “Egnatia highway” in bittiği yer.  Şehir MÖ 167 yılında Romalıların eline geçmiş.  Saat 10.30′ da Yanya’ ya girdik.  Hava kapalı ve serin.  Göl kenarında arabamızı parkettik, yürüyüş ve alışveriş sonrası  saat 12.00′ de şehirden ayrıldık, otoyola girdik, biraz sonra inşaatlar nedeniyle yanyola saptık, hava iyice soğudu, kamyon-TIR trafiği arttı ve sulu kar yağmaya başladı.  Ovaya inince tekrar otoyola bağlandık.  Hava tatsız olduğu için ilk düşüncemizden vazgeçip, otoyolda durmadan devam ettik.  Saat 20.00′ de hudut kapısına geldik.  İpsala’ dan 21.00′ de ayrıldık.  Bir süre sonra yağmur şiddetlendi ve Silivri’ ye kadar devam etti.  İpsala’ da biten otoyoldan sonra TR sınırları içinde yol berbat ve TEM’ e kadar böyle.   Saat 01.30′ da Suadiye’ ye vardık (km 44,277).

GENEL NOTLAR:

1- Toplam katedilen yol 6637 km

2- Toplam yakıt 544 lt

3- Yakıt sarfiyatı 12,2 km/lt

4- Yakıt maliyeti : 603 Euro+200 TL=1,250 TL

5- Konaklama masrafı: Otel ve camping (40+14) Euro

6- Diğer yol masrafları: 373 Euro (117 otoyol,41 otopark,170 feribot,45 vignette)

7- Vize, sigorta, triptik vs masrafları:872TL (200TL vize, 254TLyeşilkart, 250TL uluslararası ehliyet, 30TL triptik, 2×104=208TL sağlık  sigortası, 2×15=30TL çıkış harcı)

Related articles
  • Far Niente: Lake Como (epicurioustravelers.com)
  • Photo of the Week: Dubrovnik Parrot (suitcaseandheels.com)
  • Croatia: Dubrovnik and beyond (sarah-matthews.com)

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Midilli’ ye gidiyoruz

09 Pazar Ara 2012

Posted by Erhan Ergün in Yunanistan

≈ 2 Yorum

Etiketler

Ayvalık, Lesbos, Lesvos, Midilli, Plomari, Seyahat

Mantamados kilisesi
Molivos' ta korunan evler
Plomari'de kalamar dolma
Petra'nın arka sokağı
Geras körfezinde bir koy
Pamfylla limanı
Skala Eresou' da sokak masaları
Molivos kalesinden sahil
Molivos balıkçı koyunda taverna
Agia İsodoros plajı
Molivos' un arka sokağı
Molivos koyu
Taşlaşmış ormanda
Kunduradia'da sahil lokantası
Molivos sokakları
Moria yakınlarında eski kaplıca
Molivos koyu
Tavari sahili
Ayvalık gümrük limanında
Plomari yat limanı
Antissa köy meydanı
Pamfylla' da öğle yemeği
Midilli yol haritası
Polichnitos' ta kaplıca kuyusu
Mantamados' un dar sokakları
Tavari' de karides tava
Mitilini' de sabah
Molivos balıkçı koyu
Molivos' ta ikindi
Molivos' ta pastane fırını
Ayvalık sahili
Ayvalık yağ fabrikası
Çiçek sevgisi
Molivos balıkçı koyunda sabah
Ayvalık'ta feribotun kalkmasını beklerken
Mantamados kilisesi
Barbayanni Uzo fabrikası
AB fonundan yapılmış yollar

Çarşamba, Eylül 21, 2011

Türkiye – Yunanistan – Mitilini (1. gün)

       Sabah 06.00’da hareket ediyoruz. Bulutlu bir yaz sabahı, yağmur beklentisi var. Hedefimizde önce Ayvalık, sonra feribotla Midilli (Lesvos) adası var.   Yol çok sakindi,  saat 14.35 te Ayvalık’a ulaştık. Yeni gümrük limanını bulduk, hemen karşısında da internetten gidiş-dönüş bilet aldığımız Jale tur’un ofisi varmış. Boarding kartlarımızı alıp ayvalık tostu ile karnımızı doyurduktan sonra limana döndük, bu arada yağmur kesildi,  gümrük işlemleri için beklemeye başladık.

       Saat 17.00 gibi memurlar geldiler ve önce pasaport kontrolünden geçtik. Arabayla yan kapıdan limana girip, gümrük memuruna gittim ve gerekli işlemler (gözle uzaktan muayene ve sonrasında çıkış damgası) yapıldıktan sonra rıhtımda feribottan kamyon yükü boşaltma işlerinin bitmesini bekledim. Motor feribot 8-10 arabalık ve 500 yolcu taşıma kapasiteli. 18.00 de hareket ettiğimizde bir otobüs dolusu yunan, ikisi yunan plakalı üç araç vardı. Hava iyice yükselip durgunlaştığı için üst güverteye çıkıp, güneş batarken Ayvalık’tan Midilli’ye doğru hoş bir yolculuk yaptık.

       Saat 19.45 te Mitilini limanına girip rıhtıma yanaştık ve arabamızı liman ofislerinin önüne parkedip önce pasaport kontrolünden geçtik, sonra gümrük memuruna arabamızı gösterdik, memur gözle yakından muayene sonrası elle bilgileri doldurup bir kağıda çıkış mührü bastı, liman çıkış kapısındaki polis ruhsat ve çıkış kağıdı ile kütüğe bizi kaydetti, imzamı aldı ve adaya böylece girmiş olduk saat 20.30 gibi.

DSC_0734

      Ada oldukça hareketli görünüyordu. Arabayla bir baştan bir başa gittik, sonra havaalanı yönünde ilerledik ve burada gecelemeye karar verdik. 

Perşembe, Eylül 22, 2011

Mitilini (2. gün)

      Sabah 08.00 de uyandık, gece gökgürültülü yağmur vardı ve yakındaki havaalanına inip kalkan uçak  sesleri arasında uyuduk.  Şehire gidip bir tur attıktan sonra fırınlardan birinden sıcacık katmerli börek aldık. Otopark problemi olduğu için şehre hakim tepelere doğru tırmandık, burada çok güzel villalar var, bazıları yeni yapılıyor, manzara muhteşem, havası da çok güzel. Mitilini’ yi tepeden seyrederek kahvaltımızı yaptık. Tekrar aşağıya inip güney yönünde yola devam ettik. Önce Lotura’ya geldik, fakat burada da duramadık. Başka bir küçük koya girip fotoğraf çektik, sonra Geras körfezine bakan küçük ama sevimli bir balıkçı koyuna girip (Kunduradia) oradaki bir kahvede az şekerli grek kahvelerimizi içtik. Buradaki iskeleden karşı kıyıya motorla insan taşıma seferi de yapılıyormuş.

      Kahve molasından sonra geldiğimiz yola girip Mitilini yönünde ilerlerken, yol ikiye ayrıldı, sağa Mitilini, sola Plomari. Biz Plomari yönünü seçip ilerlemeye başladık, saat 11.45 oldu. Yol çok güzel, haritada kırmızı görünen yol ve AB fonundan yapıldığına dair levhalar görüyoruz.

      Yol üzerinde birçok otomobil markasını satan bayiler de var. Bir süre sonra içinde bir zeytinyağı fabrika müzesi olan Plakados kasabasından geçiyoruz. Zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş keyifli yoldan ilerleyerek Güney uçta Ege denizine bakan Agia Isodoros sahil kasabasına geliyor ve küçük bir otoparkta mola veriyoruz.

      Burada ben dayanamayıp denize giriyorum. Deniz çok soğuk değil, epey giren var, duş ve soyunma kabini ile WC’ ler ücretsiz ve adadaki hemen her plajda mevcut. Saat 13.48 de tekrar yola koyulup Plomari’ye doğru devam ediyoruz.

      Plomari’de sahile arabamızı parkedip Hermes lokantasında kalamar dolma, kabak kızartma grek salata ve Barbayanni marka uzodan oluşan menümüzü afiyetle yiyerek bu dopdolu masaya 27 Euro hesap ödedik. Tekrar bardaktan boşalırcasına yağmur yağdı ve geçti, yola çıkıp 2 km ötedeki Barbayanni uzo fabrikasını ve müzesini ziyaret ettik, uzo ve yapılışı hakkında bilgi aldık.

DSC_0080

      1860 yılından bu yana üretim yapan fabrika şu anda torun Barbayanni kontrolünde ve tek üretim merkezi burası imiş. 7 gün ve 24 saat üç vardiya halinde durmadan çalışıyorlarmış. Müzede dedenin İstanbul’ dan getirip burada kurduğu ve üretime başladığı ilk imbik de sergileniyor. Müzenin içinde fotoğraf çekmeye izin yok. Değişik şişelerden tadımlık uzo ikram ederek görüşlerimizi de sordular. Aynı zamanda burada satış da yapıyorlar. Üretimlerinin çoğunu ihraç ediyorlarmış. Fabrikanın bu adada kurulmasının ana sebebi ise, adadaki dağlarda bulunan ve rakı üretiminde en önemli girdi olan kaynak suyunu ve çoğu katkı maddesini doğrudan kullanabiliyor olmalarıymış. Saat 16.44 te buradan ayrılıp Plomari üzerinden yolumuza devam ettik.

      Yolumuza çıkan yerleşimlerden biri Akrasi idi ve köy kahvesinde mola verip kahve ve çay içtik. Köyün müdavim yaşlıları sohbet ediyorlardı. Kahveyi ise genç bir kız işletiyor. Parkettiğimiz sokağın içindeki bir evin bahçesinden dışarıya sarkmış olan pembe renkli asma üzümünden koparıp yedik, bu kadar tatlı ve lezzetli üzüm az bulunur…

      Saat 18.45 te Vatera sahiline geldik. Burası Akdenizin en uzun ve en temiz plajlarından birisiymiş. Ortalık çok sakin, sahile paralel yol üzerinde otel ve restoranlar var, sahil bandı hem uzun hem geniş. Bir otelin önünde arabamızı park edip banka oturduk, o kadar rahatlatıcı bir yer ki, akşam burada kalmaya karar verdik. Akşam yemeğimizi hemen arkamızdaki Hotel Vatera Beach‘in lokantasında yedik. Menümüzde ahtapot salatası ve kalamar tava vardı. 

      Otelde bir Alman grup kalıyordu ve işletmecinin oğlu ile kızı (ya da gelini) oldukça düzgün ingilizce konuşuyorlardı. Menümüzdeki yemekler de çok lezzetliydi. Buradaki otel ve restoranların önündeki sahil yolunun deniz tarafında da restoranlara ait masalar ve kumsalda da sezonda kullanılan şezlonglar var. İşletmeciye soruyorum “bu masa ve şezlonglar için belediyeye bedel ödüyor musunuz?” diye. Cevap sıkıntılı çıkıyor: “Elbette. Her sezon belediye ile masa ve şezong sayısı için anlaşma yapar ve bunun üzerinden vergi öderiz. Müşteri olursa bu masrafı çıkarırız, yoksa cepten gider.” 

Cuma, Eylül 23, 2011

Mitilini (3. gün)

      Sabah otelde kalan grup sahilde yürüyüşe geçip az ilerde kumların üzerinde bir saatlik bir toplantı yaptı. Ben de denize girdim, su kalitesi gerçekten yüksek. Saat 10.12 de tekrar yola koyuluyoruz. Kuzey batı yönünde ilerleyeceğiz.

      Saat 10.44′ ü gösterirken Polichnitos‘a geldik ve levhaları takip ederek, kasabaya 1 km mesafedeki dünyanın en sıcak kaplıcalarından birini bulduk. Ben Gümüş ile bahçede kahve keyfi yaparken Dilek kaplıca banyosunu denedi ve çok memnun bir şekilde yanakları al al çıktı dışarıya. Kişi başı ücret 4 Euro ve devamlı olduğunu düşündüğümüz müşteriler gelip gidiyor. Arada bir bizim gibi turistler de geliyor. Hemen yan tarafta kaynak suyunun çıktığı alan var, küçük bir tesis kurmuşlar, içecek ve yiyecek de ikram edebiliyorlar, sözün özü tıkır tıkır işletiyorlar. 

      Yola çıktıktan az sonra körfezi yukarıdan seyreden bir yoldan aşağı inerek Kalonis körfezine bakan Nyfida köyüne ulaştık. Şirin bir yer, fotoğraf çekip yola devam ettik. Bu defa Polichnitos’un iskelesine geldik. Cephe kuzey olduğu için deniz çok dalgalı, buranın da görüntüsü hoş, balık lokantaları var ama cansızdı, durmadan yola devam ediyoruz.

      Yolda Lisvorio ayrımına geldik fakat yol mıcırlı idi, hep öyle ise korkusuyla Lisvorio’ya girmedik, devam edip Vasilika‘ya ulaştık. Burası körfeze tepeden bakan ve eski evleri restore edilen şirin bir köy. Burada da durmayıp çam ormanlarının arasından geçen yolda ilerleyerek Megali Limni üzerinden Agiasos‘a vardık.

       Gerçekten yazıda bahsedildiği gibi, Thassos adasındaki Panagia’ya benzeyen ama daha özüne sadık kalmış bir kasaba. Çok dar sokaklarından milimetrik geçerek yukarılara çıktık ve tekrar aşağı inip kasabanın girişindeki otoparka arabamızı parkettik, yürüyerek merkezi gezdik.

DSC_0187

      Çarşı içinde çok şirin bir sürü dükkan var, tahta oymacılık ve seramik sanatları gelişmiş. Merkezdeki kilise civarında pek çok kahvehane var. Girişteki yerel lokantada karnımızı doyurduktan sonra kilise karşısındaki kahvede kahvemizi yudumladık ve kiliseyi de ziyaret edip saat 16.00 yı gösterirken buradan ayrıldık. Rotamızdaki yeni hedef Karini.

      Karini’ye gelmeden önce Asomatos levhasını görüp girdik. Burası da kendi halinde küçük ve şirin bir köy, Taxiliyadis kilisesinin fotoğraflarını çekip çıktık, sola doğru dönüp Kallonis yönünde ilerledik. Yoldan bir km içerideki Mesa tapınağına gittik. Burası Zeus, İda ve İanosos adına yapılmış, fakat müze 15.00 te kapandığı için dışarıdan bakıp fotoğraf çektikten sonra yola devam ettik. Antik Pyyra kentinin bulunduğu yere geldik ve levhaya rağmen you göremeyince, hemen oradaki dopdolu bir lokantada yemek yiyenlere yolu sorduk. Meğer arabayı oraya parkedip yürüyerek bir hayli zahmetli ve uzunluğu yaklaşık 500 metre olan bir patikadan gidilebiliyormuş.

      Burada MÖ 231 yılında depremde yıkılıp sulara gömülen batık kentin kalıntılarını fotoğraflayıp geri dönüyor ve 17.30 itibariyle kuzeye doğru yola koyuluyoruz.

      Yol bizi sahilde Petra isimli kasabaya getiriyor. Burası denize sıfır dar bir cadde ve ona paralel arka sokağından ibaret turistik ve şirin bir yer. Baştan başa geçip parkedecek yer bulamayınca yola devam edip az sonra  Mythimna‘ya geldik. Burası çok farklı bir yer, avrupa’daki tatil beldelerini aratmayacak şekilde eski ortaçağ binaları ve kale çok iyi korunmuş, bol turist var ve ortalık cıvıl cıvıl. İskeleye inen yol üzerinde bir park yeri bulup durduktan sonra inip biraz yürüdük.

      Hem anayol, hem de bir arkasında tepelerden dolaşan ara yol çok şirin ve oteller, restoranlar, dükkanlar turistlerle dolu. İskeleye inip müthiş kale görüntüsü eşliğinde “O Faros” restoranda çok güzel bir akşam yemeği yiyoruz. Menümüzde karides ızgara, kabak çiçeği dolması, paçanga böreği ve sardalya ızgara vardı ve 20,5 Euro ödedik. Üzerine yürüyüş yapıp koya tepeden bakan ana yol üzerindeki bir barın önündeki bankta oturduk ve  bardan gelen müziği dinledik.

Cumartesi, Eylül 24, 2011

Mitilini (4. gün)

       Sabah yine erkenden ve dinç bir şekilde güzel bir güne uyandık. Kalenin üzerinden iskeleye doğru güneş yükselmekte.  İlk hedefimiz kaleye çıkmak. Kale Bizans döneminden kalmış ve Osmanlılar 1462 yılında eski adı Molivos olan Mythimna’ yı ele geçirip kaleyi onardıktan sonra kullanmışlar. Günümüze kadar iyi korunarak gelmiş.  Kalenin içini de 2 Euro karşılığında gezdikten sonra şehre doğru indik.

DSC_0269

      Saat 9.08 de buradan ayrılıp Petra’ya geldik ve sahil yolunun arkasındaki pastaneden Dilek’in aldığı böreklerle yakındaki Anaxos beach’e gittik ve sahilde durup kahvaltımızı yaptık.

      Saat 10.00 gibi buradan da ayrılıp yol üzerinde Skalochori‘ye girdik, küçük köyde kahvede sadece iki kişi vardı, durmadan çıktık ve ana yola ulaşıp gezimize devam ettik. Adanın bu bölgesinde zeytinlikler bitti, boz görünümlü tepe ve dağlar ağırlıkta. Yer yer güneş enerjisi tarlalarına rastlıyoruz.

      Yolumuza çıkan Antissa isimli yerleşimde durduk, köyün merkezinde birkaç kahve var, birisinde kahvemizi içip Saat 11.47 de yola devam ediyoruz.

      Yoldaki “Petrified Forest” (taşlaşmış orman) levhalarını takip ederek, 15-20 milyon yıllık sekoya ağacı ormanından oluşan tarih öncesi tabiat müzesine ulaşıyoruz. Araştırmalara göre, buradaki dev sekoya ağaçları, volkanik patlamalar sonrası yoğun kül tabakası altında kalıp yandıktan sonra, milyonlarca yıl süresince taşlaşmışlar. Günümüzde de yer altı kazılarıyla oldukları gibi yeryüzüne tekrar kavuşturulmuşlar. Eğimli bir arazide kazılar hala devam ediyor. 2 Euro karşılığında bu açık doğa müzesini de gezip fotoğraf çektikten sonra üzerimizi değiştirip yola koyuluyor ve Sigri‘ye geliyoruz. Burası da şirin bir kasaba, kalesi var ama pek iyi korunmamış. Ayrıca burada az önce gezdiğimiz doğa müzesinden çıkartılan taş ağaçların sergilendiği bir kapalı müze de varmış, ama biz buraya uğramadan devam ediyoruz yola, saat 13.12 ve yönümüz Eresos. 

      Eresos’a geldik ama durmadık, iskelesine (Skala Eresos) gittik. Burası da çok şirin bir sahil kasabası. Uzun ve geniş sahilinin sol tarafında kasaba merkezi, denize ahşap kazıklar üzerinde uzatılmış sıra sıra balık lokantaları ve kahveler, sağ tarafında su sporları merkezi, arasında da plaj var. Arabamızı otoparka bırakıp hemen yanındaki Eresos Palace Restoranda karnımızı doyurduk.  Öğleden sonra denize girdik, duşumuzu alıp yürüdük, müthiş gün batımını fotoğrafladık,  merkeze geldik, Sappho’nun heykeli yanındaki bankta biraz oturup sonra  balık restoranlarından birinde akşam yemeğimizi eda ettikten sonra  taverna müziği eşliğinde uykuya daldık.

 DSC_0463

Pazar, Eylül 25, 2011

Mitilini (5. gün)

      Sabah erkenden kalkıp merkeze gittik ve fırından böreklerimizi alıp, bir kahvede yedikten sonra kumsala gelip tekrar denize girdik,  saat 12.00 gibi toparlanıp buradan ayrıldık.

      Antik dönem şairi ve yazar Sappho’ nun doğduğu kasaba olan Eresos’u da gördük. Çok özellikli bir yer değil, iskelesi daha güzeldi. Meydanda bir kahvede oturup kahve içtik, işleten bir Lübnan’ lıymış, biraz çene çaldık.

      Rivayete göre Sappho, öğretmenlik yaptığı dönemde bazı kız öğrencilerine yakınlık duyunca halk tarafından dışlanır ve buradan ayrılır. Yıllar sonra geri döndüğünde bu konuyu kaleme alır ve onu destekleyen bayan taraftarlar bulur. Böylece öncülük ettiği akıma, o zaman adanın adı olan Lesvos’a benzeyecek şekilde “lesbiyenlik” adı verilir ve ada lesbiyenlerin sıkça tercih ettiği ve açıkçası onların çok rahat ettikleri bir turizm cenneti haline gelir. Hakikaten iskele merkezinde dolaşırken lokantalarda ikili üçlü veya daha çoklu bayan turistlere sıkça rast gelmek mümkün.

      Ana yolda ilerlerken Tavari levhasına uyduk ve üç km içerdeki sahil kasabasına ulaştık. Burası da çok şirin. Üç beş lokantadan birisini gözümüze kestirip (Taverna Mouragio) karnımızı doyurduk. Hava çok sıcak, rüzgar da olmasa rahatsız olunabilir. Saat 15.16 da kuzeye doğru yola çıktık. Agra‘yı geçer geçmez yol aşağıya doğru inmeye başladı, tekrar yeşillikler göründü ve Skala Kallonis’ e ulaştık. Burası çok özellikli bir yer değil, Kalloni’ ye gittik. Kalloni bir ticaret merkezi olduğu her halinden belli olan büyük bir şehir. Merkezde güzel bir de kilisesi var. Kuzeye doğru ilerlerken Agia Paraskevi ayrımını gördük ama yol bozuk olduğu için girmedik.

      Saat 18.00 gibi Petra’ ya geldik. Sahildeki yegane park yerine arabamızı koyup yürüyerek kiliseyi aradık. Monolitik bir kaya üzerinde inşa edilmiş olan Panagia Glykofiloussa kilisesine çıktık, manzara muhteşemdi, fotoğraf çekip indik, arka sokakta yürüyerek sahildeki kafede oturduk, gün batımını fotoğrafladık, akşam yemeği için arka sokakta gözümüze kestirdiğimiz otantik lokantaya gittik. Yerel kırmızı şarap eşliğinde grek salata, limon sosunda pişmiş domuz eti, kabak çiçeği dolması yedik, çok lezzetliydi. Yemek sonrası yürüdük ve arabamızı otoparktan alıp Mythimna’ ya geldik, yürüyerek şehrin arka sokaklarından geçtik, tarihi eski sokağında gezindik, sıra sıra dükkanlar çok canlıydı. Sahil yoluna çıkıp bankta oturduk, müzik dinledik ve geceyi burada geçirdik.

DSC_0576

 
  Pazartesi, Eylül 26, 2011

Mitilini (6. gün)

      Sabah 08.00 de uyanıp yürüyerek dün akşam geçtiğimiz eski sokağa girdik ve tepedeki tarihi fırından börekle simit alıp iskeleye indik. Deniz Atı otelinin önündeki kahvede kahvaltımızı yaptık. Otel odaları şu anda kahvaltı dahil 60 Euro, sezonda 68. Fakat köpek kabul etmiyorlarmış. Pansiyonlar kabul edebilir demişler.

      Yoldaki kiralık  oto ve motorları da sorduk, 3 günlüğü 120-140 Euro olan küçük (Hyundai Atos gibi) otomobiller ve 10-50 Euro olan motorsikletler mevcut. Otoparka gelip arabamızı aldık, yola koyulduk. Saat 09.50, hava güneşli ve sıcak.

      Lepethimnos dağından aşağıya doğru inerken soldaki deniz manzarası çok güzel, karşıda Kaz dağlarının eteklerinde Türkiye kıyıları görünüyor. Biraz sonra Skyminea‘ ya ve onun iskelesi olan Skala Skymineas’ a ulaştık. Şirin yerler ve iskelede Panagia Gorgona (deniz kızı) kilisesi var kayalıkların üzerinde. Bu defa Mantamados çıktı yolumuza.

DSC_0720

     Yürüyerek dolaştık, kilisesi, çömlekçileri, kütüphanesi ve iki tane kahvesi vardı. Adanın bu yakası daha cansız, tatil evleri var ve çoğu kapanmış, halk çekilmiş, doğa güzel. Pamfila ve onun iskelesi Pamfylla’ a geliyoruz. İskele de hoş bir balıkçı koyuna sahip ve üç beş lokantası var.

     Bir tanesine karar verip giriyoruz ve mutfakta tekirleri görüp tava sipariş ediyoruz. Burada gelen grek salata adada yediğimiz en büyük salata, herhalde dört kişi doyar. Yemeğimizi yerken arka masada yemek yiyen kilise papazı laf attı ve iki şişe bira ısmarladı. Bizim Türk olduğumuzu anlamış, kendisi de Ayvalık’ lı imiş ve mübadelede buraya gelmiş. Yarı Türkçe yarı İngilizce birkaç söz alışverişinden sonra tekirlerimize yumulduk, gerçekten hem taze, hem de harika pişirmişler.

     Kilisenin çanı çalınca papaz kalkıp gitti, biz de saat 14.56 da kalkıp yakındaki Moria kasabasına ve oradaki Roma döneminden kalma su kemerlerini görmeye gittik.

      Yola devam edip Midilli’ ye geri geldik, yapacak başka bir şey kalmadığı ve turu tamamladığımız için yarın sabahki feribota biletimizi değiştirmek amacıyla Jale tur’ un limandaki ofisine uğradık. İyi ki uğramışız, çünkü salı ve çarşamba gümrükte grev olacağını öğrendik, Jale tur bu akşam için Ayvalık’ a ek sefer koymuş, ona yer aldık. Havaalanı yolunda sahilde gölge ve rüzgarlı bir yere çekip siesta yaptık, Bu arada Jale tur telefon edip teknenin 22.00 gibi hareket edeceğini haber verdi. Saat 19.00′ da şehre gidip önce karnımızı doyurduk, sonra limana gidip beklemeye başladık. Aynı gümrük işlemleri tekrarlandı ve 22.15′ te Ayvalık’ a hareket ettik. Üç Türk çift , iki araba ve bir motorsikletten oluşan yüküyle teknemiz bizi 23.45 gibi limana bıraktı ve problemsiz giriş işlemlerinden sonra doğruca Artur’a gittik.

Salı, Eylül 27, 2011

Ayvalık – İstanbul (7. gün)

      Sabah uyanıp sahildeki kafede Ayvalık tostu ve çay ile güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra  Gömeç’e köylü pazarına gittik. Sebze-meyve alışverişimizi yaptık. Dönerken yolda Havran’a  uğrayıp fıstık-leblebi-peynir de aldıktan sonra her zamanki gibi Susurluk Yörsan tesislerinde mola verdik, feribot biletimiz de alıp 19.00 feribotuyla Pendik’ e geçtik, saat 20.33′  te evimize ulaştık.

Midilli’nin tarihi:

      Midilli, MÖ 11.yy’ da Thessaly’den gelen Penthilidae ailesi tarafından yerleşik düzene geçmiş. “Pittacus of Mytilene” tarafından bu ilk yerleşim düzenine MÖ 490-480 yıllarında son verilmiş. Erken ortaçağ döneminde Bizanslıların ve Genovalıların yönetimine giren ada, tıpkı Thassos gibi, 1462 yılında Osmanlılar tarafından fethedilip, 1912 de tekrar Yunanistan’a bağlanmış. Volkanik yapısı olan adada aynı zamanda sıcak su kaynakları da halen sağlık turizmine hizmet  ediyor.

      Adada yaklaşık 11 milyon zeytin ağacının yanısıra çam ve meyva ağaçları da mevcut. Tarih öncesi devirde ise adanın batısında bulunan büyük sekoya ağaçları, önce volkanik küllerle yanıp toprak altında kalmış, sonra taşlaşmış. Günümüzde yeryüzüyle tekrar buluşan bu mermer görünüşlü ağaçlar, turizme ayrı bir değer katıyorlar.

      Yunan mitolojisinde Midillinin ilk bilinen kralı Macareus’ tur. Onun oğullarından biri olan Eresus, Lesbos adasındaki bir yerleşime adını vermiş (bugünkü Eresos). Hititler geç bronz çağında adada yer bulmuşlar.

      Adadaki arkeolojik kazılarda bulunan gri kil kap kacaklar, adanın Neolitik çağdan bu yana insanlar tarafından yerleşim olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır. Çeşitli akımların yönetiminde kaldıktan sonra MÖ 79 yılında Romalıların eline geçen ada, ortaçağda Bizanslıların kontrolüne girmiş. 1355 de ekonomik ve politik nedenlerle Genoese Gattilusi ailesine verilen ada 1462 de Osmanlılar tarafından fethedilmiş.

      Tarihte pekçok ünlü ismin (Sappho gibi) doğduğu veya yaşadığı Midilli adası, günümüzde tarıma ve turizme dayalı bir ekonomiye sahip. Balıkçılık, uzo ve sabun üretimi ise ekonomiyi destekleyen birkaç konu.

Bazı küçük notlar:

1-   Toplam katedilen yol: 1,473 km

2-   Toplam yakıt:  118 lt

3-   Yakıt sarfiyatı:  0,08 lt/km

4-   Yakıt maliyeti : 118*3,85/2,5=182 Euro

5-   Müze+kale+kaplıca vs : 12 Euro

6-   Diğer yol masrafları: 253 Euro (feribot)

7-   Vize, sigorta, triptik vs masrafları:215 TL 

Related articles
  • Eating in Molyvos (tamarindandthyme.wordpress.com)

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

yazar

seyahat etmeyi sever, güzellikleri görüntüler, değişik lezzetleri tadmaktan hoşlanır, doğa aşığıdır, bisiklet tutkunudur.

İzlenme sayısı

  • 213.805 tık

Bu blogu takip etmek ve yeni yazı yayınlandığında e-posta ile bilgilendirilmek istiyorsanız e-posta adresinizi yazıp "takip et" butonunu tıklayın.

“BİSİKLET” İÇİN RESME TIKLAYIN..

Da Vinci Bisiketi, 1860

“FOTOĞRAF” İÇİN RESME TIKLAYIN

Dancing of the Clouds

SEYAHAT

“Travel makes one modest, you see what a tiny place you occupy in the world” — Türkçesi: "Seyahat insanı alçak gönüllü yapar, çünkü aslında dünyada ne kadar küçük bir yer işgal ettiğinizi görmenizi sağlar" --- Gustave Flaubert

PEK YAKINDA

Olumsuzluklarla dolu koca bir 2017 yılını geride bıraktıktan sonra yine birlikteyiz. Yazı akışında meydana gelen aksamalar için özür diliyorum. Kaldığımız yerden olmasa da ziyaret etmiş ya da edecek olduğum yerlere ait bilgileri 2018 yılı boyunca sizlerle keyifle paylaşacağımı umuyorum. Bakalım Amsterdam' dan sonra sırada ne var?. İzlemeye devam edin...

SON YAZILARIM

  • Buenos Aires
  • 2019′ a merhaba…
  • Atina (Athens)
  • YouTube’da “Vanotek feat. Hevito – Viajero | Official Video” videosunu izleyin
  • Dresden “Elbe üzerindeki Floransa…”
  • AMSTERDAM
  • Kuzey Britanya’ nın yıldızı, Edinburgh…
  • Nördlingen ve Harburg
  • Dinkelsbühl ve Wallerstein
  • Schillingsfürst ve Feuchtwangen
  • Bologna, kızıl cazi0be…
  • Viyana, Avrupa’ nın müzik başkenti…
  • Rothenburg ob der Tauber
  • Weikersheim, bir Rönesans klasiği…
  • Bad Mergentheim, Romantik Yol’un kaplıcası…
  • Tauberbischofsheim ve Lauda-Königshofen
  • Wertheim
  • Würzburg, Romantik Yol’a açılan kapı…
  • Heidelberg, “Romantik Yol” un ilham perisi…
  • “Romantik Yol” da bir sonbahar gezisi…
  • PARİS’ te SON TANGO…
  • ERDEK
  • Kaz Dağları, bölüm 1
  • Ayvalık’ ta hoş bir dinleti…
  • Yeni bir gün daha…
  • Brüksel
  • Yeni Yıl Kutlaması
  • Kavala
  • Freiburg
  • Varenna
  • Luzern (Lucerne)
  • Londra (2)
  • Padova
  • Bratislava
  • Nice
  • Besancon
  • Sorrento
  • Lyon
  • Prag
  • Pisa
  • Budapeşte
  • Viyana
  • Venedik
  • Estergom
  • Siena
  • Salzburg
  • Strasbourg
  • Hoş geliyor (mu) sun 2014…(?) !
  • Verona
  • Londra

ZAMAN TÜNELİ

Ocak 2021
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031
« Nis    

“DEVR-İ PEDAL” ARTIK YAYINDA…

BİSİKLET tarihini ve gelişimini anlattığım, bisikletin insan yaşamına katkısını farklı boyutlarıyla kaleme aldığım yazılarım, "Devr-i Pedal" isimli blogumda yayınlanmaya devam ediyor. Yukarıdaki "Bisiklet için resme tıklayın" penceresindeki resme tıklayarak bu blogumu ziyaret edebilirsiniz.

TAKİP ETTİĞİM BLOGLAR

  • GEZMECİLER
  • Zeliha Özer
  • EpicuriousTravelers.com
  • sarahmatthews
  • Tamarind and Thyme
  • The WordPress.com Blog
  • cyclingfurther
  • Lrntn's Blog
  • Steve McCurry Curated
  • The Kitchen Crashers

KATEGORİLER

Almanya Amerika Avrupa Avusturya Fransa Güney Amerika Hollanda Kutlama Merhaba Türkiye Uncategorized Yunanistan İngiltere İspanya İtalya

Daha Fazlası

Alexandropolis Almanya Amalfi Ancona Atina Augustus Ayvalık Barok Bellagio Bergamo Bologna Brescia Brindisi Buda Bursa Como Edirne Elisabeth Florence France Genova Granada Greece Grinzig Habsburg Hohenlohe Hırvatistan Istanbul Italy Izmir Kavala La Turbie Lecco Limoncello Ljubliyana London Lyon Magyar Malaga Menton Monaco Monte Carlo Mozart Napoleon Napoli Nürnberg Olympia Padova Palio Perugia Peşte Pire Plovdiv Positano Regensburg Rimini Roma Sabah Salerno Salzburg Slovenya Sorrento Spain Strasbourg Tauber Thessaloniki Travel and Tourism Turkey valencia Venedik Verona Vezüv Visegrad Zeus İpsala

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

GEZMECİLER

Gezilen, görülen, tadılan güzelliklerin paylaşıldığı bir site

Zeliha Özer

Marmaris'ten Adriyatik Denizine Yelkenle Dolaşmak Üzerine...

EpicuriousTravelers.com

Sip. Savor. Explore.

sarahmatthews

Tamarind and Thyme

Cooking and Eating Well in London Without Going Broke

The WordPress.com Blog

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.

cyclingfurther

2 Belgians Cycling from Hungary to the chinese border across Central Asia!

Lrntn's Blog

Photo and travel blog

Steve McCurry Curated

Steve's body of work spans conflicts, vanishing cultures, ancient traditions and contemporary culture alike - yet always retains the human element.

The Kitchen Crashers

Seda ve Hakan’ın Mutfak, Seyahat ve Fotoğraf Maceraları…

Vazgeç
loading Vazgeç
Yazı gönderilemedi - e-posta adreslerinizi kontrol edin!
E-posta kontrolü başarısız oldu, lütfen bir daha deneyin.
Üzgünüm, blogunuz yazıları e-posta ile paylaşamıyor.
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
%d blogcu bunu beğendi: