Etiketler
Amstel, Amsterdam, Bicycle, Dam, Edam, Haarlem, Haring, Het Concertgebouw, Marken, Nederlands, Red light District, Rembrandt, Rijks, Singel, Van Gogh, Volendam, Willem Van Oranje, Zaanse Schans
Onüçüncü yüzyılda bir nehir yatağında kurulmuş küçük bir balıkçı kasabasından, günümüzün finans, turizm ve kültür başkentine geçişin kısa bir öyküsü.
Hollanda’ nın başkenti Amsterdam ile özdeşleşmiş iki sembol ile başlayalım söze: Birisi, şehirde dolaşırken bayraklarda, bina cephelerinde, reklam panolarında hatta ayaklarınızın altındaki kanalizasyon kapaklarının üzerinde görebileceğiniz yan yana üç adet çarpı işareti. Amsterdam’ın hanedanlık armasına baktığımızda ortasında yukarıdan aşağıya siyah fon üzerinde üç adet beyaz “X” işareti, iki yanda da kırmızı şeritler görürüz. Bu X işaretlerinin aslında MS 1. asırda St. Andrew’ın üzerinde şehit edildiği haça ithafen kullanıldığı rivayet edilmekle ve 1505 yılında burası bir balıkçı kasabasıyken tüm kayıtlı teknelerin direklerinde bu bayrağın dalgalandığı bilinmekle birlikte, şimdilerde kenti sırasıyla su baskınlarından, yangından ve salgın hastalıktan koruduğuna da inanılmakta…
Bir de bu sembolün, Amsterdam’ın meşhur kırmızı ışıklı bölgesinin (red light district) özelliği nedeniyle kentle bütünleştiği fikri vardır ki, azımsanmayacak bir oranda kabul görmüştür…
Diğer sembol ise özellikle her yıl “Kral Günü” kutlamalarının yapıldığı 27 Nisan gününde tüm şehre hakim olan portakal rengi. Hollanda bayrağı, yukarıdan aşağıya kırmızı, beyaz ve mavi yatay şeritlerden oluşmakla birlikte bu portakal renginin kaynağının, Hollanda Kraliyet ailesinin köklerinin bulunduğu “Oranje-Nassau” olduğu söyleniyor. Zaten şu anda yönetimde olan kralın üst soyu olan Kral William’ ın adı da Willem van Oranje’ dır.
Turistik anlamda şehrin bir diğer sembolü ise “I AMSTERDAM” logosudur. Rijks Müzesi önündeki alanda bulunan kocaman harflerle imal edilmiş bu sembolik figür, binlerce turistin önünde fotoğraf çektirmeden geçmediği bir adres haline gelmiş.
Amsterdam’ın tarihine kısaca dönersek, 12. asırda birkaç nehrin kesişme noktasında kurulmuş az nüfuslu bir kasaba olan bu yerleşimde halkın tek geçim kaynağı balıkçılıkmış. Bu nehirlerden birisinin (Amstel) üzerinde bulunan baraj (dam) nedeniyle kentin adı Amsterdam olarak kayda geçmiş. Bu baraj etrafında zamanla genişleyen şehirde önce birkaç kanal kazılmış. Günümüzde adı Kloveniersburginal olan doğu bölgesinde bir duvar inşa edilmiş, batıda ise meşhur Singel kanalı kazılmış (1420).
Onbeşinci asırda kentin Burgundy Krallığı’na (Philips the Good) verilmesinin ardından, gelişme başlamış. Güneyden gelen balık ile kuzeyden gelen tahıl, burada el değiştirir olmuş. Takip eden yüzyılda Avrupa’da reformist akımlar sürerken, Hollanda 80 yıl savaşlarının sonunda İspanyol hakimiyetinden ayrılmış ve 1578 de elinde kalan topraklar üzerinde pek çok protestan ve Portekiz’li yahudi gelerek yerleşmiş.
1580 yılında Portekiz’in İspanya’ya bağlanmasıyla, Kuzey Hollanda ile Hindistan arasında bir ilişki başlamış. Artık daha çok gemi Hindistan’a gidip gelir olmuş ve 1602 de United East ve West Indian adlı şirketler kurulmuş. 17. asır, Amsterdam için çok parlak bir yüzyıl olmuş. 1648 de William of Orange liderliğinde protestan halk Avrupa içinde bir Cumhuriyet olarak hürriyetine kavuşmuş. Yeni kanallar açılıp kenarlarına yüksek binalar inşa edilmiş. Dam meydanı genişletilmiş ve kentin nüfusu 200,000 e ulaşmış. Bredero, Vondel yazılarıyla, Rembrandt ve öğrencileri resimleriyle, Spinoza ve Descartes fikirleriyle kültürel gelişmelere katkıda bulunmuşlar.
Bu parlak dönemin ardından 1672 de Fransa ve İngiltere ile savaşa giren Hollanda’ da, Hindistan’dan gelen gemiler mallarını limana indiremez olmuş. Ekonomi gerilemiş, fakat para piyasasına olan ilgi artmış. Bankerler, Avrupa’daki kraliyetlere para aktarmaya başlamış, 1806 da Fransız istilasını takiben Napoleon Bonaparte Hollanda Krallığı’nı kurmuş ve kardeşi Louis 1810 da kral olmuş. 1850 sonrası endüstrileşme hızlanınca da nüfus yeniden artmış ve yeni yerleşimler kurulmuş.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların istilası ile tüccar Yahudiler çok zarar görmüş, nüfusun onda biri yok olmuş. Savaştan fiziki anlamda çok zarar görmeyen Amsterdam, sonraki yıllarda yaralarını çabuk sarmış ve turizme önem verilmiş. Bunu destekleyen finans sektörünün yardımıyla da günümüze kadar başarı hikayeleri yazılmış.
Şimdi de bazı rakamlarla bu güzel, kimine göre romantik, çoğuna göre rutubetli (Amsterdam deniz seviyesinin birkaç metre altında bir şehir, bu derinlik bazı yerlerde 5 metreyi buluyor..) kenti tanımlayalım:
Amsterdam ile özdeş unsurlardan birisi de bisiklet. 2016 yılı rakamlarına göre bu kentte yaşayan nüfustan daha çok sayıda bisiklet var (881,000 adet). Halkın %58’ i her gün bir nedenle bisiklet kullanıyor. 40 adet yeşil park, 213 tramvay, 16-18. asırlardan kalma 8,863 bina, 44 müze, 1,325 lokanta, 1,515 kafe-bar, 1,300 köprü var. 55 adet tiyatro ve konser salonunda yılda 9,000 gösteri sunuluyor.
Hollanda’da bir yerden diğerine gitmek çok kolay. Toplu taşıma sistemi harika işliyor ve son derece medeni. Düz bir şehir olduğundan ve bisikletliye saygı had safhada bulunduğu için arzu eden çok ucuza her yere kolayca ulaşabiliyor. 24,48,72 ve 96 saatlik kartlar var, bunlarla hem müzeleri gezebiliyor, hem de toplu taşımadan (metro, otobüs ve tramvay) faydalanıyorsunuz. Yakın yerleşimleri (Volendam, Edam, Haarlem vb) dolaşmak için de ayrıca günlük kartlar var.
Görülecek Yerler:
-Rijks Museum
-Van Gogh Museum (talihsiz ressamın tüm eserlerinin ve hayat hikayesinin sergilendiği müze)
-Het Concertgebouw (mutlaka bir konsere gitmelisiniz..)
-Royal Opera&Balet (Bir gösteri şiddetle tavsiye olunur..)
-Dam Meydanı ve Kraliyet Sarayı Müzesi (Meydan ve sarayın dışı hayal kırıklığı ama sarayın içindeki koleksiyon çok güzel)
-Red Light District (Dünyanın en eski mesleği bu kadar mı serbestçe icra edilir dedirtecek kadar şaşırtıcı..)
-Kanallar, köprüler (Venedik’ i aratmayacak görüntüler var..)
-Vondelpark
-Hayvanat bahçesi
-Hermitage Museum (Leningrad’ taki adaşından gelme tablolar varmış sergide..)
-Maritime Museum
-Bloemenmarkt (çiçek pazarı)
-Rembrandtplein
-Waterlooplein
-Volendam, Edam, Marken, Haarlem, Zaanse Schans (Amsterdam’ ın eski çiftlik evlerinin bulunduğu ve o haliyle günümüze kadar korunmuş olan mahallesi, yel değirmenleri)
-1 ila 2 saat tren veya otobüs yolculuğu ile ulaşılabilecek yerler: Delft (mavi-beyaz porselen ürünleriyle meşhur kasaba), Rotterdam, Den Haag(Lahey), Gouda, Giethorn.
Ağız Tadı:
Bu şehirde yok yok. Her tür damak tadına hitap eden lokanta bulmak olası. Red light District içinde Çin lokantalarının da bulunduğu bir bölge var, hatta burada bir Budist tapınağı bile var. Türk, Hint, Lübnan, Vietnam, Fransız, Alman, İtalyan, kısaca tüm mutfak zenginlikleri sayesinde herkesin karnı tok, yüzü gülümsüyor. Bu nedenle size özel bir yer tavsiye etmeyeceğim, çünkü zaten küçük olan kentte gezerken her an bir yeme-içme yerine rastlıyorsunuz ve kaliteleri sizi şaşırtmıyor.
Bir de sokaklarda kurulmuş seyyar “haring” kiosklarında Hollanda’ nın meşhur çiğ herring balığının tadına bakabilirsiniz. Yerel halk patatesi çok seviyor. Yolda yürürken kızarmış Hollanda patatesi yiyenleri görebilirsiniz.
Son Sözler:
Bisiklet, Portakal sarısı, Üç X, Van Gogh, Kanallar, Köprüler, birbirlerine yaslanarak ayakta duran yamuk yumuk eski binalar ve ön cephelerinin üzerindeki süslü ve ağır taçlar (çoğu aşağı düşmemesi için çatıya bağlanmış..), Het Concertgebouw, Yel değirmenleri, Kırmızı Işıklı Mahalle…
Bu gezmeyi bitiremediğimiz hoş ve romantik şehirden aklımda kalanlar bunlar. Tekrar gidilir mi? Kesinlikle evet, bir hafta yetmedi…