• English Version
  • Hakkında

GEZMECİLER

~ Gezilen, görülen, tadılan güzelliklerin paylaşıldığı bir site

GEZMECİLER

Tag Archives: Lecco

Varenna

22 Cumartesi Kas 2014

Posted by Erhan Ergün in İtalya

≈ Yorum bırakın

Etiketler

Annone, Bellagio, Castello de Vezio, Comacina, Como, Lecco, Lombardia, menaggio, Pusiano, Sforzas, Theodolinda, Vila Ciprezzi, Visconti


İtalya’ nın kuzeyi doğal güzellikler bakımından çok zengin bir coğrafyaya sahip. Bu bölgede pek çok göl de mevcut. Lombardiya bölgesinde bulunan Como gölü,  ünlü sanatçılar ve sporcular tarafından yaşam yeri olarak tercih edilen ve mutlaka görülmesi gereken bir doğa harikası. Gölün çevresinde tarih boyunca kurulmuş irili ufaklı sayısız  yerleşim mevcut. Bunlardan birisi de, Varenna.

Varenna'ya yaklaşırken görüntü

Varenna’ya yaklaşırken görüntü

Milano’ dan kuzeye yani İsviçre’ ye doğru otomobille seyahat ederken, SS36 karayolu üzerinde önce Lecco kasabasına geliyorsunuz. Bu yerleşim, bir pantolon gibi görünen Como gölünün güney doğu ucunda bulunuyor. Gölün doğu yakasından kuzeye doğru yola devam ederseniz Varenna’ ya ulaşıyorsunuz. Bu kasabaya Milano’ dan trenle gelmek de mümkün.

Fakat ben size daha eğlenceli bir alternatif yol önereceğim. SS36 üzerinde Lecco’ dan güneybatı yönünde yola devam edin. Solunuzda Annone gölünü göreceksiniz. Az sonra da sağa doğru ayrılan SS42 yoluna girin. Batıya doğru ilerlerken solunuzda Pusiano gölünü göreceksiniz. Yaklaşık onbeş km sonra kuzeye doğru yönelip Como şehrine geleceksiniz. Bu şehri bir başka blog yazımın konusu yapacağım için Como’ da durmadan kuzeye doğru Como gölü kıyısını takip ederek SS583 karayolu üzerinde devam ediyoruz. Bu yol zaman zaman durup karşıdan gelen araçlara yol vermenizi gerektirecek kadar dar ve virajlı, fakat bir o kadar da keyifli. Özellikle direksiyonda olmayan yolcular nefis göl manzaralarının, yeşilin ve eşsiz İtalyan mimarisinin tadını çıkarabilirler.

Sessiz ve huzur veren sahil

Sessiz ve huzur veren sahil

Bu yolda en kuzeye ulaştığınızda aynı zamanda Bellagio kasabasına da gelmiş oluyorsunuz. Bu kasabayı da bir başka yazı konusu yapıp,  aracınızı merkezdeki açık otoparka bırakarak hemen karşısında bulunan vapur iskelesine gitmenizi öneriyorum. Buradan Varenna’ ya düzenli tekne seferleri var. Bir tanesine binip göl çevresindeki harika yerleşimleri ve tabiatı seyrederek, yarım saatten az bir süre sonra Varenna’ ya ulaşıyorsunuz.

Henüz teknedeyken bu şirin kasaba uzaktan sizi kendisine adeta bağlıyor. Oldukça dik bir tepenin yamacından göle bakan ve oldukça korunaklı bu yerleşimin ilk defa MÖ 5. yüzyılda Kelt’ ler tarafından kurulup sonra da Galler tarafından kullanıldığı biliniyor. Tarihi kayıtlarda ise geç Roma döneminde MS 463 yılı civarında rastlanıyor ismine. 600-700 yılları arasında Lombard’ lar, daha sonra da Frank’ lar tarafından kontrol edilmiş Varenna.

Kasabanın yamaçlarını tırmanan merdivenler

Kasabanın yamaçlarını tırmanan merdivenler

1126 yılında Como’ dan gelen kuvvetler tarafından istila edilen bölge ve Varenna, bir süre bunun etkisinde kalmış. 1169 yılında yakındaki Comacina adası da Como güçleri tarafından yerle bir edilince burada yaşayan halk, Varenna’ ya göçmek zorunda kalmış. Sonraları Sforzas ve Visconti ailelerinin kontrolüne geçen kasaba, ancak 1860 yılında Lombardiya İtalya yönetimine geçtiğinde serbest kalıp hürriyetine kavuşmuş.

Günümüzde İtalya’ nın önemli turizm merkezlerinden biri sayılan yerleşimin tepesinde, Lombardiya kraliçesi Theodolinda tarafından yaptırılmış olan Castello de Vezio, yani Vezio kalesinin kalıntıları var. Kasabanın güneyinde 19. Yüzyıldan kalma ve şimdilerde otel olan Villa Cipressi ve bir zamanlar manastır olan Villa Monastero konferans merkezi var.

Sahil yolu her renkten ortancalarla süslenmiş

Sahil yolu her renkten ortancalarla süslenmiş

Varenna, gecelemek için tavsiye etmeyeceğim bir yer, çünkü oldukça küçük ve az sayıda konaklama olanağı var. Yakın yerleşimlerden Bellagio’ da ya da karşı kıyıdaki Menaggio’ da kalınabilir, her ikisinden de vapurla buraya gelinip dönülebilir. Kasabanın atmosferi o kadar sakin ve dinlendirici ki, Milano’ da kalırken bile trenle günübirlik gelip dönmek isteyebilirsiniz…

Varenna'nın yapı dokusu
Varenna’nın yapı dokusu
Como gölünde seyahat
Como gölünde seyahat
Blog yazarı Varenna'da
Blog yazarı Varenna’da
Konuklar teknede
Konuklar teknede
Varenna yokuşları
Varenna yokuşları
Göl kıyıları
Göl kıyıları
Varenna'da ördekler
Varenna’da ördekler
İtalyan mimarisi
İtalyan mimarisi
Varenna'dan ayrılış
Varenna’dan ayrılış
Varenna sahili
Varenna sahili
Varenna iskelesi
Varenna iskelesi
Tekne aynı zamanda küçük bir feribot
Tekne aynı zamanda küçük bir feribot
Tekneden Bellagio
Tekneden Bellagio
Duvar el ilanı
Duvar el ilanı
Heryer çiçeklerle bezenmiş
Heryer çiçeklerle bezenmiş
Varenna limanı
Varenna limanı
Varenna'dan ayrılış
Varenna’dan ayrılış

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Mini Avrupa turuna var mısınız?

06 Pazar Oca 2013

Posted by Erhan Ergün in Avrupa

≈ 6 Yorum

Etiketler

Alpen, Amalfi, Augustus, Avignon, Baune, Belfort, Belgrad, Bellagio, Bergamo, Bern, Besancon, Brescia, Campania, Como, Freiburg, Genova, Interlaken, Italy, Kapıkule, La Spezia, La Turbie, Lecco, Limoncello, Ljubliyana, Luzern, Lyon, Marsilya, Menton, Monte Carlo, Napoli, Neron, Nis, Otricoli, Palio, Perugia, Piazza Vecchia, Piza, Plovdiv, Pompei, Portofino, Positano, Roma, Sabah, Salerno, Sanremo, Sezar, Siena, Simplon, Sorrento, Strasbourg, Taranto, Terracina, Tonda, Toulon, Unterkirnach, Varenna, Vezüv, Zagrep, Zeus, Zurich, İpsala

Bergamo
Lyon, Velo Sistemi
Avignon, Fransa
Belfort kilisesi
Strasbourg' da kurabiyeci
Strasbourg' da su kanalı
Slovenya
Betonarme Monte Carlo
Besancon Katedrali
Floransa' da motor sergisi
Çıtır tatlı...
Pisa' da düğün arabası
Portofino koyu
Bergamo saat kulesi
La Turbie, Fransa
Bergamo, Capella Colleoni
Verona' da akşam yemeği
Bergamo tarihi kapısı
Verona, Arena
Strasbourg' da akşam oluyor
Hyeres, balık mahsulleri
Luzern' de bahar kutlaması
Piazza dei Signori, Verona
Lugano gölü
Lecco, İtalya
Perugia saat kulesi
Genova caddeleri
Simplon tünel geçişi
Zagrep
Piazza Vecchia, Bergamo
Rhein nehri üzerinde Fransa-Almanya arası feribot seferi
Hapimag Tonda tesisi
Dağ yolu, motorcular ve Alpler
İnterlaken
Valence, Fransa
Como sahil yolları
Freiburg' da sosisli sandviç
Verona
Varenna, Como
Cannero, İtalya
Bergamo kale içi
Lugano' da prochutto'lu piza
Belfort yakınında şato
Hapimag Cannero tesisi
Taranto
Otricoli köyü dar sokakları
Strasbourg' da okul
Verona
İnterlaken, İsviçre
Verona, Dante Alighirei heykeli
İnterlaken gölü kenarı
Verona' da aperitif
Freiburg' da mola
DSC_0115
Slovenya' da dağ köyleri
Verona
Belfort kalesi
Sorrento'da Limonçello sergisi
La Spezia' da akşam yemeği
Bellagio rıhtımından ayrılış
Verona' da dondurmacı
Belfort
Baune
Sorrento' da limonlar
Alpler
Siena' da dondurmalar
Monteresso al Mare, İtalya
İsviçre Alplerinde piknik
La Turbie' de fırın tezgahı
Riviera Gardone, İtalya
Perugia yolunda Otricoli köyü girişi
Siena' nın sembolü Romus-Romulus heykeli
Marsilya' da dar sokaklar
Cerbaia köylü pazarı, İtalya
Baune
Luzern gölü ve Alpler
Luzern
St. Tropez sahili
Hapimag Cannero
Luzern, ölen aslan figürü
Strasbourg, açık pazarda berry'ler
Verona
Simplon Tüneli girişi
Lyon
verona, Piazza Erba
Sorrento çarşısı
Furore koyu, İtalya
Baune sokakları
Piazza del Campo, Siena
Amalfi' de Meryem ana heykeli
Monte Carlo marinası
Terracina'da akşam yemeği
Nice sahili
Hırvatistan giriş gümrüğü
Avignon, tarihi köprü
Strasbourg
Freiburg, tarihi tüccarlar odası
Baune' de karusel
İsviçre dağ yolları
Locarno' da gezi treni
Slovenya
Hyeres, balıkçı tezgahı
Turfanda bunlar...(Sorrento)
Yaramaz italyan kuçusu
Colmar tren istasyonu
Bulgaristan' da otoyol
Colmar
Varenna, İtalya
Toscalano-Maderno' da şapel
Baune saat kulesi
Verona saat kulesi
Strasbourg' da tarihi yapılar
Luzern tarihi tahta köprü
Besancon kalesi
Monte Carlo
Amalfi'de şaraplık üzüm bağları
Garda gölü sahili
Monte Carlo
Colmar, Fransa
Freiburg' da su kanalı
Luzern bahçeleri
Zagrep
İnterlaken
Bulgaristan sınır giriş kapısı
Belfort
Slovenya
Lyon Notr Dame kilisesi
Baune sokakları
Siena
Sorrento
La Turbie'de çay molası
La Turbie sokakları
İsviçre' den İtalya' ya giriş
Bergamo, Capella Colleoni
Santa Margerita Ligurie
St.Tropez geceleri...
Siena suyu içilecek
Varenna iskelesi
Perugia
İsviçre kayak otelleri
Mini Avrupa seyahati yol haritası

Çarşamba, Haziran 15, 2011

Yunanistan (1. gün)

Saat 07.54, hava açık, arabamızın km göstergesi 64,442′ de, ilk hedef  İpsala ve yola çıkıyoruz… Küçük köpeğimiz Gümüş hanım keyifsiz, sürekli uyuyor ve bir şey yemiyor, içmiyor. Dün yapılan karma aşı ağır geldi galiba… Saat 12.10’da  İpsala sınır kapısına geliyoruz. TR gümrüğünden beş dakikada geçiyor ve Yunanistan girişinde pasaport, sigorta ve ehliyet kontrolünün ardından hiç beklemeden otoyola dahil oluyoruz. 14.14 te Kavala’ya hakim bir tepede yemek molası veriyor ve fotoğraf çektikten sonra tekrar yola devam ediyoruz.

Otoyolun Atina ayrımı civarında daha önce para ödeyerek geçebildiğimiz gişeler kapanmıştı. Sevindik ama uzun sürmedi, çünkü İgoumenitsa’ya 280 km kala, daha önce kapalı olan gişeler faaliyete geçmiş, 2,80 Euro otoyol parası aldılar. Bu arada yağmur yağmaya başladı. Saatler 20.15’i gösterirken İgoumenitsa’ya giriyoruz. Bir benzinciden yakıtımızı aldıktan sonra daha önce gitttiğimiz Endeavur Lines bürosuna uğruyor ve grev olduğu için gemi olmadığını öğreniyoruz. Limandaki ofisleri dolaşıp birisinde gece feribot kalkacağını öğrenip biletlerimizi alıyor ve karavanımızı gece için hazırlayıp beklemeye başlıyoruz.  23.00 sularında “Rüzgar” isimli feribotumuz limana yanaşıyor ve yükleme başlıyor. Open Deck yerimize parkedip gemi içinde biraz dolaştıktan sonra kalkışı beklemeden uyuyoruz.

Perşembe, Haziran 16, 2011

İtalya (2. gün)

Sabah erken saatte, uykumuzu almış olarak uyanıyoruz. Brindisi sahili üzerinde güneş doğuyor. Yerel saatle 09.48 de feribottan iniyoruz. Hava parçalı bulutlu, sıcaklık 22-23 derece civarında, herhangibir kontrol olmadan İtalya karayollarında seyahatimize başlıyoruz. İlk hedefimiz Amalfi. Bu yolculuğumuzda bize eşlik eden, daha doğrusu bize yol gösteren yeni bir dostumuz var. Garmin Nüvi 1410 navigasyon cihazımıza, seyahate çıkmadan önce yüklediğimiz Avrupa harita bilgilerini kullanarak, gideceğimiz yerlere daha kolay ve verimli ulaşmayı hedefliyoruz. Bu amaçla, Amalfi ismini girdik ve İtalya’da otoyolar birhayli pahalı olduğu için cihaza, bizi otoyollardan, paralı geçişlerden uzak tutmasını söyledik. Yaklaşık 70 km kadar sonra Taranto kentine geldik. Şehir merkezinde arabamızı parkedip biraz dolaştık, sonra bir kafede oturup açlığımızı bastırdık. Taranto şehri, MÖ 7. yy.da Sparta (Yunan) kolonisi olarak kurulmuş bir liman kenti. Günümüzde nüfusu 200,000 civarında olan kent, tarihte Kartaca kralı Hannibal’e de evsahipliği yapmış, 34 yıl boyunca da Abbasiler tarafından yönetilmiş, daha sonra bizans döneminde yeniden yapılanmış.Taranto' da binalar

İtalya’nın önemli bir askeri deniz üssü de olan şehir bir dönem, çevresindeki fabrikaların havayı kirletmesiyle ünlenmiş. Şehir çok canlı, fakat hava giderek ısındı, saat 13.15′ te yola koyulduk.

Saat 16.43 te Salerno‘ya geldik, şehir girişinde kötü bir tünel var, trafik sıkıştı. Çıkışta yolu kaçırıp ilerledik ve başka bir yerleşim biriminden geri dönüp Salerno’ya girdik. Çok canlı tipik bir İtalyan liman kenti. Limanda büyük bir yolcu gemisi ve şehirde bolca turist vardı. 17.43’te Salerno’dan ayrılıp Amalfi yönünde yolumuza devam ettik. Bir süre sonra, önce Amalfi zannettiğimiz güzel bir koya gelip (Castiglione)  burada kalmaya karar verdik.Amalfi

Cuma, Haziran 17, 2011

İtalya (3. gün)

Saat 07.57 de, kaldığımız koyda serin bir yaz sabahına uyandık ve Positano‘ya doğru hareket ettik. Virajlı sahil yolunda ilerlemeye başlamıştık ki  1 km sonra asıl Amalfi’ye geldik. Amalfi, Campania bölgesinde Salerno’nun bir alt komünü olup tarihte ilk defa 6. yy’da ortaya çıkmış. Akdeniz bölgesinde önemli bir ticaret şehri haline gelen Amalfi, 1920-30′ lu yıllarda İngiliz aristokrasisinin sıkça uğradığı bir tatil yöresi olmuş. Limonçello yapımıyla da ünlenen bu şehrin bir diğer üretimi davetiye yapımında kullanılan kalın kağıtlar. Burada hemen her evin etrafında limon bahçeleri var ve limonlar normal boyutun iki misli büyüklükte…Şehirde bir tur attıktan sonra tekrar sahil yolunda ilerlemeye devam ediyoruz.Amalfi

Bu defa Positano’ya geliyoruz. Burası çok daha şık ve yüksek sosyeteye hitap ettiği her halinden anlaşılan bir yerleşim yeri. 16.ve17.yy’larda en parlak dönemini yaşayan bu balıkçı kasabası 19. yy’da nüfusunun yarıdan fazlasının Avustralya’ya göç etmesi sonucu zor duruma düşmüş ve 1950’lerden sonra turizm sayesinde toparlayabilmiş. Denize paralel uzanan dağların oluşturduğu sarp yamaçlarda bile evler ve limon bahçeleri var. Bu da manzaraya ayrı bir hoşluk katıyor. Aynı virajlı ve dar yoldan ilerlerken başka güzel koylardan da geçiyoruz. Bunlardan birisi de Furore koyu. Bu daracık koya bile inmek için asfalt yol yapmışlar ama biz yukarıda durup fotoğraf çekmeyi ve seyretmeyi tercih ediyoruz. İtalya’da okullar henüz tatile girmedikleri için buralardaki pek çok ev kapalı. Bu yörede asıl yaz sezonunun Temmuz ayı ile başladığı ve Ağustos sonundan önce de sona erdiği bilinen bir gerçek…Sorrento limanı

Sırada Sorrento kenti var. Roma döneminde adı Surrentum olan ve tarihi MÖ 600 yılına uzanan bir kıyı kasabası. Salerno’ya benzemekle birlikte daha güzel bir kent. Falezlerin üzerindeki bir kilisenin bahçesinde bir hayli turist vardı ve oradan manzara muhteşemdi. Kilisede de bir evlenme töreni icra ediliyordu. Manzarayı seyredip fotoğraflarımızı çektik ve yolda kahvemizi içip şehirde kısa bir tur attıktan sonra tekrar yola koyulduk. Bu defa hedefimizde Pompei harabeleri var.

Pompei yerleşkesine geldik fakat harabelere ilişkin herhangi bir yönlendirme yoktu. Birkaç kişiye sorduk, beklediğimiz cevabı alamayınca navigatöre Vezüv‘ü girdik. Çok geçmeden tırmanmaya başladık. Hedefte de Vezüv bütün ihtişamıyla görünmekteydi. Ancak yarı yola geldiğimizde bir kontrol noktasında bekleşen turistler gördük. Meğer buradan yukarıya kratere kadar özel arazi araçlarıyla çıkılabiliyormuş. Ya da işi ticari olarak böyle yönetmeyi uygun görmüş İtalyan dostlarımız… Bu seyahat iki saat sürdüğü için beklemedik ve teşekkür edip aşağıya geri döndük.

Deniz seviyesine indiğimizde Pompei’ yi tekrar sorduk, bilen çıkmadı ve biz de Roma yönünde ilerlemeye devam ettik. Navigatör bizi Napoli’den geçmek zorunda bıraktı. Napoli biraz İstanbul’u andırıyor. Kaos ve çöpler şehre hakim olmuş. Trafik karmaşası bize 1,5 saate mal oldu. Çıkışta Fornia kentini navigatöre girdik, SS7 yolunda giderken önce Fornia’dan geçtik, sonra Gaeta’ya geldik. Burası da tipik bir İtalyan kıyı kenti. Yüksek tepesinde kalesi var, caddeleri İtalyan renklerinde binalarla kuşatılmış. Trafikte diğer İtalyan yerleşimlerinde olduğu gibi bol miktarda motorsiklet (daha doğrusu Vespa) var. Arabaların arasında vızır vızır slalom yapıyorlar. Bayan sürücüler ise çoğunlukta…Positano yolunda bir koy

Gaeta çıkışında takip ettiğimiz SS 213 yolu da yine yazlık evlerle dolu, sağ tarafı yükseltiler içinde üzüm bağlarıyla kaplı, sol tarafı denizle sınırlı yeşil alanlarla çevrelenmiş. Bu arada sıcaklık  giderek yükselmeye başladı. Gündüzleri 25 dereceye kadar çıkan sıcaklık, güneşte dolaşmamızı sınırladı. Günün ilerleyen saatlerinde, güneş yavaş yavaş aşağıya inerken Terracina‘ya ulaştık. Burası da çok şirin bir sahil yerleşimi. Geniş kumsallı bir sahili ve ondan yolla ayrılmış kent yerleşimi olan bir kasaba. Bu geceyi de burada geçirmeye karar verdik.

Cumartesi, Haziran 18, 2011

İtalya (4. gün)

Sabah 06.30 da uyanıp bir güzel deniz banyosu yaptım. Su oldukça ılıktı. Benden başka bir kişi daha vardı yüzen. Sonra kahvaltımızı yaptık ve 08.08’de Terracina‘dan ayrıldık. Kentten ayrıldıktan 75 km sonra Navigatöre parasız yoldan git dediğimiz için Roma‘ya girdik ve trafikte ağır ilerledikten sonra 12.00 civarında şehirden çıkabildik. Bugün Cumartesi olduğu için yollar biraz daha kalabalık, hafta sonu turizmi etkin. Yeni hedefimiz Perugia şehri. Borlupo ve Borgetto yerleşimlerinden geçtikten sonra Otricoli adında bir kale içi köye geldik. Burası yaklaşık 100 mt yükseklikte şirin ve dar sokaklı bir köy.  Biraz dinlendikten sonra tekrar yola koyulduk, hava oldukça ısındı. SS3 Perugia yoluna çıkıp 110 km hız limiti yardımıyla daha seri yol almaya başladık. Pantalla isimli kasabadan geçtik, E45 yoluna girdik, 15.51 itibariyle Perugia’ya 30 km kaldı. Perugia’ya girişte T5’imizi parkedip 1,5 saat kadar bu şirin kale içi yerleşimi dolaştık. DSC_0190

Perugia, Tiber nehri kenarında yerleşik bir antik şehir ve Umbria alt bölgesinin başkenti. Tarihi MÖ 4.yy’a kadar iniyor. Tarihteki adı Perusia olan kent genellikle Papa idaresinde ve çok parlamadan değişik kültürlere evsahipliği yapmış. Çukulatası meşhur olan kent, defalarca depremde hasar görmüş. Otricoli köyü ise, Tiber nehrinin doğu yakasında MÖ 4.yy’a dayanan tarihiyle ve yağ üretimiyle ünlü bir yerleşim. Eski banyoları ve anfitiyatro kalıntıları hala görülebiliyor. Kente, arabamızı önünde parkettiğimiz Porta San Pietro kapısından giriliyor. Pekçok tarihi eseri bünyesinde barındıran Perugia’da bir de eski üniversite var. 

Saat 18.50 civarında kentten ayrıldık ve navigatöre Siena‘yı girdik. Siena, mutfağı, sanatı, müzeleri ve yılda iki kez yapılan at yarışları (Palio) ile ünlü bir tarihi şehir. MÖ 900-400 yılları arasında Etrüskler zamanında “Saina” adındaki kabile tarafından kurulan bir şehirmiş. Etrüskler, sulama konusunda geliştirdikleri teknikler sayesinde tarımda bir hayli ilerlemişler ve aynı zamanda savunması kolay tepe kentleri kurmakla ünlenmişler. Bir rivayete göre, Siena, Bir kurt tarafından emzirilen iki kardeş (Remus ve Romulus) ten Remus’un oğlu Senius tarafından kurulmuştur. Bu nedenle şehrin her yerinde çocukları emziren kurt heykeli görülebiliyor. Roma şehri de, adını Romulus’tan almış…

Siena, ticaret yolu üzerinde kurulmadığı için bu konuda gelişmemiş, hatta Hristiyanlık da, Lombardların istilasına kadar (MS 4.yy) şehre girememiş. Daha sonra tefecilik ve yün ticareti konularında gelişmiş. Piazza del Campo ve Siena Katedrali 13. yy’da inşa edilmiş. Kentin hem savaşlarda hem de günümüzde spor karşılaşmalarında rakibi hep Floransa olmuş. Siena üniversitesi 1240′ ta kurulmuş.DSC_0262

Siena’da heryıl iki kere düzenlenen at yarışları (Palio) tarihi çok eskiye dayanıyor. Önceleri boğa güreşi, sonra eşek yarışı olarak düzenlenen yarışlara, 1590 tarihinde boğa güreşlerinin yasaklanmasıyla at yarışı olarak devam edilmiş. Siena’da arabamızı eski şehir merkezinin surlarının dışındaki büyük otoparka parkettik ve şehirde turlamaya başladık, bu arada hava da kararmaya başladı. Birkaç lokanta bakındıktan sonra ana meydana (Piazza del Campo) bakan bir pizzacıda karnımızı doyurup geceyi bu güzel tarihi kentte geçirdik.

Pazar, Haziran 19, 2011

İtalya (5. gün)

Sabah 06.00 da uyanıp hemen yola koyuluyoruz. Bugün ilk hedefimiz Floransa. Ana yol dışındaki ara yollardan eşsiz doğayı ve üzüm bağlarını seyrederek yol alıyor ve 09.00 da Floransa’ya ulaşıyoruz. Şehre tepeden bakan panoramik görüşe sahip meydanda durup kahvaltımızı yapıyoruz. Meydan bir hayli kalabalık. Daha sonra bu kalabalığın bir sergi nedeniyle olduğunu anlıyoruz. Sergide eski motorsikletler ve arabalar var. Bir saat kadar oyalanıp, daha önce gezip gördüğümüz  şehre girmemeye karar veriyor ve Tonda‘ ya doğru yola çıkıyoruz. DSC_0274

SP4 yolunda ilerlerken Cerbaia adında şirin bir kasabada duruyor ve yerel pazarı geziyoruz. Pazar günü olduğu için çok bisiklet sporu yapan var. Köşedeki kahvede kahvelerimizi içip tekrar yola koyuluyoruz. Yeşillikler içinden geçerek bir tepenin üzerindeki Hapimag Tonda tesisine ulaşıyoruz. Şirin tesis müdiresi tesisin dolu olduğunu, hatta yolumuz üzerindeki tüm tesislerin dolu olduğunu söyleyip, genel mekanları kullanabileceğimizi hatırlatıyor ve arabamızı parkedip biraz dinlendikten sonra havuza giriyor ve tazeleniyoruz. Burada birkaç gün kalınıp etraf gezilebilir, bisiklete de uygun güzel yollar var…Saat 14.35 te Hapimag’dan ayrılıyoruz.

Floransa, İtalya rönesansının doğum yeri olduğu söylenen ve Arno nehri üzerinde kurulmuş şirin bir ticaret şehri. Toscana eyaletinin başkenti olan şehirde Leonardo da Vinci ve Michelangelo gibi ünlü sanatçılar yetişmiş.Tarihte ise MÖ 59 yılında Sezar’ın emekli askerlerine Arno kıyısındaki verimli toprakları vermesiyle ortaya çıkan, Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra da Bizans ve Ostrogot istilasına uğrayan bir yerleşim olmuş.

15.yy’ın ikinci yarısında bankacılık yapan Medici hanedanlığının yönetimine giren şehir, toplum yönetimi açısından tarihte örnek teşkil edecek yapılanmalara sahne olmuş. Arti Minori (kuyumculuk, seramik, oymacılık gibi ikincil sanat erbabı) ile Arti Maggiori (resim, heykel,  mimarlık gibi temel sanat erbabı), dokumacılıkla uğraşanlar ve bankacılardan oluşan gruplar (loncalar), şehrin kaderinin tayininde rol oynamışlar.  1347-1353 yılları arasında ortaya çıkan veba salgını şehri ve nüfusunu derinden etkilemiş. 1864-1870 yılları arasında başkent konumuna da gelen Floransa, Santa Maria del Fiore (Duomo) katedraliyle de meşhur.

Akşamüzeri olmadan Pisa‘ya vardık ve bir otoparka parkedip, daha önce de gezdiğimiz meşhur eğri kuleli mekanı tekrar dolaştık. Bir de yeni evli çifte rastladık ve otoparktan ayrılırken bir Türk kızıyla İngiliz kocası ve iki çocuktan oluşan, cipleriyle Avrupa turunda olan şeker bir aileyle 15 dakika sohbet ettik.

Pisa, MÖ 5.yy’a dayanan tarihiyle ve ortaçağda üst Tiren denizi kıyısındaki tek ticari merkez olmasıyla bilinen bir şehir. İki nehrin denizle buluştuğu noktada kurulmuş olan şehrin günümüzde çok bilinen yeri Duomo meydanı. 11.yy’da sahip olduğu deniz filosu ile adalar ve kuzey Afrika’ da fırtınalar estiren Pisa, Palermo‘da elde ettiği altın madeni sayesinde Duomo meydanındaki katedralin inşaatına başlamış. İstanbul’a kadar gelen Pisalılara vergiden muafiyet bile tanınmış ve nüfusları 1,000’e ulaşmış. 12. ve 13.yy’ larda çevre kolonilerle ve çoğunlukla Genova ile savaşmaya devam eden Pisa’nın gerileme dönemi de 13.yy sonlarında başlamış. Ünlü fizikçi Galileo Galilei’ nin de doğum yeri olan Pisa günümüzde turizmden büyük gelir elde ediyor. Pisa’yı meşhur eden kule, Daha önce yapılan katedralin çan kulesi olarak 1173 yılında inşa edilmiş ve zemin problemi nedeniyle yapımından itibaren güneye doğru yatmaya başlamış. Genova ve Venedik’e karşı bir güç gösterisi olması amacıyla yapılan kule, çökmemesi için 20 milyon İngiliz Sterlingi harcanarak sağlamlaştırılmış. DSC_0337

Saat 19.27’de Pisa’dan ayrılıp rotamızı La Spezia‘ya çeviriyoruz. Akşam 21.00 gibi La Spezia’ya girdik. Oldukça büyük bir liman kenti. Büyük bir de marinası var. Sahil boyunca gidip geldikten sonra yine sahilde parkedip biraz yürüdük. Terracina şehrinde akşam yemeği yediğimiz lokanta zincirinin bir halkasını burada da bulduk ve son müşteri olarak bir güzel karnımızı doyurduk.

Yemek sonrası sahildeki gösterileri izledik. Meğer bir de denizcilik fuarı varmış, onu da gezdik, oldukça kalabalıktı. La Spezia, Ligurya bölgesinde bulunan önemli bir ticari, sivil ve askeri liman kenti. Aynı zamanda önemli bir askeri savunma sanayii üretim tesisi de var.  Şehir dağlarla sahil arasına sıkışmış bir şerit üzerine kurulmuş. İkinci dünya savaşı bitiminde hayatta kalabilen yaklaşık 23,000 Yahudi buradan İsrail’e gemilerle gitmişler. Bu nedenle İsrail coğrafik haritasında buraya “La Spezia” yerine “Schaar Zion” (Door to Sion) adı verilmiş. Geceyi burada geçirdik.

Pazartesi, Haziran 20, 2011

İtalya (6. gün)

Bugünkü hedefimiz Portofino. Ligurian denizine paralel uzanan SP1 yolunu takiben önce dağa tırmandık ve tepede çok şirin bir otel-cafe-lokanta’da durup sabah kahvemizi içtik. Burası yüksekte olduğu için güzel manzaralı ve serin bir yerdi. Köpekle de kalınabiliyormuş. SP 38 yoluna bağlanıp Monterosso al Mare, Levanto, Moneglia üzerinden Sestri Levante‘ye gelip yakıt alıyoruz ve yola devam ediyoruz. Solumuz deniz ve halk Ligurian denizinin plajlarına akın etmiş. Trafik ağır ilerliyor. SP1 yolu üzerinde az sonra Santa Margherita Ligure’ ye geliyoruz. Cennet gibi bir yer. Biraz sonra da Portofino’ya ulaşıyoruz. Ancak kasaba girişinde bizi bayan trafik polisi karşılıyor ve İtalyanca olarak (anlayabildiğim kadarıyla) açık otoparkların dolu olduğunu, kapalı otoparkta yer olduğunu ama bizim aracımızın sığmayacağını söyleyerek bizi kibarca geri gönderiyor. DSC_0434

Aynı yoldan geri dönerek SP1 yolunu takiben Sori kasabasından geçip Genova‘ya ulaşıyoruz. Burası da her büyük şehir gibi kalabalık, sıcak, trafik yoğun. Decathlon mağazasında bir saat kadar mola veriyoruz ve alışveriş yapıyorum. Sonra tekrar yola koyulup SP1’i takip ederek sahil boyunca ilerliyoruz. Sanremo şehrini de durmadan geçerek yolda müthiş güzel bir dondurma yiyoruz. Ardından da Saat 20.06 itibariyle Fransa’ya girip Menton kentinde marina otoparkına arabamızı parkediyoruz. Yaya olarak şehir merkezine giriyoruz. Çok güzel ve canlı, turist kaynayan bir Fransız sahil kenti. Takma adı da “Fransa’nın incisi” imiş…Merkezde bir piza restoran gözümüze kestirip oturuyor ve bira eşliğinde karnımızı doyuruyoruz. Yemek üzerine bir de güzel yürüyüş yapıp burada gecelemeye karar veriyoruz.

Salı, Haziran 21, 2011

Fransa (7. gün)

Sabah erkenden dinlenmiş olarak kalkıyoruz. Marinadaki bazı tekne sahipleri de uyanmışlar, güne hazırlık yapıyorlar.  Rotamızda Antibes var. Monaco‘ya doğru giden yol çok güzel, biraz yükseldik, manzara muhteşem, La Turbie adında şirin bir yerleşime geldik, merkezde bir cafede sabah kahvelerimizi içtik. Sonra kasabada biraz yürüdük, şirin, restore edilmiş eski sokakları ve evleri olan bir yerleşim. Okullar hala açık, öğrenciler açık havada oyun oynuyorlardı. Monaco’ya doğru inen yolu ve güzel manzarayı takiben Monte Carlo’ ya girdik. Daha önce de gördüğümüz bu betonlaşmış şehrin bol otoparkı var ama çoğu kapalı ve yükseklik bize yetmediği için arabamızı parkedemiyoruz. St Tropez'de gün batımı

Kalenin altında büyük bir park yeri görüp oranın yüksekliği yeterli olur diyerek yöneliyoruz, bu defa da görevli bizi sokmuyor. Biz de yola devam kararı veriyoruz.  Nice‘e geldiğimizde önce sahile paralel bir arka caddeden boydan boya şehri katedip sonra sahil yolundan geri dönüyoruz. Çok kalabalık, hava sıcak ve tek bir araba parkedecek yer yok. Şehrin girişindeki yüksekçe yere doğru çıkıyoruz ve burada bir mezarlığın yanında kaskad şeklinde şelalelerin ve bir de seyir terasının olduğunu görüyoruz. Arabamızı parkedip sandviçlerimizi yiyor ve terasta fotoğraflarımızı çekip geri dönüyoruz.

Sahil yolunu takiben Antibes şehrine doğru gidiyor ve Nice yönünde ilerlerken sağdaki sakin plajlardan birinde durup denize giriyor ve duş alarak tazeleniyoruz. Saat 16.30 da  Cannes şehrine doğru hareket ediyoruz. Cannes şehri de Nice gibi kalabalık, otoparklar dolu, bu nedenle burada da bir tur atıp daha önce gezdiğimiz bu şehirden ayrılıyoruz. Yol denizden uzaklaşıp dağlara doğru çıkmaya başladı, yolumuza çıkan bir kasabada bir boulangeri dükkanı görüp durduk, Dilek iki çeşit pasta aldı, biraz ileride durup kola eşliğinde bu güzel pastaları paylaşarak yedik. Sonra St.Tropez’ ye doğru yolumuza devam ettik. Akşam olmadan St. Tropez’e vardık ve bir tur attık. Çok canlı ve kalabalık.  Canlı konserler, gösteri yapanlar, şık arabalarıyla geçenler, dondurma yalayanlar geceyi süslüyordu. 

St. Tropez oldukça pahalı olduğu her halinden belli biraz züppe bir şehir. Otopark sıkıntısı olduğundan sahilde özel bir işletmeye ait alanda parkettik. Ertesi sabah çıkarken ödediğimiz tutar otel fiyatı gibiydi… Yediğimiz dondurmalar da şu ana kadar yediklerimiz arasında en pahalı olanıydı (8 Euro). Yine de eğlenmekten ve kalabalıktan hoşlanana çok uygun bir yer. Sosyeteye fazla karışmadan geceyi burada geçirdik.

Çarşamba, Haziran 22, 2011

Fransa (8. gün)

Saat 8.43 gibi yola çıktık. Yolda Hyeres Les Palmiers adında bir yerleşime girip kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 11.22 de Toulon’ a geldik. Hava oldukça ısındı. Toulon büyük bir iş şehri, turizm anlamında bir özelliği yok gibi. Bu nedenle durmadan geçiyoruz.  Saat 12.16 da Hapimag Le Madraque tesisine geldik. Tesisin yeri ve bulunduğu koy çok şirin, çıkışındaki koylarda campingler var, köpek de kabul ediyorlar.

Yolumuzdaki Marsilya, Napoli ile arkadaş bir şehir. Hem çok eski ve büyük, hem çok kozmopolit, hem de kalabalık ve yorucu. Bu nedenle içinde bir tur attıktan sonra durmadan geçip 13.40 gibi dışına çıktık.  Avignon‘ a vardıktan sonra ilk yarım saat arabayla turladık. Oldukça büyük ve tarihi bir şehir olduğu anlaşılıyor. Nehrin her iki yakasında da sur içi eski şehir var. Ancak turist çok ve park yeri az, yine aracımızı parkedecek yer bulamadık. Saat 17.15 civarı ve hava çok sıcak. Daha fazla oyalanmamak için, bu güzel şehre tekrar gelip kalmaya ve gezmeye karar verip ayrılıyoruz. Avignon, papalar tarafından 1348 yılında satın alınıp, Fransız ihtilaline kadar da onların yönetiminde kaldığından, bu şehre “Papaların şehri” adı verilmiş. Rhone nehri kıyısındaki şehirde eski yapılar oldukça iyi korunmuş durumda. Avignon üniversitesi 1303 yılında kurulmuş ve Avignon tiyatro festivali her sene yapılıyormuş.

Valence yönünde E15  yolunda kuzeye doğru ilerlerken, saat 18.27’de Chateauneuf-du-Rhone adında çok şirin, tarihi ve iyi korunmuş, sur içi bir köyden geçtik. Tekrar buradan geçilirse gezilmeye değer bir yer.  Montelimar şehrini de geçtikten sonra, hava yavaş yavaş bozarken ve gün batmadan Valence kentine geldik ve burada geceledik. 

Perşembe, Haziran 23, 2011

Fransa (9. gün)

Serin bir Valence sabahına 06.45’te uyandık. Lyon şehrine yakın Vienne kasabası oldukça eski ve çok turist var. Rhone nehri kıyısındaki bu yerleşim de ilginç olabilir. Lyon kentine varmadan önce geçtiğimiz banliyö yerleşimleri çok hoş. Şehirde bir tur atıyoruz, otopark sıkıntısı var. Nehir kenarındaki açık otoparklara da, pek çok fransız yerleşiminde olduğu gibi, karavan parketmesin diye 2.10 m yüksekliğinde bariyer koymuşlar, bu nedenle karavan olmamakla birlikte, combibox’lu yüksekliğimiz 2.45 m olduğu için giremiyoruz.

Fransa’nın ikinci büyük kenti olan Lyon, tarihte ipek üretimiyle ve mutfağıyla ün yapmış. Günümüzde bankacılık, farmakoloji ve bioteknik konularında da oldukça ilerlemiş. Lyon MÖ 43 yılında Sezar’ın teğmenlerinden birisi tarafından bir Roman kolonisi olarak kurulmuş. Lyon, Fransa’nın kontrolüne 14. yy’da girebilmiş. Dünyada ilk füniküler, Lyon ile Croix-Rousse arasında 1862 yılında inşa edilmiş. Şehrin içinden iki nehir geçiyor. Saone ve Rhone. Lumiere biraderler 1895 tarihinde ilk sinemayı Lyon’da açmışlar.DSC02924

Notr Dame kilisesi, şehre hakim Fourviere tepesi üzerinde 1872-1896 tarihleri arasında, Romanesk-Bizans tarzında inşa edilmiş. Kilise, şehri kurtardığına inanılan Virgin Mary’e ithaf edilmiş. Bu nedenle bir de heykeli dikilmiş. Saat 16.45 gibi Baune yerleşimine geldik. Burası çok ama çok şirin bir yer. Burgundy şaraplarının da meşhur olduğu yermiş. Merkezdeki bedava otoparka arabamızı parkedip şehir içinde gezindik. Çok turist var, başka bir zaman kalınabilir. Bir cafede kahve içip pasta yedik. Bir ara sıkı yağmur yağdı, bir saat kadar oyalanıp tekrar Besancon yönünde yola koyulduk.

Besancon’a geldiğimizde bir otel aradık ve Campanile otele uğradık. 75 Euro gecelik fiyatı olan bu otel doluymuş, yakındaki bir kardeş oteli önerdiler, Premier Class adındaki bu “konteyner” otelde fiyat 40 Euro ve tabii bu da doluymuş. Bu durumda, daha önce navigatöre girdiğim camping listesinden bir tane seçip yola çıktık ve 21.00 gibi kırların ortasında, sessiz, sakin ve serin bir campinge gelip 14 Euro’ya kaldık. Akşam yemeğimizi güzel bir banyonun ardından camping alanımızda yedik.

Cuma, Haziran 24, 2011

Fransa (10. gün)

Bugün benim doğum günüm. 53 yaşımı bitirip 54 yaşıma girdim. Besancon yakınındaki Cromar isimli yerleşimdeki camping alanında 06.30 da uyandıktan sonra kahvaltımızı yaptık ve hazırlanıp  saat 10.18’de yola çıktık. Hava bulutlu ve serin.

Besancon şehrinde biraz turladıktan sonra kaleye çıktık, parkettik fakat kale kapısından giremedik, köpek yasakmış ve kişi başı 9 Euro. Yukarıdan şehri seyredip tekrar aşağıya indik ve 12.47 gibi buradan ayrıldık. Bu şehirde de bir sonraki gelişte kalınabilir. Navigatöre Strasbourg’u girip yola koyulduk. Belfort’a 45 dakika mesafede bir kasabada durduk, Dilek bir boulangeri’den kiş aldı, öğle yemeği olarak onu yedik, çok güzeldi. Saat 15.38 civarında da Belfort‘ tan geçtik. Çok güzel bir kalesi var. DSC_0068

16.34’te de Colmar‘dan geçtik. 19.00’da Strasbourg‘a girdik. Bir tur atıp biraz merkezden uzakta park yeri bulduk, yürüyerek şehirde bir tur attık, kilisenin karşısındaki lokantalardan birisinde doğum günü menüsü ve dondurma yiyerek geceyi bu güzel şehirde geçirdik.

Cumartesi, Haziran 25, 2011

Fransa – Almanya – İsviçre (11. gün)

Sabah uykumuzu almış olarak uyandık saat 07.00 gibi ve yakınlardaki bir patisseri’de bagel ve kahve ile sabah kahvaltımızı yaptık. Şehrin yerlileri mahalle arasında sergi açmak için çalışmaya başlamışlardı. Yürüyerek  şehir merkezine gidip turladık. Hava serin olmasına rağmen çok turist var ve nehir turu için kuyruk bekliyorlar…

Strasbourg, Fransa’nın Alsace eyaletinin başkenti ve EU parlementosunun da yönetim merkezi. Çağlar boyu Fransa ile Almanya arasında aynı zamanda bir kültür köprüsü de oluşturan şehirdeki üniversite de Fransa’dakilerin en büyüğü. Rhine nehri üzerindeki şehirde sanayi üretimi ve mühendislik, ekonomide başlıca konular. Şehrin tarihi MÖ 1300 yıllarına kadar iniyor. Şehrin gerçek anlamda kuruluşu, MÖ 12 yılında “Argentoratum” adıyla olmuş. İlk Hristiyanlara MS dördüncü yüzyılda rastlanmış. 5.yy’ da Hunlar ve Franklar tarafından ele geçirilen şehir, 923 yılında Büyük Roma İmparatorluğu himayesine girmiş.

Strasbourg Katedralinin inşasına 12.yy.’da başlanmış ve 1439 da bittiğinde dünyanın en yüksek binası ünvanını almış. 1520 de başlayan Protestan reformundan sonra Strasbourg, insani hareketlerin ve kitap basımının  merkezi konumuna gelmiş. İlk modern gazete Strasbourg’da 1605 yılında basılmış. Dünya savaşları sırasında Fransa ile Almanya arasında gidip gelen Strasbourg, şehirde yaşayan Yahudiler nedeniyle de sıkıntılara maruz kalmış. En son 1940 ta on ay boyunca boşaltılan ve boş kalan şehirden, Yahudiler kovulmuş ve 54 metre yüksekliğindeki kubbesiyle meşhur bir yapı olan sinagog, yerle bir edilmiş. 1943 te bombardımanda ağır hasar alan şehir, 1950-1970 arasında yeniden imar edilmiş. Alman kültürünün ağırlığını, şehrin hemen her yerinde görülen Alman “fachtwerkhause” stilinden anlamak mümkündür. Şehirde “Petite France” adıyla bilinen ve resimlerde de bolca görülen asıl merkez bu stilde yapılmış evlerle ve çiçeklerle süslenmiş bir turizm merkezi. Saat 12.10 gibi, atıştırmaya başlayan yağmurla birlikte yola koyulduk. 

Navigatöre Freiburg‘u girdik ve henüz otuz km bile gitmeden yolumuz Rhein nehri kenarındaki bir feribot iskelesinde sonlandı, ücretsiz feribot ile beş dakikada karşı kıyıdaki Almanya topraklarına ulaştık (saat 13.31). Kara ormanların içinden arabamızı sürerek güneye doğru ilerledik. Freiburg’da arabamızı parkedip yürüyerek merkeze gittik ve önce biraz oturup soluklandıktan sonra şehir tanıma turu yaptık. Bu arada sosisli sandviç bulup karnımızı doyurduk. Tek kelimeyle enfesti. Cumartesi günü olduğu için şehirliler çoluk çocuk sokaktaydı ve çok turist vardı. Hava da güzel olunca epey renkli bir Freiburg gününe denk geldiğimiz söylenebilir. Freiburg, Almanyanın alt batı ucunda Baden-Württemberg eyaletinde tarihi üniversitesi ile meşhur bir şehir. 1120 yılında kurulan şehir, Akdeniz ile Kuzey denizinin, aynı zamanda Tuna ile Rhein nehirlerinin arasında bir köprü kurmakta.

Şehirdeki cadde ve sokaklarda açık olarak temiz su taşıyan ve “Bachle” adı verilen minik su kanalları var. Eskiden yangınla mücadele ve tarlalara su iletmek maksadıyla yapılan kanallar, şimdilerde çocukların kağıttan kayık yüzdürdüğü bir eğlence unsuru. Kazara içine basan olursa bir Freiburg’luyla evleneceğine olan inanışsa hala sürmekte… Saat 16.21 de Freiburg’dan ayrılıp, Hapimag otelinin de bulunduğu Unterkirnach‘ a doğru yola çıktık. Saat 17.30 gibi şehre ulaştık, oldukça güzel ve hareketli bir şehir. Hapimag otelde ise restorasyon çalışması varmış, Luzern’i hedef olarak girip yola devam ediyoruz.

Hava kararmadan az önce Luzern‘e geliyoruz, fakat o da ne? Ortalıkta müthiş bir kalabalık, yolların kimi kesilmiş, kimi başka yöne verilmiş, epeyce uğraştıktan ve birkaç tur attıktan sonra, göl kenarında istasyona yakın bir otoparktan çıkan bir aracın yerine girip parkediyoruz. İnip sahildeki kalabalığa karışıyoruz. Bu kalabalığın çoğu gençlik ve bir şey kutladıkları belli. Sonradan öğrendiğimize göre, yılda bir yapılan bir yaza merhaba festivaliymiş. Ancak İsviçre’ye pek de yakışmayan bir gençlik kutlaması. Alkol duvarını aşmış (belki de ot çekmiş!) gençler bir hayli taşkın. Sandviçlerimizi orada hızla yedikten onra kalabalıktan sıkılıp arabamızı alarak karşı kıyıya geçmeye çalışıyoruz. Yollar değiştirildiği için navigatör de yardım edemiyor. Derken bir gümbürtü kopuyor. Havai fişek gösterisi başlıyor ve neredeyse yarım saat sürüyor. Bitimine yakın biz de karşı kıyıya ulaşıyoruz ve geceyi bu güzel göl kentinde geçiriyoruz. DSC03429

Luzern, İsviçre’nin Almanca konuşulan bölgesinde önemli bir turizm merkezi. Ahşap Kapellbrücke ve kulesi, tarihi kalesi, ölen aslan figürü görülmesi gereken yerlerden bazıları. Şehrin tarihi MS 6.yy’a kadar gidiyor. Yıl boyunca devam eden pek çok festivale evsahipliği yapan şehirde yaşayan yaklaşık 100,000 kişinin %97’si Katolik. 

Pazar, Haziran 26, 2011

İsviçre – İtalya (12. gün)

Sabah 08.00’e doğru uyandık ve hazırlıklarımızı tamamlayıp kahvaltı ettikten sonra kaleye çıktık. Fotoğraflarımızı çekip açık ve güneşli havada   kahve içmek istedik, Euro kabul etmediler, kredi kartı da 20 Euro altında çektirmeyince “Ölen Aslan” figürünü ziyaret edip İnterlaken‘e doğru yola koyuluyoruz, saat 10.43. Yolda Hergiswil adlı kasabada bir cafede durup, bankadan 100 sfr çektik ve kahve-pasta yedik. Yanımızdaki masada oturan ve bu kasabada cam fabrikasında çalışan bir Türkle sohbet ettik. İnterlaken’e giden yol göl kenarını takip ediyor ve muhteşem. 8 numaralı yoldan güneye doğru inerken göl kenarında Brienz isimli köyde durduk. Yol üzerinde kalınabilecek güzel yerler ve “caravan parking”ler var. Çok motorlu turist var. Durmuşken somonlu-peynirli sandviçlerimizi hazırlayıp göl manzarasına karşı karnımızı doyurduk. Hava oldukça sıcak. 13.45 gibi Hapimag Interlaken’e doğru yola devam ediyoruz. Interlaken de hareketli ve şirin bir yer. 

Interlaken’den ayrıldıktan sonra 8 numaralı yolda batıya doğru giderken Spiez kasabasından geçip güneye doğru dönüyoruz ve yolun sonunda bir gişeye gelip 27 sfr ödedikten sonra arabayla trene biniyoruz. Üzeri sacla kaplı vagonlar hareket ediyor ve Löschenberg tüneline giriyoruz. Bu tünel İsviçre Alplerinin altından geçip Simplon Tüneli ile birlikte İtalya’ya geçişte önemli bir kolaylık sağlıyor. Yapımına 1906 yılında başlanan ve hizmete 1913 yılında giren, içinde iki ray olan tünel 36 km uzunluğunda. Kandersteg ile Koppenstein arasında hizmet veriyor. Yaklaşık 15 dakika süren yolculuk sonrası trenden inip yola devam ediyoruz. DSC03846

Navigatörümüze İtalya’daki Maggiaro gölü kıyısındaki Hapimag Cannero‘yu girmiştik ama, trenden inince alet bizi tuhaf yollara soktu, dağlara dar yoldan tırmandık ve otoyola birleşince geri dönüp virajlı yollardan aşağı indik, ve tekrar trene bindik. Bu ikinci trene 22 sfr ödedik ve yolculuk 18 dakika sürdü. Bu da, meşhur Simplon tüneliymiş ve bizi İsviçre’nin Brig kasabasından alıp İtalya’nın İselle kasabasına getirdi. Bu çift tüplü tünelin ilk tübünün inşası 1898 de başlayıp 10 Mayıs 1906 tarihinde açılmış ve uzunluğu 19,700 metre. İkinci tüp ise, 1912 de başlamış ve 1921 de hizmete girmiş.İselle’de bir gümrük kapısı vardı, önünde de bir memur dikiliyordu, bizi durdurmadı, geçtik ve az sonra Montecrestese kasabasına ulaştık. Saat 20.30 gibi de Hapimag Cannero tesisine geldik. Tesis çok güzel. Biraz dolaştıktan sonra kıyıda Maggiaro gölüne karşı bir güzel karnımızı doyurduk. Tesis dolu, canlı, restoranlarda canlı müzik var, bu geceyi de burada geçirdik.

Pazartesi, Haziran 27, 2011

İtalya (13. gün)

Sabah resepsiyon ve gezi rehberinden bilgi aldık ve saat 11.04 de Como yönüne doğru yola çıkıyoruz. Biraz sonra Cannobio adlı kasabadan geçtik, çok canlı ve göl kenarında campingler var. Hava çok sıcak oldu. SS34 yolunda kuzeye doğru ilerlerken San Bartelomeo adındaki kasabadan tekrar İsviçre’ye girdik, girerken polis pasaportlara baktı, milliyetimizi sordu ve geçtik.

Biraz sonra Locarno kasabasına geldik. Bir patisseriden aldığımız pastaları, oturduğumuz bir cafede kahvemizle bir güzel yedik. Bu kasaba da şirin, bol turist var. Buradaki Hapimag Ascona oteline de uğradık, göle biraz uzak ve sakin bir yerde. Lugano‘ya doğru yola devam ediyoruz.  Lugano’da  yol kenarında T5’i parkedip merkeze yürüdük. Bu arada, Lugano’da park sisteminde farklılık varmış. Parkometrede 1-6 arası park yeri numarası var. Hangi yere arabanızı parkettiyseniz, o numaraya para koyup kredi alıyorsunuz, süreniz ekranda görünüyor. Herhangibir park yerinin süresi dolmuş ve araba hala oradaysa, görevli cezayı yazıyor.

Merkezde bir İtalyan restoranda prochuttolu pizza yedik, gerçekten farklıydı lezzeti. Üzerine de dondurma tattıktan sonra saat 16.00 da hareket ettik, Como‘ya doğru. Lugano kesinlikle tekrar gelinip kalınabilecek bir şehir. Yolda tekrar Como’dan İtalya’ya giriyoruz. Saat 18.00 de Bellagio‘ya geldik ve Feribotla ama yayan olarak yakındaki Varenna‘ya gidiyoruz. Çok şirin bir yerleşim. Oteller oldukça pahalı, cafeler de öyle. Bir saat kadar dolaşıp tekrar feribotla Bellagio’ya dönüyoruz 19.30 da. Öğlen yemeğimizi hala sindiremediğimiz için bol su ve bira içerek sahilde oturup piyanist şantörün müziğini dinliyor ve sonrasında bu şirin göl kasabasında geceliyoruz. DSC_0467

Salı, Haziran 28, 2011

İtalya (14. gün)

Sabah navigatöre Bergamo‘yu girdik. Yol üzerinde Lecco‘ya uğradık, çok büyük ve güzel bir şehir. Bir pastanede durduk, Dilek çok güzel zeytinli ekmekçikler aldı. Bir yandan yola devam ettik, bir yandan onları yedik, çok lezzetliydiler. Bergamo’ya giden yol endüstriyel bölgelerin içinden geçiyor, dolayısıyla TIR trafiği çok ve trafik ağır ilerliyor. Bergamo’ya girer girmez bir cafenin önünde parkedip latte machiato eşliğinde ay çöreklerimizi yiyoruz. Sonra Bergamo içlerine girip kaleye doğru tırmanıyor ve kale içinde parkediyoruz. Yaya olarak eski şehri dolaşıyoruz. Tarih kokan bir yer.

Bergamo, İtalya’nın Lombardia bölgesinde Alplerin güney ucunun eteklerinde kurulmuş bir şehir. Celtler tarafından kurulan şehir, MÖ 49 yılında Roma şehri haline gelmiş ve 5.yy’da Attila tarafından yerlebir edilmiş. 11.yy’dan başlayarak bağımsız bir kent olan Bergamo, 1264 te Milano‘nun yönetimine girmiş. 1428 de ise Venedik‘in himayesine giren şehir, 1797 tarihine kadar böyle kalmış, 1815 te Avusturya’ya verilmiş ve Garibaldi tarafından 1859 da hürriyetine kavuşturulmuş. 2. Dünya savaşından yara almadan kurtulan nadir İtalyan şehirlerinden olan Bergamo, müzik tarihinde de özel bir yere sahipmiş. Pek çok müzik sanatçısı ve ressam yetişmiş şehirde. Yüksek bir tepede kurulmuş olan eski şehiri çevreleyen surlar 17. yy da inşa edilmiş. Yeni şehir ile füniküler bağlantısı da mevcutmuş.

Bergamo’dan saat 12.30 gibi ayrıldık ve Brescia yönünde ilerlemeye başladık. Yolda biraz durup alışveriş yaptık,  hava çok çok sıcak, trafik ağır ilerliyor. Saat 15.50 gibi Brescia’ya geldik, ortasında eski şehir var, güzele benziyordu ama araç girişi yasak olduğundan, sıcak havada durmadan devam ediyoruz. SS45bis yolunda kuzeye doğru Garda kenarında ilerlerken Garda’nın riviera kasabası Gardone‘ye girip biraz dinleniyoruz. Maderno ve Lugana kasabalarından geçiyoruz. Lugana da güzel bir yer, yazlık villalar, oteller, campingler bol.DSC_0160

Akşam olmadan saat 19.00 da Verona‘ya ulaşıyoruz. Çok güzel bir şehir olduğu girer girmez belli. Eski şehir merkezine açılan büyük bulvarın kenarında parkedip yayan olarak merkeze gidiyor ve biraz turladıktan sonra kolezyumun karşısındaki bir restoranda akşam yemeği üzerine  dondurmamızı yiyip gece turu attıktan sonra bu tarih kokan şehirde kaldık.

Çarşamba, Haziran 29, 2011

İtalya – Slovenya – Hırvatistan (15. gün)

Sabah Adige nehri kenarında  bir cafede  kahvaltı yaptık ve tekrar yola koyulduk, Vicenza‘ya doğru, saat 08.20.

Verona, tarihi çok net olmayan bir şehir ama, MÖ 550 yılında varlığından söz ediliyor. MÖ 89 yılında Roma kolonisi olan şehir, pek çok tarihi esere evsahipliği yapıyor. Bunların başında, MS 30 yılında tamamlanan ve İtalya’nın üçüncü büyük Roma anfitiyatrosu olan Arena gelmekte. Tarihte 48 kulesiyle meşhur olan şehir, aynı zamanda William Schakespeare’in Romeo ve Juliet adlı eserine de evsahipliği yapmakta.

Saat 09.31 de Vicenza’dan geçiyoruz, burası da büyük ve canlı bir şehir, bol AVM ve outlet var ama hava yine çok sıcak oldu, durmadan yola devam ediyoruz, yönümüz Treviso. Saat 12.07 de SS14 üzerindeyiz ve Trieste yönünde ilerliyoruz. Trieste’ye 30 km kala sola Gorizia yönüne dönüyoruz. Bir süre sonra da tekrar sağa SR117 yoluna çıkıp Trieste istikametinde ilerliyoruz. Saat tam 15.00 te Slovenya’ya giriyoruz. Ljubliyana yolunda bir marketin yanındaki cafede dinlendik ve 16.47 de yola koyulduk. Ljubliyana’da hiç durmadık, daha önce gördüğümüz bir şehir olduğu için devam ettik ve Hırvatistan’a girmeden önce bir OMV’de depomuzu doldurduk, bir de yeni EU karayolu haritası aldık. DSC04563

Hırvatistan’a giden yol çok güzel ve trafik az, yeşilliklerin arasından ve Krka nehrinin yanından keyifle süzülüyoruz. Saat 19.46 da Hırvatistan sınır kapısı Brezice‘ye geliyoruz. Kapıdaki polis, bu kapıdan sadece Hırvatistan vatandaşlarının ve EU pasaportluların geçebildiğini söyleyerek bizi yakında (16 km) ve otoyol üzerinde bulunan başka bir kapıya yönlendirdi. Saat 20.22 itibariyle bu kapıdan 10 dakikada geçerek Hırvatistan’a girdik. 

Sınırdan girdikten kısa bir süre sonra da Saat 21.00 civarında hava kararmaya başlarken Zagrep‘e geldik. Şehirde bir akşam turu attıktan sonra burada gecelemeye karar verdik.

Perşembe, Haziran 30, 2011

Hırvatistan – Sırbistan – Bulgaristan (16. gün)

Sabah 06.30 da hareket ediyoruz. Şehirde gündüz gözüyle birkaç tur atıp fotoğraf çekiyor ve otoyola çıkıyoruz. Yol güzel ve sakin, yirmi km.de bir istasyon ve dinlenme yeri var. Hız limiti 130 km/h, ben genellikle 120 değerini aşmıyorum.  Belgrad‘a 170 km kala sağa doğru Sarajevo’ya bir çıkış var.

E70 üzerinde ilerlerken, kısa bir süre sonra Sırbistan sınırına geliyoruz ve sadece beyan edeceğimiz bir şey olup olmadığını sordular, kısa sürede Sırbistan’a giriyoruz. Bu arada girerken bize bir yol tarifi verdiler, Belgrad’daki yol inşaatları nedeniyle kestirme bir yol yapmışlar transit yolcular için. Bu çok hoşumuza gitti ve Sırp yetkilileri gıyablarında kutladık. Ancak, yolda tarif edilene uygun bir yön levhası bulamayıp kendimizi Belgrad’ın tıkalı trafiği içinde görünce tüm iyi söylemlerimizi geri almak zorunda kaldık. Üstelik navigatör de Sırbistan’a girdiğimizden bu yana çalışmayınca Belgrad işkencesi başladı.

Hiç hesapta olmayan yollara girdik ve yaklaşık iki saat oyalandık. Bir benzinlikte durup gençlere yolu sormasaydık, şehirden çıkamayacaktık. Otoyol işaretini görüp o yöne tam girmiştik ki bir trafik ekibi durdurdu. Genç ve yakışıklı polis gelip pasaportları (!) istedi. Farlarımızın yanmadığını ikaz ederek işlem yapmak zorunda olduğunu belirtti. Ekip arabasına davet etti, Arabadaki amiri 3000 Dinar (30 Euro) ceza yazacağını, bunu Belgrad’daki bankaya yatırıp geldikten sonra pasaportları vereceğini söyledi. Bu hikayeye inanmayıp rol yapmaya başladım ve sonunda 20 Euro nakit ödeme yapmama razı oldular, herhangi bir belge de tanzim etmediler… 

Otoyola girip Niş yönünde seyahate devam ettik, saat 12.49 oldu. Hava bulutlandı ve arasıra yağmur atıştırıyor.  Niş’e doğru giderken polis yönümüzü değiştirdi. Ara yollara girdik, hiçbir levha yok, bir konvoy oluştu. Önümüzde ve arkamızda Almanya’dan  tatile gelen işçilerin arabaları vardı, biz de onlara katıldık ve göz kararı yola devam ettik. Girdiğimiz yol dar, kötü, çift şeritli ve dolu çizgiyle bölünmüş bir yoldu. Yolun bir yerinde ucu kıvrılmış ve paslanmış bir Sofia levhası gördük, başkaca da yönlendirme yoktu. Bu şekilde bir süre gidip, asıl yola kavuştuk. Asıl yol biraz daha düzgün, yine çift şeritli eski bir yol.

Saat 17.24 te sınırdan kolayca geçtik, sadece ruhsata baktılar, 10 Lev ödeyerek vignette aldık, hava bulutlandı, yakıt aldık, burada yakıt daha uygun fiyatlı. Sofia‘ya giden yol çift gidiş gelişli bölünmüş bir yol ve kaplama kalitesi güzel.

Saat 18.50 itibariyle Plovdiv yoluna çıkıyoruz. Bu yol üç gidiş üç gelişli, hız limiti 130 km/h olan güzel bir yol. Saat 21.27 de Svelingrad’a doğru gidiyoruz. Hava güzel, yol çift şeritli ve geniş fakat bol kamyon var, hava da karardığı için dikkatli gidiyoruz.                                                                     

Bulgaristan’da dikkatimizi iki şey çekiyor yolculuk sırasında. Birincisi, gece geç vakte kadar yol kenarındaki evlerin hemen önlerinde ışık yanıyor ve kaşkaval peyniri satıyorlar. İkincisi de, hemen her köyde trafik polisi ekibi görev başında ve hız kontrolü yapıyorlar. Süratinizi iyi ayarlıyorsanız hiç durdurmuyorlar. Nihayet saat 23.58 de Kapıkule sınır kapısına ulaşıyoruz ve burada geceliyoruz.

Cuma, Temmuz 01, 2011

Türkiye (17. gün)

Güzel bir uykudan sonra sabah 05.45 te uyandık, yeni yapılan gümrük tesislerinde alışverişimizi de yapıp gümrük giriş kapısına doğru hareket ediyoruz, saat 06.52 de.  Sakin bir yolculuktan sonra Saat 12.05 te ve 71,307 km’de evimize ulaşıyoruz.

GENEL NOTLAR:

1-   Toplam katedilen yol  6,865 km

2-   Toplam yakıt   575 lt

3-   Yakıt sarfiyatı  12,69 km/lt

4-   Yakıt maliyeti : 811 Euro

5-   Diğer yol masrafları: 327,5 Euro (93 otoyol; 86,5 otopark;143 feribot;5 vignette)

6-   Vize, sigorta, triptik vs masrafları: 1,773 TL

Related articles

  • Motoring by the Coast of Amalfi – Positano, Italy (travelpod.com)

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

Adriyatik turu yapıyoruz

15 Cumartesi Ara 2012

Posted by Erhan Ergün in Avrupa

≈ 1 Yorum

Etiketler

Albania, Alexandropolis, Ancona, Arnavutluk, Asprovalta, Ayvalık, Üsküp, Bar, Bari, Bellagio, Bitola, Bologna, Brescia, Brindisi, Budva, Como, Croatia, Dedeağaç, Dubrovnik, Elbasan, Garda, Hvar, Hırvatistan, Igoumenitsa, Karadağ, Kavala, Konitsa, Kotor, Kozani, Lecco, Ljubliyana, Lugano, Macedonia, Makarska, Makedonya, Milano, Montenegro, Mostar, Ohrid, Padova, Pesaro, Pescara, Podgorica, Rijeka, Rimini, Sarajevo, Saraybosna, Skopje, Slovenia, Split, Thessaloniki, Tiran, Tirane, Trieste, Venedik, Venezia, Verona, Zadar, İoannina, İpsala

Ohrid
Zadar limanı
Split, Diocletian Sarayı
Mostar
268-Sarajevo-bascarsive tarihi sebil
Rijeka
Bellagio
Sarajevo çarşı içi
Yanya kalesi
Sarajevo at arabaları
Selanik caddeleri
Selanik'te börek keyfi
Garda gölü
Selanik'te Ataevi
Kavala Agios Nikolaos kilisesi
Mostar
Dubrovnik-Mostar yolunda restoran
Yol haritası
Como-Duomo
Yanya Pamvotida gölü
Kotor Körfezi
Igoumenitsa sahili
Sarajevo Üniversitesi
Podgorica-Millenium köprüsü

 

Cumartesi, Eylül 06, 2008

Yunanistan (1. gün)

      Saat 09.10 da Suadiye’ den karavanımız ile hareket ediyoruz (km 37,640).  12.30 da İpsala‘ ya, az sonra da hududa giriyoruz (km 37,950).  Türkiye gümrüğünden beş dakikada, Yunanistan gümrüğünden onbeş dakikada geçiyoruz.  Köpeğimiz  Gümüş ile ilgili evrak sormadılar.  Yunan polisi alkol ve sigara sorguladı sadece.  Yunanistan’ a girdikten sonra otoyoldan değil E90 yolundan ilerleyip  Alexandropolis (Dedeağaç)’ e girdik (saat 15.00).   Hava güneşli ve 30 derece.  Şehirde bir tur attık, yerel halk deniz kenarında rakı-uzo keyfi yapıyordu.

019-Kavalalimani

      Saat 17.00 de Kavala’ ya ulaşıyoruz.   Kavala genel olarak Ayvalık’ a benziyor.  Girişteki su bendi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış.  Şehir merkezinden yukarıdaki kaleye daracık yollardan gitmek istiyoruz.  Kavala küçük bir şehir olmasına karşın, park problemi var.  M.Ali paşa’ nın evinin önündeki küçük otoparka parkedip dolaşıyoruz.  Paşanın evi ne yazık ki ziyarete kapalı.  Hemen yanında camiden bozma (İbrahim Paşa camii) Agios Nikolaus kilisesi var.

      Yukarıdan şehrin görüntüsü çok güzel.  Kaleden sahile inerken geçtiğimiz daracık yollarda parketmiş araçlara ve evlere adeta teğet geçerek aşağıya iniyoruz.  Saat 18.40 ta Kavala’ dan ayrılıyor ve tekrar otoyola çıkıp Selanik yönüne doğru devam ediyoruz.  Daha önce internetteki bazı seyahat sitelerinden birinde okuduğum Asprovalta kasabasının levhasını görünce otoyoldan ayrılıp bu kasabaya saat 20.00 de giriyoruz.  Selanik’ e 80 km mesafedeki bu yerleşim, canlı bir sahil ve plaj kasabası. Yine netteki bilgiye dayanarak, bir ucuzluk marketten gerçekten çok ucuza alışveriş yapıp sahilde karnımızı doyuruyor ve günü bitiriyoruz.

Pazar, Eylül 07, 2008

Yunanistan (2. gün)

      Saat 07.00 de Asprovalta sahilinde güneşin doğuşu ile uyanıyor ve Gümüş ile denize giriyorum.  Deniz temiz ve ılık, etrafta kimsecikler yok. Kahvaltı edip 09.16 da bu güzel kasabadan ayrılıyoruz.  Tekrar Yunanistan’ı baştan başa geçen ve AB fonlarıyla inşa edilmiş muhteşem otoyola giriyor ve Selanik’ e doğru yola koyuluyoruz.   Saat 10.30 da Selanik’ teyiz.  Selanik Görüntü olarak İzmir’ e çok benziyor. Oldukça kalabalık bir şehir ve otopark sorunu var.  Sahildeki otoparka arabamızı parkedip yayan olarak dolaşmaya başlıyoruz.  Atatürk’ ün evini sorup o yöne doğru yokuş yukarı çıkmaya başlıyoruz ama hava çok sıcak. Yolda bir kafede soluk alıp nefis selanik böreki yiyoruz.  Ispanaktan aldığımız güçle yola devam edip TC konsolosluğu’ nu buluyoruz,  Atatürk’ ün evi de bahçesinde.  Pazar olmasına rağmen ricamızı kırmayıp bizi içeri alıyor ve  evi gösteriyorlar.

071-SelanikAtaevi

      Saat 15.00 gibi Selanik’ ten ayrılıp Kozan‘ a geldik ama şehre girmiyoruz. Mazot alıp yola devam ediyor ve İtalya dahil pek çok yere feribot seferlerinin yapıldığı br liman şehri olan Igoumenitsa’ ya 80 km kala otoyoldan ayrılma levhasını takip ediyoruz. Otoyolun bu kısmı henüz bitmemiş, dağ yoluna sarıyoruz.  18.15 te mola verip birşeyler yedikten sonra döne döne aşağı inip tekrar otoyola bağlanıyor ve 19.30 da Yanya‘ya giriyoruz . Burası şirin bir kent ve çok öğrenci var.  Hafta sonu olduğu için de hemen herkes sokakta eğleniyor.

Pazartesi, Eylül 08, 2008

Yunanistan-Makedonya (3. gün)

      Sabah Yanya’ da arabayla tur atıp tanımaya çalışıyor ve bir kafede  kahvaltımızı yapıyoruz. Tekrar şehir merkezine dönüp kaleye yakın park ettikten sonra yayan olarak merkezde dolaşıyoruz. Kale içini, Aslan Paşa camiini ve müzeyi geziyoruz. Rahmetli babamın da doğduğu yer olan Yanya (İoannina), eskiden Arnavutluk’ un başkenti imiş. Yüz bin nüfuslu şehirde yirmibin öğrencisi olan bir üniversite var.  Şehir 475 mt rakımda ve tarihi 1020 yılına uzanıyor.  1205′ te İstanbul’ dan göç almış.  1345′ te sırpların eline geçmiş, 1618′ de 2.Murat zaptetmiş. Arnavutluk doğumlu Ali Paşa devrinden sonra 1817′ de ingilizler devreye girse de İsmail Paşa gelip şehri ateşe vermiş. 1878 Berlin anlaşmasıyla şehir Yunanistan’ a devredildiyse de 1913′ e kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış.

083-Yanya

      Saat 15.00 te şehirden ayrılıyoruz.  Çok güzel ve dağlık bir yoldan ilerleyip Konitsa‘ da şelale ve köprü manzarasında mola veriyoruz.  Sonra asıl yolumuzu (M5-E65) buluyor ve Kozan üzerinden Niki sınır kapısına ulaşıp Yunan gümrüğünü 10 dakikada, Makedon gümrüğünü yarım saatte geçerek saat 20.30 da (bu arada EU saat dilimine geçtik !) Makedonya’ ya giriyoruz. Girer girmez de görüntü farkı hemen dikkatimizi çekiyor. Bitola kentine ulaşıp burada geceliyoruz.   Gece birhayli sıcak (35 derece) olmasına karşın sabaha karşı üzerimize pike çekmişiz…

      Asıl adı Manastır olan bu şehir, 530 yıl Osmanlılarda kalmış.  615 m rakımda Babadağ eteklerinde kurulu kentte 20 ülkenin konsolosluğu varmış. Atatürk de, askeri idadiyi burada okumuş.  Halkın orijini Kırgız. Para birimi Dinar  (1Euro=60 Dinar).

Salı, Eylül 09, 2008

Makedonya (4. gün)

      Sabah çıktığımız yol yer yer çok bozuk, hatta otoyol dedikleri yol da bozuk ama girişte para aldılar, fiş vermediler, kur farkını memur cebe attı.  Hız sınırı saatte 130 km ama 110 km yi geçmiyoruz.  Dağ yolunda bir lokantada durup hem dinleniyor, hem de  karnımızı doyuruyoruz.  Saat 12.00 de Üsküp‘ e giriyoruz.  Önce bir tur atıp şehrin havasını almaya çalışıyoruz.  Kaotik bir şehir.  Kalabalık ve düzensiz.  Yaşam kalitesindeki  düşüklük her görüntüye yansıyor.  Kenar semtlerde biraz daha seviye farkı var. Tepeye tırmanıp panoramik görüntüye baktık.

      Şehir önce 518 yılında, son olarak da 1963 yılında depremlerle yerle bir olmuş.  Arada bir de Avusturyalı bir general şehri yakmış. Vardar ovasında yer alan şehrin ortasından Vardar nehri geçiyor.  Y.Kemal Bayatlı burada doğmuş, halk Makedon ve Arnavutlardan oluşuyor.  Saat 13.00 civarı Üsküp’ ten ayrıldık.  Dönüş yolumuz Prileb-Bitola üzerinden.  166 km’ lik yolun (E65+M5) Bitola’ dan sonraki 40 km’ lik kısmı ormanlık, dağlık ve seyirlik. Saat 17.00 gibi Ohrid‘ e geldik.  Güzel bir sayfiye kasabası.  Aynı zamanda tarihi.

161-Ohrid-Sy Pantelejmon kilisesi

      Geçmişi M.Ö. 3. yy’ a uzanan Ohrid, hristiyanlığın merkezlerinden biri sayılıyormuş.  Evliya Çelebi‘ nin seyahatnamesinde sözünü ettiği Ohrid, 365 kilise şehri olarak biliniyor ve bir başka adı “Slavic Jerusalem”.  Göl, Afrika’ daki Tanganika ve Güney Amerika’ daki Titicaca gölü kadar eski.  62,000 nüfuslu şehirde 2,000 türk ve 13 aktif cami var.  St. Pantelejmon-Plaoshnik katedrali 5. yy’ dan kalma ve geniş bir arkeolojik kazı alanına sahip.  St. Clement 10.yy’ da restore ettirmiş.  Ohrid, Avrupa’ nın ilk üniversitesine sahip ve Crylic alfabesi burada yazılmış.  Katedral Türkler tarafından yıkılıp (!) yerine cami (!) yapıldıysa da bugün orijinaline uygun olarak yerinde duruyor…

      Şehre girince önce arabayla tur atıp kalacak otel aradık ama köpek kabul eden otel bulamadık.  Son gittiğimiz otelde de reddedilince yan tarafta taburelere oturmuş sohbet eden Türklerden yardım istedik.  Birisi çok ilgilendi ve bizi göl kenarında çok güzel bir otele götürdü.  Sahibi de Türk olan bu otelde 40 Euro’ ya bir gece kaldık.  Akşam  gölde yakamozlar ay ışığı altında muhteşemdi.

Çarşamba, Eylül 10, 2008

Makedonya-Arnavutluk (5. gün)

      Güzel ve derin bir uykudan sonra 07.00 de uyandık.  Sabah banyomu gölde aldım.  Oldukça ılık ve zemini kaygan bir göl.  Kahvaltı edip 10.12 de otelden ayrıldık.  Önce kaleye çıktık.  Kazı yapılan geniş alanda dolaştık.  Sur içindeki evler çok güzel, İstanbul Büyükada’ yı andırıyor. Merkeze inip çarşıyı gezdik.  Bizim çarşılarımıza benziyor ve Türkiye merkezli dükkanlar var. 12.30 da tekrar yola koyulduk ve Ohrid gölü kıyısını takiben Arnavutluk sınırına geldik.  Çıkışta Gümüş’ ün evrakını kontrol ettiler, 15 dk. Sonra 14.10 da Arnavutluk’ a girdik.  Girerken 1’er Euro ayakbastı parası aldılar.  Para birimi Lek, 1Euro=120Lek.  Göl kıyısını izleyerek (E852 yolu) bir lokantaya geldik.  Aynı zamanda bir otel olan bu işletme köpek kabul ediyor ve oda kahvaltı 20 Euro.  Çok ucuza göl kenarında muhteşem bir yemek yedik ve karnımız tok yola koyulduk.

      Önce bir dağı aşıp Elbasan‘ a vardık.  Ohrid-Tiran arası 120 km.  Elbasan bir ovada kurulmuş yayvan bir şehir, ağır metalurji fabrikaları var. Bu şehre Elbasan ismi, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1467 de “ılıbasan” (kuvvetli yer) anlamında verilmiş.  Burayı geçer geçmez bir dağ tırmanışı başlıyor.  Yol (E852) dar, virajlı ve tehlikeli (gece geçmemek gerek).  Tiran’a varışımız tam iki saat sürüyor.  Tiran’ da iki nehir var.  Tiran ve Lana. Bu şehir Süleyman Paşa tarafından 1614′ te kurulmuş.  1920’de Arnavutluk’ un başkenti olmuş.  Şimdilerde nüfusu 600,000 civarında.  1925 yılından sonra Türkiye’ den kovulan bektaşiler ve dervişler buraya yerleşmişler.  Hala orada oldukları görüntüden anlaşılıyor.  1941 yılında Enver Hoca komunist partiyi kurarak başa geçmiş.

188-Budvakenti

      Tiran’ da trafik kargaşası var.  Bizde olduğu gibi maganda sürücüler bol.  Şehir tarihte geçirdiği yangın ve yıkımlar sonrasında düzensiz kurulduğu için kişiliksiz.  Sorarak yolumuzu bulup İşkodra‘ ya doğru devam ettik.  Yol boyu Alpet petrol istasyonları var.  Yol çok güzel,  polis kontrolü sık. Gündüz farlar açık seyretmek mecburi. E762 üzerinde ilerledik ve gün batarken İşkodra’ ya geldik.  Alpet istasyonunda yol sorduk, 500 mt sonra Drin nehri üzerindeki köprüden karşıya geçince Montenegro sınır kapısı yakınmış,  öyle yaptık ama nehrin karşı yakasında çingene mahallesi varmış. Karanlık ve çingenelerle dolu çamurlu ve bozuk bir yoldan geçerek sınır kapısına geldik.  2 Euro ayakçekti parasını ödeyip kolayca çıktık.  Biraz sonra Montenegro gümrüğüne geldik ve 8 Euro ekoloji vergisi ödeyip arabanın camına yapıştırmak üzere bir yıl geçerli pul aldık.  Karanlık ama kaymak gibi asfalt yolda 40-50 km ilerleyip bir yerde yol karışınca yol sorduk.  Market sahibi genç adam yemekten kalkıp aşağı indi ve dil bilmemesine rağmen yolu tarif etti.  21.30 gibi kıyıdaki Bar kentine ulaştık ve geceyi burada geçirdik.

Perşembe, Eylül 11, 2008

Montenegro (6. gün)

      2006 Temmuz’ unda bağımsızlığına kavuşan Montenegro’ nun nüfusu yaklaşık 600,000. Bar önemli bir merkez ve adını karşı yakadaki (İtalya) Bari şehrinden almış.  1571-1878 yılları arasında Osmanlı yönetiminde kalan Bar şehri oldukça canlı.  Sabah yola koyulduk  ve ana fikrimiz sahil yolunu takiben Dubrovnik’ e gitmek iken,  yolda gördüğümüz Podgorica levhasına uyup otoyola girdik.  2006 yılında tamamlanan “Sozina Tunnel” dan 5 Euro ödeyerek geçtik ve başkente gelmeden bir kasabada çok güzel kahvaltı yaptık. Otoyollar için AB’ den destek almışlar ve yolları güzel yapmışlar.  Tünel kusursuz ve 4,198 mt uzunluğunda.

      Bu arada Montenegro (Crna Gora) kelime anlamı olarak Kara dağ demekmiş.  Başkent Podgorica ise adını, şehre yukarıdan bakan küçük tepe (gorica) den almış.  1946-1992 yılları arası ismi Titograd imiş. Şehirde çok yeni yapılaşma var. 1474′ te Osmanlılara geçen şehirde gelişme durmuş. Türkler savaşlara karşı koymak için kale ve surlar yapmışlar ve İşkodra iline bağlı “böğürtlen” kazası haline getirmişler.  2. dünya savaşında 70 kez bombalanan şehir yerle bir olmuş.  Alüminyum, tütün, şarap ve tekstil ürünleri var.  Sahil yoluna geri dönmek için önce bir dağa tırmandık, eski kraliyet merkezi olan “Çetinje” den geçip döne döne aşağı inerken Budva kenti Göründü.

Kotor Körfezi
Tam bir riviera şehri olan Budva, tarihte 1420-1797 yılları arası Venediklilerin, 1814-1918 arası ise Avusturyalıların yönetiminde kalmış.  1979 yılında depremle yok olan şehir, milyonerler şehri olarak biliniyor.  20 km mesafede Tivat havaalanı var.  Sahil yolunu takiben Tivat’ a gelip geçtik, Kotor körfezi sahilinde dar yollarda ilerledik.  Yerel halk yol kenarındaki evlerinin önünden denize giriyorlar.  Aslında koyu kestirmeden geçen feribot varmış ama biz dolaşmayı tercih ettik.  Koyun karşı yakasında yol daha geniş ama bu taraf gibi hoş değil.   Hersek Novi’ ye geldik.  Basit bir kent, durmadan geçip 13.59 da sınıra geldik.  Sınırı geçip Hırvatistan’ a kolayca girdik ve güzel bir yoldan inerek Dubrovnik’ e ulaştık.  Para birimi Krona, 1Euro=65 Krona.

       Eski adı Ragusa olan şehir, tarihte Venedikliler ile Osmanlılar arasında iyi bir denge kurulmasını sağlamış.  Dubrovnik ismi, çam ormanlarından geliyormuş.  Ragusa 7. yy’ da kurulmuş, Ragusa Cumhuriyeti, hürriyetini 1272 yılında kazanmış.  Dünyanın üçüncü eski pharmacy’ si buradaymış. 1667 de ciddi bir deprem geçirmiş.  1800′ lerde Fransızlar göz koymuşlar bu şehre.  Ancak Avusturya hakimiyeti galip gelmiş.  Bu hakimiyet, Avusturya-Macaristan krallığı 1918′ de sona erene dek sürmüş.  Sonra Yugoslavya ile bütünleşmiş.  1991′ de Hırvatistan ve Slovenya bağımsızlıklarını ilan etmişler.  Aynı sene Miloseviç kuvvetleri saldırmış.  Hasar 2005′ te onarılabilmiş.  Dünyanın en eski arboretumu bu şehirdeymiş.

Dubrovnik-2

      Şehrin dar sokaklarında park problemi var.  Dışına çıkıp Split yönünde biraz ilerliyor ve şirin bir koyda mola veriyoruz.  Zaton Mali adındaki bu koyda çok pansiyon var.  18.00 civarı tekrar şehre dönüp kalenin üst kısmında üç saatlik park yeri bulup arabamızı parkettik.  Saat 22.00′ ye kadar şehri turladık.  Kale içi çok canlı, evler hala kullanılıyor, çok sayıda zengin turist var.  Kale içinde  akşam yemeğimizi yedikten  sonra Zaton-Mali koyuna dönüp orada kaldık.

Cuma, Eylül 12, 2008

Montenegro-Bosna Hersek (7. gün)

      Sabah 08.45′ de yola çıktık.  Yolda mazot alıp iki kez Hırvat sınırını geçtik (sadece pasaport kontrolü).  Bosna Hersek’in deniz kıyısında 30 km lik bir sahil şeridi var ve yapılaşma yok, bakir, kontrolünü de Hırvatlara bırakmışlar.  Sonra Bosna sınırına geldik. Uzun bir kuyruk, kamyon ve otobüs karmaşası yarım saat kadar sürdükten sonra 40,280 km’ de Bosna’ ya girdik.  Para birimi Kuno, 1Euro=2 Kuno.  Mostar’ a giden yol uzun olmamakla birlikte, iki şeritli bölünmemiş bir yol, 80 km hız sınırı var ve sollamak yasak.  Bol kamyon ve yol inşaatı da olunca seyahat üç saat sürdü.  Mostar yeni yapılaşan şehirle eskisi iç içe geçmiş bir kent. Modern binalar da mevcut.  Eski şehir çok hoş.  Neretva nehri zümrüt renginde akıyor.  Şehri dolaşıp köprü altında bir kafede soluklandık.

252-Mostarkoprusu

      Şehir çıkışında VW bayiine uğrayıp, ingilizce bilen servis şefiyle anlaşarak T5’in yağını değiştirttim ve kontrollerini yaptırttım.  Mostar iki halka evsahipliği yapıyor. Boşnaklar ve Hırvatlar.  Hırvatlar batıda, Boşnaklar doğuda oturuyor.  Sırplar ise savaştan sonra dönmemiş.  Mostar’ a ilk saldırıyı 1991′ de Sırp ordusu yapmış.  Sonra Bosna kurtuluş ordusu ve Hırvat savunma birlikleri Sırpları uzaklaştırmış.  Fakat bu defa Hırvat güçleri saldırıp şehri mahvetmişler.  Sinan’ ın öğrencisi Hayruttin’ in yaptığı eski Mostar köprüsü de bu sırada yıkılmış.

      Sarajevo’ ya giden yol nehri takiben dik yamaçlı dağların arasından geçiyor.  Trafik çok yoğun.  Yol boyunca kurşunlanmış evler var.  Şehre ulaşmamız 18.45′ i buluyor.  Çok canlı ve daha önce duyduklarımızın aksine çok serbest bir şehir.  Eski çarşı Osmanlı havasını yansıtıyor.  Kahve kokuları her yerde.  Sedef lokantasında çok ucuza lezzetli “cevap çiçi” yiyoruz.   Sarajevo, kalıntıları eski olmakla birlikte, kimliğini Osmanlılara geçişiyle kazanmış (1463). Bu tarihten başlayarak, Osmanlılar şehri imar etmişler ve Avrupa’da kurdukları en büyük kent olmuş.  500,000 nüfuslu şehirde değişik dinler birarada yaşıyor. Tarihte Avarlar, Romalılar, Bulgarlar ve Macarların yönetiminde kalan bölge, 1463-1878 arası Osmanlılara geçmiş ve 1878 de Berlin anlaşmasıyla Avusturya-Macaristan yönetimine verilmiş.  2. dünya savaşı sırasında Hırvatların kontrolünde olan şehrin zengin mahallelerinde Hırvatlar yaşıyor.  Şehirde 1885′ de Avrupa’ nın ilk tramvayı çalışmış.

Cumartesi, Eylül 13, 2008

Bosna Hersek-Hırvatistan (8. gün)

      Sabah 06.30′ da uyanıp kahve+çay içiyor, arkasından çarşıda fırından taze çıkmış börek yiyip alışveriş yapıyoruz.  10.45 gibi şehirden ayrılıyoruz. Çıkışta epey uğraşarak ve dört beş kişiye sorarak “Tünel Müze” yi buluyoruz.   Savaş sırasında üç milyon kişiyi serbest bölgeye kaçırmak için 150 kişinin 4 ayda kazdığı 800 mt’ lik bir tünel.  Evini bu amaca hibe eden Boşnak teyze halk kahramanı olmuş.  12.50′ de oradan ayrılıp Mostar yolunda Neretva nehri kenarında güzel bir restoranda öğle yemeği molası veriyoruz.  17.15′ de oradan ayrılıp yola koyulduk ve şiddetli bir yağmur başladı.  Yolu sel bastı, yol görülmez oldu, kendimizi ülkemizde gibi(!) hissettik.  Bosnalılar kötü araba kullanıyor.  Hırvatistan sınırına doğru yağmur kesildi.  İki dakikada sınırı geçtik ve Split yönünde E65′ te yola devam ettik.

SarayBosna-tarihi Tünel

      Yol Dalmaçya kıyısına paralel uzanıyor ve çok güzel.  Saat 18.30 da Zaostrog kasabasına girip, sahildeki camping alanında yerimizi aldık. Denize girip banyo yaptık ve rahatladık.  Yemeğimizi de karavanımızın gölgesinde yedikten sonra sahilde küçük bir gezinti yaptık ve sonra sessiz ve  derin bir uykuya daldık.

Pazar, Eylül 14, 2008

Hırvatistan (9. gün)

      Yakındaki kilisenin çan kulesinden gelen çan sesiyle saat 07.00 de uyandık.   Hava bulutlu 25 derece, tabiat harika. Kasabada iki tur yürüyüş parkuru var. Bir de feribot iskelesi var, herhalde karşıdaki adalara sefer yapılıyor. 20 Euro’ ya kaldığımız bu şirin yerden 11.30 da ayrılıp, sahil yolunu (E65) takiben 13.00 de Split’ e geldik.  Split şehrinin tarihi 1700 yıldan eskiye gidiyor. İlk sahipleri Yunanlar.  Sonra romalılar zamanında kral Diocletian bir saray inşa ettiriyor (MS 293).  Kalıntıları hala duran bu saray çok büyük.  Ortaçağda Macarlar, Slavlar ve Hırvatların etkisinde kalan şehir, 10.yy’ da Venediklilerin kontrolüne geçmiş.

Split-1

       Bu dönem, 1420′ den 1797′ ye kadar sürmüş.  Sonraları Viyana kongresiyle Avusturya kontrolüne giren Split, 1. dünya savaşı sonrası Yugoslavya’ ya geçmiş.  1941′ de Yugoslavya’ nın, nazi Almanyası tarafından işgali sonrası İtalya denetimine giren şehir, 1943′ te Tito taraftarlarınca kurtarılmak istenirken büyük hasar görmüş.  Daha sonra tekrar dağılana kadar Yugoslavya’ da kalmış.   14.45′ te buradan ayrılıp  A1 otoyolunu takiben saat 17.00 de Zadar‘ a geldik. Eski şehiri dolaştık, çay kahve molasından sonra 17.45′ te buradan da ayrıldık.  Zadar’ ın tarihi taş devrine kadar uzanıyor.  6.yy’ da ciddi bir deprem yaşamış.  Jüstinyen zamanında Bizans şehri olmuş. 1918′ e kadar dalmaçya başkenti ünvanını korumuş.  Sıkça Venedik akınına maruz kalan Zadar, 16.ve 17.yy’ larda da Osmanlı ataklarına karşı kaleler inşa etmiş. Daha sonra Avusturya kontrolüne giren şehir, 1918 de İtalyan ordularına ev sahipliği yapmış.  2. dünya savaşında almanlar şehre girmiş.  Bu dönemde şehir bombalanmış.

      1945-1991 arası Yugoslavya kontrolüne geçen şehir, 1991-1995 arası Miloseviç güçlerinin bombardımanıyla son defa yıkılmış.  Zadar’ dan ayrılınca otoyola girdik ve yükselmeye başladık. Yol çok güzel ve bolca viyadük geçişleriyle tüneller var. Viyadüklerde yan rüzgarlar oldukça kuvvetli.  Sahil yolundan gitmeyi arzu etmemize rağmen, levhalar bizi A1 otoyoluna yönlendirdi. Otoyolda hız limiti 130 km fakat rüzgar nedeniyle zaman zaman 80′ e kadar düşürülüyor. Yolda iki adet beheri 6 km uzunluğunda tünel geçtik.  Rijeka’ ya 70 km kala bir dinlenme yerinde durduk. Dışarıda sıcaklık 6 dereceye kadar düştü. Durduğumuz bölge yörenin en yüksek yeri (yaklaşık 800 mt) ve kışlıklarımızı giyinip önce  buradaki restoranda karnımızı doyuruyor sonra  biraz üşüyerek geceliyoruz.

Pazartesi, Eylül 15, 2008

Hırvatistan-Slovenya (10. gün)

      Soğuk bir sabaha uyanıp  otoyolda yaklaşık bir saat giderek 09.15′ te Rijeka‘ ya girdik. Şehirde hemen hakim olan İtalyan havası dikkat çekiyor. Rijeka’ nın tarihi diğer Dalmaçya şehirlerinden farksız. Ostrogotlar, Bizanslılar, Lombardlar, Hırvatlar, Macarlar ve Avusturyalılar. Trieste Avusturya’ nın limanı iken Macar Rijeka limanı ile çekişme içindeymiş. 1920 yılında bağımsız devlet ilan edilen Rijeka, daha sonra Roma anlaşmasıyla (1924) İtalya’ ya verilmiş.  2.dünya savaşında İngiliz-ABD savaş uçakları şehri bombalamış.

      Saat 11.30′ da Rijeka’ dan ayrıldık.  35 km sonra A7-E61 üzerinden Slovenya sınır kapısına geldik. Çıkışta serbest geçtik, Slovenya girişinde pasaport ve ruhsata baktılar.  12.15′ te Slovenya’ ya girdik.  Burası çok güzel bir Avrupa ülkesi olmuş.  Genel görüntüsü Avusturya’ yı çağrıştırıyor.  Otoyol girişinde 35 Euro ödeyip “Vijeka” denilen bir pul aldık ve ön cama yapıştırdık.  Görevli ingilizce bilmediği için biraz kızdım.  Kısa bir süre sonra Ljubliyana‘ ya girdik. Çok şirin bir şehir. Arabamızı otoparka koyup şehri yayan dolaştık, bir Meksika lokantasında karnımızı güzelce doyurduk.

Ljubliyana-4
Ljubliyana, tarihte Alman, Latin ve Slav kültürleriyle yoğrulmuş bir başkent.  MÖ 2000 yılına uzanan tarihi var.  Slovenlerin ataları 6. yy’ da gelmişler.  1511′ de depremle yıkılan şehir, sonra rönesans tarzında yeniden inşa edilmiş.  1. dünya savaşı sonrası Yugoslavya’ ya geçen şehir,  2. dünya savaşı sonunda önce nazi Almanyası, sonra faşist İtalya tarafından işgal edilmiş.  Daha sonra “Socialist Republic of Slovenya” nın başkenti olan şehir, 1991′ de Yugoslavya’ dan bağımsız hale gelip 2004′ de ülke olarak EU’na girmiş.

      Şehirden ayrıldıktan sonra A1 otoyolundan ilerledik ve deniz seviyesine inerken hava ısındı, güneş yüzünü gösterdi.  İtalya sınırından kontrolsüz girdik ve Trieste’ ye geldik.  Kent çok büyük, eski ve çok güzel.  İki gün yayan gezilebilir.  Trieste, MÖ 3000 yılından 1920 yılına kadar değişik ellerde geliştikten sonra, İtalya’ ya verilince değerini yitirmiş.  En parlak dönemi Maria Theresia zamanıymış.  Napolyon savaşlarında ise çok zarar görmüş. İtalya’ ya resmen geçişi ise 1954 yılında olmuş. Bu arada Slovenya’ nın Adriyatik’ te kısa bir deniz şeridi var ve meşhur Koper limanı burada bulunuyor. Trieste şehrinde arabayla dolanıp, trafik yoğun olduğundan ve otopark bulamadığımız için çıktık ve A4 otoyolunu takiben (çok TIR var) 21.00 de Venedik‘ e geldik.  Arabayı koyacak ve geceleyecek uygun yer bulamadık, yola devam edip Padova Ovest yakınında geceledik.

Salı, Eylül 16, 2008

İtalya (11. gün)

      Saat 08.00’de uyanıp hemen yola koyulduk. Padova şehir merkezinde bir tur atıp A4 otoyoluna çıktık. Milano yönünde ilerlerken yol çok kalabalık, bol ticari araç vardı.  Verona‘ ya gelmeden Garda gölüne doğru sapıp otoyoldan ayrıldık.  Burada Gardaland ve benzeri eğlence merkezleri var ve her taraf bisiklete binenlerle dolu.  Lido camping’ i gezdik,  araba ve iki kişi 23 Euro ve beş yıldızlı bir camping.  Göl kenarında dinlendik.

      İtalya’nın en büyüğü olan Garda gölü, buzul çağında oluşmuş ve sadece burada yetişen bir alabalık türü varmış. Tekrar yola koyulduk, A4 otoyolunu takiben ilerledik. Milano’ yu geçince A9 otoyoluna girdik ve kuzeye doğru gittik.  Manzara çok güzel.  Hele göl kenarındaki Como şehrine geldiğimizde kendimizi cennete düşmüş gibi hissettik.  Önce arabayla şehirde tur atıp 6. zonda park yeri bulduk ve parkettik.  Yürüyerek merkeze geldik.  Parkyeri sorunu burada da var. Beyaz çizgiler arası bedava, mavi paralı (20.00-08.00 arası bedava) sarı ise rezerve.   Duomo meydanında yemek yedik ve biraz dolaştık.

379-Bellagio

      Como’ nun tarihi bronz çağına kadar gidiyor.  MÖ 1. yy’ da Romanlar geliyor ve Julius Ceasar bir şehir kuruyor.  1796′ da Napolyon gelip 1825′ e kadar bölgeyi yönetiyor.  Avusturya hakimiyetinden sonra şehir 1859′ da İtalya krallığına geçiyor.  Mussolini burada hapsedilmiş ve kuzey kıyısında bir kasabada öldürülmüş.  Como, ipek üretimiyle de ünlüymüş.  Duomo, 1396′ da inşaatına başlanıp, 1740′ ta bitirilmiş.  Como gölü avrupanın en derinlerinden biri (400 mt) ve en derin yeri deniz seviyesinin 200 mt altında.  Como’ dan ayrılıp göl kenarındaki daracık yoldan kuzeye doğru ilerledik.  Manzara harika. 18.30′ da Bellagio’ ya vardık.  Burası  sakin bir başka cennet. Karşı kıyıya feribot ve deniz taksileri çalışıyor.

Çarşamba, Eylül 17, 2008

İtalya (12. gün)

      Saat 07.00′ de uyanıp yarım saat sonra bu cennet köşeden ayrıldık.  Yakın bir istasyondan yakıt alıp Lecco tarafındaki kısa bacaktan ilerledik ve SS36 yolundan Milano otoyoluna girdik.  Çok TIR trafiği var.  Bir yerde trafik iyice sıkıştı, yarım saatte zor kurtulduk.  A1 üzerinden A14 yoluna çıkınca bir yakıt istasyonunda kahvaltı edip mazot aldık ve Bologna üzerinden 13.45′ te Ravenna‘ ya geldik.

395-RavennaPOPOLOmeydani
Hava tekrar ısındı, 21 derece ve açık. Ravenna çok hoş, yayvan bir tarihi şehir.  Tarihte Ravenna Ostrogotların yönetiminde önemli bir deniz kentiymiş. Justinyen 540′ ta zaptetmiş ve böylece Bizans’a ait olmuş. Bu aidiyet 751′ de Lombardların gelmesiyle sona ermiş. Dante bu şehirde yaşamış. 1636′ da şehir sele maruz kalmış.  Lord Byron da iki yıl bu şehirde yaşamış.

       Yemek yedikten sonra biraz dolaştık ve saat 16.00′ da buradan da ayrıldık. Bu defa sahile paralel uzanan ücretsiz SS16 yolunu seçtik.  Sahil sitelerine dikine inen yollar var.  Rimini’ ye yakın bir alışveriş merkezinde durduk.  Sonra Rimini merkeze gidip bir tur attık,  otoparka girip göl kenarındaki bu güzel yerde “Tiberius” köprüsüne karşı yerimizi aldık.  Bizden başka 7-8 adet daha karavan vardı.  Yakındaki bir marketten yiyecek alıp parkta akşam yemeğimizi yedik.

Perşembe, Eylül 18, 2008

İtalya (13. gün)

      Rimini şehri de, Augustus, Ceasar, Marius gibi krallara evsahipliği yapmış.  Daha sonra pekçok el değiştiren şehir, balıkçılıkla ünlü.  100,000 nüfuslu bu şehrin turist yatak kapasitesi 55,000 (!).   Saat 06.30′ da uyanıp 07.30′ da şehirden ayrıldık.  SS16 yolunu takiben güneye inişi sürdürdük. Sola sahile inen yollar sahil yoluyla birleşiyor ve orada geniş uzun kumsallar var.  Sahil boyunca yapılaşma az katlı, evler kapalı, belli ki yazın buralar cıvıl cıvıl oluyor.  Bir sahil kasabasında kumsalın yanında kahvaltı ettik.

409-Rimini-Tiberius'bridge,1.YY
Ancona‘ ya yakın bir alışveriş merkezinde 11.30′ da durduk ve epeyce oyalandık.  14.00’ de ayrılıp Ancona limanına gittik. Brindisi‘ den feribot saatlerini ne yazık ki öğrenemedik!.  A14 otoyoluna girip Bari‘ ye doğru gittik.  Yol boyunca solumuz deniz ve sürekli yerleşim var. Sağlı sollu şarap bağları var, hemen heryer ekili.  SS16 yolunda hız limiti 50-70 idi,  A14 de ise 130.  Ama ben 110′ u geçmiyorum.  Bari’ ye 30 km kala durup geceyi burada geçirdik.

Cuma, Eylül 19, 2008

İtalya (14. gün)

      Saat 06.30′ da uyanıp yola çıktık. Brindisi’ ye giden yol (E55) çok güzel.  Otoyoldan ayrılmamıza rağmen burası da otoyol gibi ve solda bol miktarda camping alanı var.  Brindisi’ ye girerken yol kenarında 19.00 feribotu için Endeavur Lines’ a uğrayıp biletimizi alıyoruz.  Open deck 139+30 Euro.
Sonra liman formaliteleri için Brindisi terminaline gidip şehre döndük, biraz dolaştık ve dönerken yol üzerindeki Decathlon mağazasından alışveriş yaptık, 15.30′ da ayrıldık.  Endeavur Lines TR’ ye de çalışıyor.  Çeşme sezonunu yeni kapatmışlar.  İgoumenitsa’ dan Corfu adası 1,5 saat, feribot 40 Euro-araba, 8Euro-yolcu.  Kefalonya adasına da feribot var,  yol 12 saat (Brindisi’ den).

       Saat 16.30 gibi Grecia Port’ a girdik. Hava limoni, hafif esiyor.  Feribotumuz Elli-T rıhtımda bekliyor.  İşlemler bir dakikada tamamlanınca 18.00′ de biz de binip open deck’te  yerimizi alıyoruz.

426-Brindisi

      Brindisi eski bir liman şehri ve 1943-1944′ te İtalya’ nın geçici başkentliğini yapmış.  1647′ de ciddi bir deprem geçirmiş.  100,000 nüfuslu şirin bir şehir, limanı oldukça büyük.  Yağmur hafif çiselerken 19.05 ‘te gemi hareket ediyor.  Açıkta epey dalga var ama 140 mt’ lik feribotun seyrini pek etkilemiyor. Akşam yemeğimizi geminin restoranından ikmal edip yattık ve biraz uyuduktan sonra Yunanistan saatiyle 04.00′ te İgoumenitsa’ ya yanaşıyoruz.

      Şehirde kısa bir tur atıp hava aydınlanıncaya kadar kıyıda barların karşısında parkettik ve biraz daha uyuduk.  Barlar açık ve çok canlı. Yağmur çiselemeye devam ediyor.  Sıcaklık 22-23 derece civarı.

Cumartesi, Eylül 20, 2008

Yunanistan (15. gün)

      İgoumenitsa’ dan saat 08.00′ de ayrıldık.  E90 otoyolu (çok güzel) Yanya rotamızdaki yolumuz, ancak çetin dağlar var etrafta.  Yolda hoş bir  kafede durup kahvaltı ediyor ve mazot alıyoruz.  Igoumenitsa, 670 km uzunluğundaki “Egnatia highway” in bittiği yer.  Şehir MÖ 167 yılında Romalıların eline geçmiş.  Saat 10.30′ da Yanya’ ya girdik.  Hava kapalı ve serin.  Göl kenarında arabamızı parkettik, yürüyüş ve alışveriş sonrası  saat 12.00′ de şehirden ayrıldık, otoyola girdik, biraz sonra inşaatlar nedeniyle yanyola saptık, hava iyice soğudu, kamyon-TIR trafiği arttı ve sulu kar yağmaya başladı.  Ovaya inince tekrar otoyola bağlandık.  Hava tatsız olduğu için ilk düşüncemizden vazgeçip, otoyolda durmadan devam ettik.  Saat 20.00′ de hudut kapısına geldik.  İpsala’ dan 21.00′ de ayrıldık.  Bir süre sonra yağmur şiddetlendi ve Silivri’ ye kadar devam etti.  İpsala’ da biten otoyoldan sonra TR sınırları içinde yol berbat ve TEM’ e kadar böyle.   Saat 01.30′ da Suadiye’ ye vardık (km 44,277).

GENEL NOTLAR:

1- Toplam katedilen yol 6637 km

2- Toplam yakıt 544 lt

3- Yakıt sarfiyatı 12,2 km/lt

4- Yakıt maliyeti : 603 Euro+200 TL=1,250 TL

5- Konaklama masrafı: Otel ve camping (40+14) Euro

6- Diğer yol masrafları: 373 Euro (117 otoyol,41 otopark,170 feribot,45 vignette)

7- Vize, sigorta, triptik vs masrafları:872TL (200TL vize, 254TLyeşilkart, 250TL uluslararası ehliyet, 30TL triptik, 2×104=208TL sağlık  sigortası, 2×15=30TL çıkış harcı)

Related articles
  • Far Niente: Lake Como (epicurioustravelers.com)
  • Photo of the Week: Dubrovnik Parrot (suitcaseandheels.com)
  • Croatia: Dubrovnik and beyond (sarah-matthews.com)

Bunu paylaş:

  • Facebook
  • Daha fazla
  • Twitter
  • E-posta
  • WhatsApp

Bunu beğen:

Beğen Yükleniyor...

yazar

seyahat etmeyi sever, güzellikleri görüntüler, değişik lezzetleri tadmaktan hoşlanır, doğa aşığıdır, bisiklet tutkunudur.

İzlenme sayısı

  • 204.619 tık

Bu blogu takip etmek ve yeni yazı yayınlandığında e-posta ile bilgilendirilmek istiyorsanız e-posta adresinizi yazıp "takip et" butonunu tıklayın.

“BİSİKLET” İÇİN RESME TIKLAYIN..

Da Vinci Bisiketi, 1860

“FOTOĞRAF” İÇİN RESME TIKLAYIN

Dancing of the Clouds

SEYAHAT

“Travel makes one modest, you see what a tiny place you occupy in the world” — Türkçesi: "Seyahat insanı alçak gönüllü yapar, çünkü aslında dünyada ne kadar küçük bir yer işgal ettiğinizi görmenizi sağlar" --- Gustave Flaubert

PEK YAKINDA

Olumsuzluklarla dolu koca bir 2017 yılını geride bıraktıktan sonra yine birlikteyiz. Yazı akışında meydana gelen aksamalar için özür diliyorum. Kaldığımız yerden olmasa da ziyaret etmiş ya da edecek olduğum yerlere ait bilgileri 2018 yılı boyunca sizlerle keyifle paylaşacağımı umuyorum. Bakalım Amsterdam' dan sonra sırada ne var?. İzlemeye devam edin...

SON YAZILARIM

  • Buenos Aires
  • 2019′ a merhaba…
  • Atina (Athens)
  • YouTube’da “Vanotek feat. Hevito – Viajero | Official Video” videosunu izleyin
  • Dresden “Elbe üzerindeki Floransa…”
  • AMSTERDAM
  • Kuzey Britanya’ nın yıldızı, Edinburgh…
  • Nördlingen ve Harburg
  • Dinkelsbühl ve Wallerstein
  • Schillingsfürst ve Feuchtwangen
  • Bologna, kızıl cazi0be…
  • Viyana, Avrupa’ nın müzik başkenti…
  • Rothenburg ob der Tauber
  • Weikersheim, bir Rönesans klasiği…
  • Bad Mergentheim, Romantik Yol’un kaplıcası…
  • Tauberbischofsheim ve Lauda-Königshofen
  • Wertheim
  • Würzburg, Romantik Yol’a açılan kapı…
  • Heidelberg, “Romantik Yol” un ilham perisi…
  • “Romantik Yol” da bir sonbahar gezisi…
  • PARİS’ te SON TANGO…
  • ERDEK
  • Kaz Dağları, bölüm 1
  • Ayvalık’ ta hoş bir dinleti…
  • Yeni bir gün daha…
  • Brüksel
  • Yeni Yıl Kutlaması
  • Kavala
  • Freiburg
  • Varenna
  • Luzern (Lucerne)
  • Londra (2)
  • Padova
  • Bratislava
  • Nice
  • Besancon
  • Sorrento
  • Lyon
  • Prag
  • Pisa
  • Budapeşte
  • Viyana
  • Venedik
  • Estergom
  • Siena
  • Salzburg
  • Strasbourg
  • Hoş geliyor (mu) sun 2014…(?) !
  • Verona
  • Londra

ZAMAN TÜNELİ

Aralık 2019
P S Ç P C C P
« Nis    
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031  

“DEVR-İ PEDAL” ARTIK YAYINDA…

BİSİKLET tarihini ve gelişimini anlattığım, bisikletin insan yaşamına katkısını farklı boyutlarıyla kaleme aldığım yazılarım, "Devr-i Pedal" isimli blogumda yayınlanmaya devam ediyor. Yukarıdaki "Bisiklet için resme tıklayın" penceresindeki resme tıklayarak bu blogumu ziyaret edebilirsiniz.

TAKİP ETTİĞİM BLOGLAR

  • GEZMECİLER
  • Zeliha Özer
  • EpicuriousTravelers.com
  • sarahmatthews
  • Tamarind and Thyme
  • The WordPress.com Blog
  • cyclingfurther
  • Lrntn's Blog
  • Steve McCurry's Blog
  • The Kitchen Crashers

KATEGORİLER

Almanya Amerika Avrupa Avusturya Fransa Güney Amerika Hollanda Kutlama Merhaba Türkiye Uncategorized Yunanistan İngiltere İspanya İtalya

Daha Fazlası

Alexandropolis Almanya Amalfi Ancona Atina Augustus Ayvalık Barok Bellagio Bergamo Bologna Brescia Brindisi Buda Bursa Como Edirne Elisabeth Florence France Genova Granada Greece Grinzig Habsburg Hohenlohe Hırvatistan Istanbul Italy Izmir Kavala La Turbie Lecco Limoncello Ljubliyana London Lyon Magyar Malaga Menton Monaco Monte Carlo Mozart Napoleon Napoli Nürnberg Olympia Padova Palio Perugia Peşte Pire Plovdiv Positano Regensburg Rimini Roma Sabah Salerno Salzburg Slovenya Sorrento Spain Strasbourg Tauber Thessaloniki Travel and Tourism Turkey valencia Venedik Verona Vezüv Visegrad Zeus İpsala

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

GEZMECİLER

Gezilen, görülen, tadılan güzelliklerin paylaşıldığı bir site

Zeliha Özer

Marmaris'ten Adriyatik Denizine Yelkenle Dolaşmak Üzerine...

EpicuriousTravelers.com

Sip. Savor. Explore.

sarahmatthews

Tamarind and Thyme

Cooking and Eating Well in London Without Going Broke

The WordPress.com Blog

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.

cyclingfurther

2 Belgians Cycling from Hungary to the chinese border across Central Asia!

Lrntn's Blog

Photo and travel blog

Steve McCurry's Blog

Steve's body of work spans conflicts, vanishing cultures, ancient traditions and contemporary culture alike - yet always retains the human element.

The Kitchen Crashers

Seda ve Hakan’ın Mutfak, Seyahat ve Fotoğraf Maceraları…

Vazgeç
loading Vazgeç
Yazı gönderilemedi - e-posta adreslerinizi kontrol edin!
E-posta kontrolü başarısız oldu, lütfen bir daha deneyin.
Üzgünüm, blogunuz yazıları e-posta ile paylaşamıyor.
Gizlilik ve Çerezler: Bu sitede çerez kullanılmaktadır. Bu web sitesini kullanmaya devam ederek bunların kullanımını kabul edersiniz.
Çerezlerin nasıl kontrol edileceği dahil, daha fazla bilgi edinmek için buraya bakın: Çerez Politikası
%d blogcu bunu beğendi: