Etiketler
Albertina, Augustinerkeller, Babenberg, Böhm, Beethoven, Belvedere, Bhrams, Charlemagne, Dom, Habsburg, Haydn, Heuriger, Hofburg, Hundertwasser, Isıdor, Magyar, Mahler, Maria Teresia, Mozart, Musik, Musikverein, Pisagor, Plato, Rathauskeller, Sacher, Schönbrunn, Schotten, Schubert, Sisi, Staatsoper, Vals, Venus
Ziyaretimiz sırasında gittiğimiz Musikverein Wien konser salonunda, Daniel Barenboim yönetimindeki Viyana Filarmoni Orkestrası’ nın konserinde çalınan kompozisyonlardan birisini bu bloğumun başında Berlin Filarmonu Orkestrası’ nın yorumuyla dinlemenize sunuyorum.
Viyana deyince akla gelen birden fazla özdeş kelime vardır. Bunların başında da “Müzik” gelir. Yaşamımın bir döneminde müzik eğitimi aldım, enstrümanlar arasında gitar ilgimi çekti ve bir süre çaldım. Lise yıllarıydı, üç yıl aynı sırayı paylaştığım sevgili arkadaşım müzisyen ve yazar Aydın Büke, daha sonra yaşamını müziğe adadı ve konservatuar eğitimi sonrasında kariyerine Avusturya’ da devam ederek yurda döndü. İş hayatı bizi birbirimizden koparttıktan otuz yıl sonra tekrar bir araya geldik ve geçtiğimiz günlerde Viyana’ya bir kültür ziyareti yaptık. Şimdi O’ nun affına sığınarak “Müzik” ile “Viyana” arasındaki bağı kısaca anlatmaya çalışacağım…
Müzik enstrümanlarının tarihi taş devrine kadar uzanıyor. Antik Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin’de zengin müzik gelenekleri olduğu biliniyor. Babil’ in müzik teorilerinin bir şekilde Yunan medeniyetini etkilemiş olabileceği ve bu yolla Avrupa’ya ulaştığını söylemek yanlış olmaz. Antik Yunanların arp, lir, davul, çimbal vb gibi aletleri kullandıkları anlaşılıyor. Yunan müzik teorisi MÖ 500 de Pisagor’ dan MS üçüncü asıra kadar evrilerek gelmiş ve Aristides Quintilianus’ un “De Musica” adlı eserinde bir bilgi hazinesi olarak ortaya çıkmış.
Plato ve Aristo, “eğitim, insan vücudunu disipline etmek için jimnastiği, zihni disipline etmek içinse müziği kullanır” diye ifade etmişler. Çok doğru buyurmuşlar. İnsan yaşamı için bu kadar değerli ve vazgeçilmez olan müziğin, notalar sistemiyle yazılı hale getirilmesi tarihi ise oldukça karışık. Taşlara, kil tabletlere ve papirüs kağıtlara yazılmış notalar bulunmuş olmakla birlikte, bunların düzenli ve kalıcı bir biçimde nesillere aktarılmış olduğuna dair bulgular düzensiz.
Ancak bu işin ilk defa organize olarak ele alınması, 9. ve 10. asırlarda orta Avrupa’daki Katolik kiliselerinde gerçekleşiyor. Çünkü Tanrının evleri o devirlerde sadece dini amaçlara hizmet etmiyor, bünyelerinde pek çok bilgi hazinesi barındırıyorlar ve adeta bir okul gibi, eğitim, siyaset, tıp, mimari ve idari konularda devrin yöneticilerine destek oluyorlarmış. Bu sıralarda kral Şarlman ‘ın (Charlemagne) Almanya’da Alcuin’ de kurduğu bir ekip, bilgilerin derlenip ulaşılabilir hale getirilmesi ve sonraki nesiller tarafından kullanılabilmesi için çalışır ve bu sayede diğer bilgi hazinesiyle birlikte müzik notaları da hayat bulur.
Bu tür çalışmalarda değerli kaynaklara sahip İspanya’ nın Seville kentinden Isıdor, 9. asırda şöyle demiş: “Eğer yazılı hale getirilemiyorlarsa sesler, insanlar tarafından hatırlanmadığı sürece yok olup giderler…”.
Avrupa’da 12. ve 13. asırlarda yeni enstrümanlar ortaya çıkar. Bunların bazıları pirinçten mamul trompet ve kornolardır (modern üflemeli sazlar). Derken çok sesli müzik (Polyphony) kendini gösterir Fransa’da ve 11. -13. asırlarda gelişir.
Yaylı sazların ilk kez muhtemelen orta asya’da kullanıldığı söyleniyor. Oradan Çin ve Hindistan yoluyla Ortadoğu ve nihayet Avrupa’ya ulaşmış. Burada modern yaylı sazlar violin, viola ve çello ile kontrbas’ dan oluşuyor. Violin İtalya’ da gelişme imkanı bulmuş ve ünlü Stradivari ailesi (Cremona, 17-18. asır) bunlara ilaveten arp ve gitar da imal etmiş. Rakipleri Guarnieri ailesi ile birlikte binlerce enstrümana hayat vermişler.
Piyano (pianoforte) yine bir İtalyan üretici tarafından Floransa’da 1700’ lü yılların başında hayat bulmuş. Theobald Böhm (1794-1881) Münih’ li bir müzisyen ve altın eşya üreticisi, aynı zamanda çelik endüstrisinde deneyimli bir girişimci olarak flüt’ ü mükemmelleştirmiş ve günümüzdeki modern flüt’ ün ilk örneğini 19. asrın ortasında müzik dünyasına sunmuş.
Böylece notalarla ve gelişen enstrümanlarla hayata daha sıkı bağlanan müzik dünyasında, Avrupa’ nın ortaçağ romantizminin de etkisiyle pek çok besteci yetişmiş. İşte bunlardan Viyana ile derin bağları olan bazıları:
Senfoninin babası sayılan Joseph Haydn (1732-1809) Avusturya doğumlu. Macaristan sınırında küçük bir köyde dünyaya gelen Haydn, henüz altı yaşındayken Viyana’daki St. Stephen’s kilisesinde koroya katılır. Klavsen ve keman eğitimi alır ve beste yapmaya başlar, yaşamı boyunca yüzden fazla senfoniye imza atar.
Yine Avusturya’ lı bir besteci olan Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791) müzisyen bir babanın iki çocuğundan birisi olarak Salzburg’ da açar dünyaya gözlerini. Babası her iki çocuğuna da iyi bir müzik eğitimi verebilmek için kendi kariyerini feda eder. Henüz beş yaşını yeni bitirdiğinde yarım saat gibi kısa bir sürede ilk bestesini yapar Mozart. Aynı zamanda çok iyi bir piyano virtüözü olan Mozart’ın 600’e yakın eseri olduğu biliniyor.
Aslen Almanya’da doğan Ludwig van Beethoven (1770-1827), yaşamının 35 yılını Viyana’da geçirmiş. 1818 yılında tamamen sağır olan besteci, genç sayılacak bir yaşta arkasında birbirinden güzel eserler bırakarak vefat etmiş.
Bir başka ünlü Avusturya’ lı besteci Franz Schubert (1797-1828), müzisyen bir aileden geliyor. Çok erken yaşta ölen sanatçı, kısa ömrüne 600’den fazla eser sığdırmış. Goethe’ nin şiirlerini de besteleyen Schubert, klasik ve romantik dönemler arasındaki köprü olarak tanımlanıyor.
Alman besteci Johannes Brahms (1833-1897), Hamburg doğumlu ama yaşamının çoğunu Viyana’da geçirmiş. Senfonileri yanında 200’ ü aşkın bestesi olan sanatçı, Viyana merkez mezarlığında dostları Beethoven ve Schubert ile yan yana yatıyor…
Gustave Mahler (1860-1911), bir Austro-Alman besteci ve bugün Çek Cumhuriyeti, bir zamanlar ise Avusturya İmparatorluğu olan topraklarda doğmuş. Aynı zamanda çok değerli bir yönetmen…
Viyana kentiyle özdeşleşen bir başka olgu “Vals” . Dans müziği ve özellikle de Vals müziği, orta Avrupa’ da müziğin yüzyıllar içinde gösterdiği inanılmaz gelişime paralel, dönemlerin aristokrat hanedanlıklarının ve onlarla içi içe yaşayan sosyetelerin geleneksel toplantılarında ve kutlamalarında hep tercih edilen tarz olmuş. O kadar ki, Viyana Kongresi (1814-1815) sırasında adeta bir fenomen haline gelmiş ve 1820’ de Viyana’daki bir karnaval sırasında aynı gecede 1,600 balo düzenlenmiş…
Viyana deyince hemen akla gelenler sırasında ünlü Habsburg Hanedanlığı ve hem kentin, hem de ülkenin kaderini büyük oranda etkilemiş olan Kraliçe Maria Teresia ve Kaiserin Sisi var. Ancak bunları iyi hazmetmek için Viyana’ nın tarihine kısaca bir göz atalım:
Viyana “Neolithic” çağdan bu yana yerleşim yeri olarak kullanılmış, çünkü Danube nehrinin her iki yakasındaki verimli topraklar ve uygun iklim, burayı hep yaşanır kılmış. Kent civarında kazılarda bulunan “Venus von Willendorf” heykelciği, MÖ 25,000 yılına kayıtlı ve doğa tarihi müzesinde sergileniyor.
Viyana’da Kelt yerleşimi izlerine MÖ 500 civarında ratlanıyor (Vedunia). MÖ 15 yılında kent Roma etkisindedir ve adı “Vindobona” dır. Bu dönemde bir askeri kamp ve çevresinde sivil yerleşkeler vardır. 5. asırda barbar kavimlerin istilası sonrası Romalıların buradan sürülmesini takiben önce Langobard’lar, sonra Slav’lar ve Avar’lar ve birkaç on yıl sonra da Magyar’ lar hakimiyet ilan ederler. 1146 yılında Babenberg hanedanlığı buraya yerleşir ve Otto I, Magyarları yener. 1155 te ülke dükalık ünvanı alır ve günümüzde de var olan “Schottenstift” kurulur. 2. Henry Regensburg’ta yerleşik İrlanda’ lı papazları Viyana’ya getirir ve bir manastır kurar. Yönetim konusunda Henry’ e destek olan bu kuruma Almanca’da “Schotten” ya da “Iroschotten” yani “İskoç” anlamına gelen kelimeden hareketle bu isim verilir. Henry bunu takiben ikametini Klosterneuburg’tan Viyana’ya taşır ve Dük (Herzog) ünvanı alır. Schottenstift o kadar geniş bir bilgi ve deneyim kapasitesine sahiptir ki hem yöneticilere yardımcı olur, hem de daha sonra Viyana Üniversitesi’ nin kuruluşunda önemli rol oynar (1365).
Babenberg’lerin son üyesi Friedrich II, 1246 yılında ölünce ülke Bohemya kralı Ottokar II tarafından ele geçirilir ve 1.Rudolf kral seçilir, ardından 1278 de Marchfeld savaşında Ottokar’ ı yener, böylece ünlü Habsburg hanedanlığının yolu açılmış olur. Bu dönemde Avusturya gelişir, üniversite kurulur ve Macaristan ile Bohemya’nın katılmasıyla 1556 da Viyana, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun başkenti olur.
Viyana, 1529 ve 1683 yıllarında Osmanlılar tarafından iki kere kuşatılır. Osmanlıların yenilip Balkanlara çekilmesinin ardından şehir gelişir, Fischer von Erlach ve Lukas von Hildebrandt gibi ünlü mimarların önderliğinde imar edilir. 1679 ve 1713 yıllarında iki kez salgın hastalıkla boğuşan Viyana büyümeye devam eder ve 1790 da nüfusu 200,000’e ulaşır. 1805 ve 1809 da iki kez Napolyon tarafından kuşatılır, 1848 mart ayında devrim gerçekleşir. Günümüzdeki “Ringstrasse” yani eski şehir merkezini çevreleyen yol, surların yıkıntıları üzerinde yapılır. 20. yüzyıla girildiğinde kentin nüfusu artık 2 milyon olmuştur (Dünyanın dördüncü en kalabalık şehri). Kentin bugünkü nüfusu ise 1,8 milyon civarındadır (metropolitan şehir nüfusu 2,6 milyon).
Son olarak Avusturya Cumhuriyeti “Republik Österreich” 1918 yılında ilan edilir, ülke savaşın etkisiyle hızla önem kaybeder ve 1938 yılında Almanya’ ya bağlanır, 1945 te Rus savaş uçakları tarafından Viyana bombalanır, nihayet Avusturya özgürlüğünü 1955 yılında yeniden kazanır.
Bu tarihsel özetten de anlaşılacağı gibi, Habsburg ailesi, Avusturya ve onun başkenti Viyana için son derece önemli. Özellikle Maria Teresia’ nın hanedanlıkta üstlendiği rol ve görev çerçevesinde İmparatorluğun kaderini belirleyecek adımlar atması sayesinde belki de ülke ve güzel başkenti bugün ziyaretçilerine pek çok konuda ziyafet sunabiliyor. Prenses Sisi’ nin hüzünlü yaşam hikayesini sinema filmlerinden hatırlayanlar, yaşadığı saraylarda o dönemden kalan şahsi eşyalarına bakarak bir kere daha o döneme şahitlik ediyorlar…
Nihayet geldik ağız tadına. Viyana deyince bu konuda da meydanı boş bırakmayacak kadar ünlü en az iki, hatta üç fenomen var:
Viener Schnitzel, Sacher Torte ve Heuriger…
Günümüzde artık uluslararası menülerin çoğunda standart satır olarak yer alan Schnitzel, değişik etlerden (dana, tavuk veya domuz) yapılıyor olsa da, Viyana’ da sunulanlar kadar taze ve çıtır ve lezzetli olamıyor ne yazık ki. Şehirde bu geleneksel yemeği tadabileceğiniz çok yer var ama Gezmeciler size sırasıyla üç adres öneriyor:
Figlmüller Wollzeile 5, 1010 Wien. Burası en eski Schnitzel lokantası ve kesinlikle rezervasyon yapmak gerekiyor.
Figlmüller Baeckerstrasse. Burası ikinci Schnitzel lokantası, ilkine yer ayırtmadan giderseniz sizi buraya yönlendiriyorlar, ilkine 50 metre mesafede, yine de kapısında metrelerce kuyruk oluyor.
Figlmüller Lugeck. Burası da üçüncü lokanta, ilkine 30 metre uzaklıkta ve görece daha sakin (yaz aylarında burası da dolu olabilir).
Schnitzel yanısıra diğer yerel lezzetleri tadabileceğiniz ve tavsiye ettiğimiz iki adres:
- Rathauskeller, Rathausplatz 1, 1010 Wien
- Augustinerkeller, Augustinerstrasse 1, 1010 Wien
Sacher Torte, Viyana ismiyle ününe ün katmış bir başka lezzet. Hemen her kafede bulma şansınız var ama en iyisi ve meşhuru olsun diyorsanız, kuyrukta beklemeyi göze alarak şu iki adrese gitmenizi öneriyoruz:
- Cafe Sacher Wien. Philarmoniker Strasse 4, 1010 Wien (Kaertnerstrasse üzerindeki Hotel Sacher’in altında), ve ondan 30 metre uzaklıkta
- Cafe Mozart. Albertinaplatz 2, 1010 Wien
Heuriger, Viyana’ lıların kendi olanaklarıyla yetiştirdikleri şaraplık üzümlerinden elde ettikleri taze şarapları kendi ortamlarında yerel yiyecekler eşliğinde ziyaretçilere sundukları tipik yerel lokanta. Bunların çoğunlukla bulunduğu semtler, bağların da bulunduğu Viyana kentinin kuzey batı kısımları. Bu semtler adlarıyla Grinzig, Neustift am Wald, Heiligenstadt, Sievering ve Nussdorf. Gezmeciler son olarak Neustift’teki “Wolff” lokantasını ziyaret etti ve öneriyor (Rathstrasse 46, Neustift am Walde).
Son olarak Viyana’da yapılması gereken şeylere gelirsek, bu konuda sıralanabilecek o kadar çok şey var ki, buna satırlar yetmez. Ama Gezmeciler, özellikle aşağıda sıralanan etkinlikleri atlamamanızı (pek tabii ayırdığınız zamanla orantılı olarak) tavsiye ediyor:
Schönbrunn Sarayı
Belvedere Sarayı
Hofburg Sarayı
Hundertwasser Haus&Museum
Albertina Museum
Musikverein Wien (Wiener Philarmoniker orkestrasının bir konser dinletisi)
Staatsoper (ziyaret ve dinleti)
Mozart Haus
Haus der Musik
Naturhistoriches Museum
Museumsquartier
Rathaus
Kunsthistoriches Museum
Gezmecilerin bu seyahatinde birlikte olduğu sevgili dostlarına ve onların zihinsel emeklerine teşekkür borcu var. Daha önce de farklı nedenlerle ziyaret ettiğimiz Viyana’ nın görmediğimiz, tatmadığımız yanlarını onlar sayesinde ve daha büyük keyifle yaşadık. Kıssadan hisse:
“Seyahat dostlarla daha güzel…”
Tüm insanlığa, barışın hakim olacağı yeni bir dünyada huzurlu ve sağlık dolu bir yıl diliyorum. Yeni yılın mottosu “arınma ve paylaşım” olsun…